Koca Mehmed Hüsrev Paşa Kimdir, Hayatı, Dönemi Hakkında Bilgi

 Mehmed Hüsrev'in 1756 yılında doğduğu tahmin edilmekte. Asıl adı Mehmed Hüsrev olan Hüsrev Paşa, Abaza kökenlidir. Küçük yaşta İstanbul'a getirilerek Çavuşbaşı Said Efendi'nin köleleri arasına alınmış ve daha sonra Enderun'a kabul edilmiştir. III. Selim'in tahta çıkmasının ardından çeşitli görevlerde bulunmuş, Küçük Hüseyin Paşa'nın yanında sarayda önemli pozisyonlara gelmiştir.


Hüsrev Paşa'nın hayatında dönüm noktası, Mısır'ı Fransız işgalinden kurtarmak üzere gönderildiği Mart 1801'deki göreve gitmesiyle yaşanmıştır. Mısır'a varışıyla birlikte, kaptan-ı deryâ Küçük Hüseyin Paşa tarafından kara kuvvetlerinin başına getirilmiş ve başarılı bir şekilde Fransız birliklerine karşı ilerlemiş, Osmanlı-İngiliz kuvvetlerinin Mısır içlerine ilerlemesini sağlamıştır. Bu başarılarından dolayı İstanbul'da vezirlik rütbesi ve İzmit sancağı tevcih edilmiştir. Ancak, Mısır valiliği sırasında halkla ilişkileri zayıf olmuş ve isyanlarla karşı karşıya kalmıştır. Nihayetinde Tâhir Paşa'nın saldırıları karşısında Dimyat Kalesi'ne çekilmek zorunda kalmış ve Mısır valiliği sona ermiştir.

Hüsrev Paşa daha sonra farklı görevlere atanmış, bir süre sonra Mısır'daki hâkimiyetini kaybederek Selanik sancağına tayin edilmiştir. Ardından çeşitli bölgelerde valilik yapmış, Osmanlı-Rus savaşı sırasında da sefere katılmıştır. Gösterdiği başarılar sayesinde Kaptan-ı Deryalık makamına getirilmiş, Karadeniz'deki Ruslarla yapılan savaşta donanmanın başında yer almıştır.

Hüsrev Paşa'nın hayatı, bir dizi görevde bulunarak Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli bölgelerinde hizmet etmesiyle geçmiştir.

Sadrazam Rauf Paşa'nın azlinden sonra Hüsrev Paşa'nın da mevkiini koruyamadığı görülüyor. Hâlet Efendi'nin etkisiyle kaptan-ı deryâlık görevinden azledilerek Trabzon eyaletine tayin edildi (Şubat 1818). Bu olaydan sonra farklı valiliklerde bulundu ve son olarak Erzurum valiliğine nakledildi. Ardından şark seraskerliği görevi verilerek (Ekim 1820) sınır bölgelerindeki aşiretlerin neden olduğu, Osmanlı-İran ilişkilerine zarar veren olayları engellemesi istendi. Hüsrev Paşa, Sivas ve Gümüşhane'den gelen yardımcı kuvvetlerle birlikte bu kabilelere karşı harekâta girişti. Ancak Bayezid sancağı mutasarrıfını azlederek buraya kendi adamlarından birini tayin etmek istemesi mutasarrıfın silâhla karşı koymasına neden oldu. Bu duruma aşiretlerin de müdahalesiyle işler daha da karmaşık hale geldi ve İranlılar Bayezid, Bitlis ve Erciş'i istila etti. Bâbıâli, olayların bu boyuta gelmesinden Hüsrev Paşa'yı sorumlu tutarak onu tekrar Trabzon valiliğine tayin etti (Kasım 1821).

