ATEİZM
Tanrıyı inkar eden ya da ona İnanmaya karşı çıkan felsefi öğretiye ateizm (tanrı tanımazlık) adı verilir. Teizmin tezlerini reddeden ve tannyla ilgili herşeyin bilimsel-deneysel araştırmalar sonucu dünyada ortadan kalkacağını savunan görüş sahiplerine ateist denir. Ateizm, bununla birlikte kutsal ve ilahi hakikatlere “bigane” kalan ve onların varsa bile bilinemeyeceğini söyleyen agnostisizmle kanştırılmamalıdır. Agnostisizm pasif bir “tanrısızlık” iken, ateizm aktif bir “tanrı tanımazlık”tir. Çok eskilerden beri varolan ateizm ancak çağımızda salgın bir hal almış ve 19.yüzyılda Ni-etzsche’nin ‘Tanrı öldü” sözüyle doruğuna ulaşmıştır. (Tabii ki, burada “Ölen” Hıristiyanlığın Tann anlayışıydı, zira Hıristiyanlık Tanrı’yı sekülerteştirmeyi başaran ilk “dîn” olmuştur.)
Ateizmin en büyük çıkmazı kendi başına bir “tez” olmayıp bir “anti-tez” olarak ortaya çıkmasıdır. Teizm ya da tanrıcılık olgusu ateizmin varlık şartıdır. Ateist, ne olursa olsun agnostiklerin yaptıkları şekilde dinden ve tanrıdan kopamaz; bir ateiste her zaman “hangi Tanrı’yı İnkar ettiği makul bir biçimde sorulabilir. Çağımızda en sıkı ateistler Russel’in öncülüğünü yaptığı mantıkçı pozitivistler olmuştur. Onlar, ya Tann’nın varolduğunu söylemenin anlamlı, fakat yanlış bir önerme olduğunu ya da anlamsız (saçma) ve bu yüzden ne doğru, ne de yanlış olduğunu öne sürerler. Ancak yüzyılımızın ortalarında mantıkçı pozitivizmin yıldızının giderek sönmesi sonucu dine, metafiziğe ve tanrı kavramına karşı yeni bir ilgi uyanışı söz konusu olmuş ve metafiziğin, irrasyonel olanın rasyonel yolla analiz edilemeyeceği tezi giderek yaygınlık kazanmıştır. Metafiziğin,, dinin, bilimin alanları ve geçerlilik öğeleri farklı olup onları birbirinin ölçütleriyle yargılamanın yanlış olacağı kanaati yaygınlaşmıştır, örneğin, bilimin Tanrı’nın varlığını kanıtlamada ölçü olarak kabul edilmesi nasıl yanlış bir uygulamaysa, bilimi teolojik yoldan İspat etmenin de anlamsız olacağı söylenmiştir (ö-zellikle ikinci dönem felsefesiyle Wittgensteİn ve Wittengenstcinciler). Ne var kî, bu tezler de, Tanrı kavramının işlerinin İnsan düşüncesinin ekonomisi içinde radikal bir yeniden ifadelendiritmesi olarak ortaya çıkmaktadır. Yani artık burada Tanrı ya dilsel bir scmlbol ya işe yarayan bir araç ya da sosyal açıdan gerekli bir İşlevdir. Tanrı Batı düşüncesinde gerçekten Ölmüştür. Felsefe ve medeniyet tarihi açısından bakıldığında ateizmin Tanrı’nın varlığının inkarından çok, belli bir topluluğun inandığı Tanrı anlayışını reddetmek veya buna inanmamak şeklinde olduğu ortaya çıkar. Nitekim antik Yunanda buna benzer ilk davranış sofist Protagoras tarafından sergilenmiştir. Tanrıları konu edinen bir eserinde Protagoras, “İnsan aklının Tannları idrakten aciz ve sınırlı” olduğunu ileri sürmüş ve Yunan toplumu bu yargıdan dolayı onu inkarcılıkla suçlayarak sözkonusu eseri yakılmıştır. Kendisi ise Pericles’in koruması altında canını zor kurtarmış ve Atina’dan sürgün edilmiştir. Aynı şekilde Sokrates de* içindeki daima onların sesine uyarak Yunan toplumunun tapındığı Tanrıları eleştirince ölüm cezasına çarptırılmıştır. Öte yandan, daha önce Yunan toplumunda geçerli olan çoktanrıcı inanışı (politeizm) şiddetle eleştiren Ksenophanes tektanncı inanışı savunmasına rağmen, toplumun tanrılarını İnkar etmek durumunda kalmıştır. Hatta Anak-sagoras, Atina yakınlarına düşen bir göktaşının yeryüzünde bilinen cinsten bir madde olduğunu ileri sürünce, Atinalıların gökcisimlerini de birer tanrı kabul eden anlayışlarıyla çatışmış ve Çanakkale’ye sürgüne gönderilmiştir. Orta Çağda olduğu gibi Yeni Çağlarda da birçok düşünür benzer şekilde Tanrı anlayışları dolayısıyla ateist olarak nitelendirilmişlerdir. Sözgelimi Galilc, Bruno, Campanella, Spinoza, Voltairc gibi birçok düşünür aynı suçlamayla karşı karşıya kalmışlardır. Bu ve benzer düşünürlerin ateistlikle suçlanmaları, gerçekte Tanrı İnanışını reddetmeleri dolayısıyla değil, İçinde yaşadıkları toplumun İnanışlarından farklı bir tanrı inanışını savunmalarından dolayıdır.
Aslında ateizm, varoluşun ve değerinin insan tarafından bizzat ortaya konulduğu veya konulabileceği düşüncesini ileri sürerek bir Tanrı tasavvur etmenin İnsan varlığı ve özgürlüğüyle bağdaşmayacağını vurgulamaya çalışır. Ateizmin geleneksel dini bütünüyle serbest bir biçimde ve çoğunlukla panteist anlamda yorumlayanlara karşı bir suçlama tarzında kullanılması bundandır. Nitekim ateizmle suçlanan Epikürcüter buna karşı çıkarak, halkın İnandığı Tanrıları savunmayanların değil, tersine toplumun tasavvurlarını tanrılara izafe edenlerin ateist olduklarını ileri sürerler. Hatta ateistlikle suçlanan Lukianos, Hıristyanları, Epikürcüler gibi ateist olarak kabul eder.
Ateizm kavramının çelişik anlamlarda kullanılması, biryönüyle bazı filozof ve ilahiyatçıların kavramı rastgele ve keyfi kullanmalarıyla ilgilidir. Gerçekte bunlar evrenin ilk nedeni olan Öncesiz-sonrasızve sonsuz Varlık hakkında kendileri gibi düşünmeyen herkesi ateist olarak nitelendirmişlerdir. Aynı şekilde birçoğu da panteizmde ateizmin biçim değiştirmiş bir türünü görme eğilim ve isteği duymuşlardır (Örneğin Spinoza).
Hıristiyan Orta Çağ Skolastiğinde ateizm dini inançlardan ayrılarak sapkın olma, dalalete düşme şeklinde tanımlanmıştır. Yeni Çağda Picrre Bayie ise, her türden ateizme karşı hoşgörülü davranılmasını İster. Bayle’a göre, insan davranışını. Tanrı düşüncesi gibi teorik düşüncelere dayandırmak doğru değildir. Ayrıca ahlaklılık, ahlaki kişiliği gerçekleştirmek, Tanrının varlığına inanmaksızın da mümkün olmalıdır. Fransız Aydınlanmasında, bu tutum ve anlayış d’Holbach ve La Mcttrie’nin “L’homme machine: makine insan” soyutlamasında ortaya çıkar ki, nitekim Fransız Devrimiyle “akıl” Tanrı olarak ilan edilecektir.
XIX. yüzyıla gelindiğinde genel olarak her türlü Tanrı İnancı, pozitivist felsefenin getirdiği anlayışın etkisiyle şüpheyle karşılanacak, hatta ateizm çeşitli yönlerden kanıtlanmaya çalışılacaktır. Yüzyılın sonlarına doğru Hacc-kel, Danvincilik’ten hareketle tanrısız bir tabii dini, bilimin önemli bir sonucu veya verisi olarak kabul edecektir. Nitekim onun Veltrat-sel: Dünya denen muamma” (1899) adlı eseri kısa sürede 400.000 baskıyı gerçekleştirmiştir.