Bu dönemde patlak veren Mora isyanı tüm adalara yayılma potansiyeli gösterdiğinde, cesareti ve denizcilik deneyimleri nedeniyle Hüsrev Paşa ikinci kez kaptan-ı deryâlık görevine getirildi (9 Aralık 1822). Donanma ile Mora yarımadası çevresinde dolaşarak isyancıların denizle iletişimini kesti. Bu sırada Mısır'a kadar ulaştı. Mehmed Ali Paşa, Mora'ya İbrahim Paşa komutasında bir ordu göndermişti ve Hüsrev Paşa'yı eski rakibi olarak görmemesine rağmen karşıladı. Ancak Missolonghi kuşatması sırasında İbrahim Paşa ile arasında anlaşmazlık baş gösterdi. İbrahim Paşa, donanmayı ve dolayısıyla Hüsrev Paşa'yı kendi emri altına almaya çalıştı. Hüsrev Paşa kuşatma sırasında görevini başarıyla yerine getirdi, Rum gemilerinin yardımını engelledi. Ancak Mehmed Ali Paşa, Hüsrev Paşa'yı başarısızlıkla ve korkaklıkla suçladığı mektuplar gönderdi. Bu olayların ardından Hüsrev Paşa'nın görevden alınması istenince II. Mahmud, onun muhasara sırasında önemli hizmetlerde bulunduğunu belirterek talebi reddetti. Ancak Mehmed Ali Paşa'nın baskıları karşısında Bâbıâli, Hüsrev Paşa'yı görevden aldı (9 Şubat 1827).

Hüsrev Paşa, doğrudan padişahın emriyle Anadolu'nun Akdeniz kıyılarını koruma göreviyle birlikte Anadolu valiliğine tayin edildi. Bu durum, Mehmed Ali Paşa'nın rakibini alt ettiği ve padişahın iradesini etkisiz hale getirdiği bir durum olarak görüldü. Navarin'deki yenilgi, Mısır ordusunu zor bir duruma soktuğunda İbrahim Paşa, Hüsrev Paşa'nın hala yeni donanma komutanını yönlendirdiğini öne sürerek felaketin sorumluluğunu ona yükledi. Ancak Mehmed Ali Paşa'nın devlete yönelik tehditleri arttıkça Hüsrev Paşa'nın padişah nezdindeki etkisi arttı. Hüsrev Paşa, Mısır meselesi patlak verdiğinde mücadelenin kahramanı oldu. Bu süreçte Mehmed Ali Paşa, padişahın Hüsrev Paşa'ya gösterdiği güveni şikâyet konusu yaparak siyasi amaçlarını kişisel bir mesele olarak sundu. Bu şekilde, imparatorluğu uzun süre sarsan Mısır meselesi, Hüsrev Paşa ile Mehmed Ali Paşa arasındaki eski rekabetin devamı gibi göründü.

Hüsrev Paşa, askeri reformlara olan ilgisiyle tanınmıştı. Son kaptan-ı deryalığı döneminde, Fransız bir öğretmenin yönetiminde donanmada Batı tarzında bir nizamiye taburu kurması, padişahın takdirini kazandı. Bu nedenle yeniçeri ordusunun kaldırılmasından sonra (1826), Avrupa tarzında yeni bir ordu kurma görevi de ona verildi. Ağa Hüseyin Paşa'nın yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye seraskerliğine atanarak (Nisan 1827), donanmada yetiştirdiği nizamiye taburunu ordunun merkezine nakletti ve diğer birlikleri de yeni tarza göre eğitti. Padişahın huzurunda gerçekleştirdiği bu eğitimler çok beğenilerek tüm orduya uygulanması emredildi. Hüsrev Paşa'nın donanma nizamiye taburuna giydirdiği kırmızı fes, ordunun resmi başlığı olarak kabul edildi.

Yeni ordu henüz yeterince güçlenmemişti, bu yüzden Hüsrev Paşa Rusya'yla çatışmaktan kaçınıyordu. Ruslar saldırana kadar barışçıl bir politika izlenmesini savundu. Ancak hırslı bir karaktere sahip olduğundan, devletin genel siyaseti üzerinde etkili olmak istiyordu. Bu dönemde ordunun durumuna her şeyin bağlı olduğu bir dönemde, bu hedefine ulaşmak daha kolaydı. Ruslar'a karşı gönderilen ordu komutanlarından sonra (Temmuz 1828), sadrazamı ikinci ordunun komutanı olarak cepheye gönderdi. İstanbul'da, tek nüfuzlu kişi olarak kaldı.

Bir süre sonra, sadrazamı görevden alarak yerine İzzet Mehmed Paşa'yı getirtti. Ardından onu da görevden aldırıp kendi adamlarından Reşid Mehmed Paşa'yı tayin ettirdi. Devleti ve ordusu tamamen kontrol altına almak için Rus cephesinde bulunan serasker Ağa Hüseyin Paşa'yı görevden aldırdı. Ancak bu değişikliklerle uğraşırken, Ruslar Balkanlar'a ilerleyerek Edirne'ye kadar geldi. Hüsrev Paşa, barış yapılmasını padişaha önermekten başka çare bulamadı.

Hüsrev Paşa, İstanbul'da yaşanan çalkantılı dönemde aktif bir şekilde hareket etti. İstanbul halkını silahlandırarak ve bazı isyancıları idam ettirerek savunma tedbirleri aldı. Ancak İstanbul halkının, onu Batı adetlerinin yayıcısı ve halkı silahlandırma planlarıyla suçlayarak karşı nefreti arttı. Asâkir-i Mansûre ordusuna karşı oluşan tepkiler güçlendi. Bir halk isyanıyla her şey bir anda tehlikeye girebilirdi. Hüsrev Paşa, bu tehlikeli durumda cesur ve enerjik bir şekilde hareket etti, İstanbul'u dolaşarak isyancıları bastırdı.

Ancak, Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı-Rus savaşında asker göndermeyi reddetmesi ve Akka'ya saldırması üzerine padişah, Hüsrev Paşa'yı daha da sıkı tutmaya başladı. Hüsrev Paşa, Anadolu serdâr-ı ekremliğine Ağa Hüseyin Paşa'yı atayarak (Nisan 1832), Mehmed Ali'ye karşı önlemler aldı. Bu şekilde Mehmed Ali ile büyük bir mücadele başladı. Devleti sarsan Mısır meselesinin sonuna kadar Hüsrev Paşa, görevini sürdürerek bu mücadeleyi yönetti.


Koca Hüsrev Paşa'nın çocuğu olmamasına rağmen, pek çok köle satın alarak kendi evlatları gibi yetiştirdi ve sonra devlet hizmetine aldı. Bu, Osmanlı devlet yönetimi için temel bir kurum olan "gulâm sistemi"nin son büyük temsilcisiydi ve bu geleneği kendi nüfuzu ve gücü için bir araç olarak kullanmak istiyordu. Saray çevresini de etkisi altına almak için padişahın kızlarını kendi yetiştirdiği kölelerle evlendirme yolunu buldu ve düğün masraflarını karşıladı. Onun kölelerinden otuz kadarı paşa olmak üzere birçoğu devlet hizmetinde üstün başarı gösterdi.

Hüsrev Paşa, her zaman güler yüzlü biri olarak bilinse de, çok ince bir zekaya sahipti ve alaycı bir mizaca sahipti. Ayrıca işgüzar, tedbirli ve cömert özelliklere sahipti. Yeni Osmanlı ordusunu kurdu ve birçok değerli komutan yetiştirdi. Bir dönemin tam temsilcisi olan Hüsrev Paşa, XIX. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı tarihinde önemli bir rol oynayan kişilerden biriydi.

Büyük servete sahip olan paşa, 1854'te düzenlediği vakfiyesinde 1 milyon kuruş ayırarak çeşitli hayır kurumları için vakfetti. Bu hayır kurumlarının geliri, tamir masrafları ve personel maaşları için kullanılacaktı. Vakfettiği yapılar arasında Eyüp'teki Bostan İskelesi'nde yaptırdığı türbe, tekke, kütüphane ve çeşme olan külliye bulunmaktadır. Ayrıca Çengelköy, Baklalıköy, Hasköy ve Küçükçekmece'de dört çeşme yaptırmıştır. Vakfiyesinde çeşitli camilerdeki imamlar, müezzinler ve vaizlere, Nakşibendî Tekkesi dervişlerine ve kendi hizmetkarlarından bazılarına maaşlar bağlanmıştır.

Hüsrev Paşa'ya ait bazı mektuplar, özel kâtibi Çobanzâde Halil tarafından "Müntehabât-ı Müfîde-i Mükâtebe" adıyla derlenmiştir.

Daha yeni Daha eski