II. Dünya savaşı sonrasında etkinlik sağlayan Varoluşçu Felsefe, özellikle Fransa’da ortaya çıkış biçimiyle ateizme doğru güçlü bir eğilim doğurmuştur. Sartre’ın genel olarak eserlerinde, özel olarak da Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir (1946) adlı eserinin vurgulamak islediği temel ilke, insanın özgür varlığı ancak Tanrı varolmadığı ya da Tann’yi inkar eltiği sürece mümkün olur ve gerçekleşebilir. Bir başka Varoluşçu filozof Martin Heideg-ger Hümanizm Hakkında (1951) adlı eserinde, 1912 yıllarından önce Rusya’da Radişçev, Belİnskiy, Çernişcvskİy, Dobrolyubov gibi bazı düşünürler, ateizm konusunda düşünceler İleri sürmüşlerdir. Lenin, kapitalist güçler karşısında çalışan İşçi sınıfının İçinde bulunduğu sefalet ve sömürü durumunun derin köklerinin din inanışı olduğunu belirtmiş ve 1917 Rus Devriminden sonra ateizm devlet tarafından resmen teşvik edilmiştir.
Bütün bunlara bakılarak ateizmin ilk temsilçileri olarak şu düşünürler sayılabilir: Heraklc-itos (“evren, hiçbir tann tarafından yaratılmamıştır”), Demokritos, Epikuros, Lucretius. Buna rağmen Antik Çağ düşünürlerinin, çok azı tam anlamıyla ateist olarak nitelendirilebilir. Buna karşılık XVIII. yüzyılda Dİderot, Bayie, Helvetius, d’Holbach, La Mettrie ve başka Fransız filozofları; XIX. ve XX. yüzyılda Feu-erbach, Marx, Engels, Lenin ve diyalektik maddeci tüm filozoflar ateist olarak görülürler.
En geniş anlamıyla alınırsa bir ateist, “tanrısı olmayan adam”dır. Böylece, yorum yapmaya oldukça yatkın olan bu kavram bütün kültürlerde genel olarak indi olarak değerlendirilmiştir. Çoğu kez politik nedenlere veya kişisel çıkarlara bağlı çekişmelerde, kıskançlık, suçlama, yerme veya hakaret anlamında, hatta sövüp saymak için kullanılmıştır. Diğer taraftan bilim ortamlarında bile karşıt görüşlerin etkisiyle de taraflar birbirlerini ateist olmakla suçlamışlardır. Mesela batı’da Tanrı’nııı varlığına yeni kanıtlar getirmiş olan Descartcs bir dönem “Ateist” sayılmıştır.
Ateizmin yaygın bir akım olmaktan çok, prensipte kişisel bir inanç özelliğine sahip olduğu görülmektedir. Böyle bir eğilimin ilkel insan topluluklarında doğal olarak bulunduğunu iddia edenler de çıkmıştır. Ancak bu iddia doğrulanmamış, tersine ne kadar ilkel durumda olsalar da insan topluluklarında Tanrı kavramının her zaman var olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca ateizm ile dinsizlik de bir tutulmamalıdır. Çünkü bunlardan birincisi insanların kutsal saydıkları inanç sistemlerine değil, çok daha saldırgan bir tutumla, inanç kavramının menşei olan Tanrı fikrine savaş açmıştır. Aslında ateizm, geliştiği ortamlar açısından bilimsel, liberalİİlikten başlayıp komünistlikdcn geçerek anarşistliğe kadar varan bir dizin içinde politik, işçi, öğrenci, köylü kesimlerindeki anlamıyla sosyolojik; düşünce ortamlarındaki gelişmesiyle felsefi ve humanistik olarak çeşitli bölümlerde ele alınarak da incelenebilir. Bu takdirde bu bölümlerin her birinde, insanları ateizme İlen çeşitli motif ve dinamikler de açıkça belirlenmiş olur. örneğin pozitivizm, Tanrı’yı inkâr etmekten çok tanrı kavramı karşısında prensip olarak ilgisiz kalmaktadır. Bununla beraber birçok pozİtivist bilim adamı, dolaylı yorumlar yaparak pozitivizmi kendi kişisel ateist kanaatlarına bir kanıt mekanizması olarak kullanmışlardır.Günümüzdeki ateistler arasında içlerinde Nobcl ve diğer bilim ödülleri almış Jean Ros-tand, Alfred Koestler, François Jacob, Jean— Paul Sarlre, Levi-Strauss gibi bilim ve sanat adamları; Eugene lonesco, Roger Garaudy (eskiden) gibi hümanistler, Bertrand Russell gibi filozoflar vardır. Ancak dikkat edilirse derhal görülür ki, ateizm; yaygın bir mezhep ya da bir “İnançsızlık İnancı” olamamış, ancak en önce kendi değerlerini yıkmış bazı saldırgan zekaların anonim insan tabiatıyla sürekli ve tek başına sürdürülen bir savaşından öteye geçememiştir.
ErolÖZBİLGEN-Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları: 1/88-90.