Ahilik, terim olarak fütüvvet prensip ve esasları dahilinde, V./XI. yüzyılda Türkistan ve İran’dan Anadolu’ya kadar uzanan bölgelerde, özellikle ticaret ve sanayi merkezlerinde, daha çok esnaf ve sanatkarları bünyesinde toplayan, onlara destek olan bir teşikatın adıdır.
Ahi kelimesinin kökü hususunda kesin bir bilgi mevcut değildir. Kökünün arapça “kardeşim” demek olan o/h” veya türkçe “cömert” anlamına gelen akı kelimesi olduğu söylenir. Anadolu dışında fütüvvet prensiplerine bağlı olan kişilere civanmert, ayyaş, felâ (çoğulu _/(/-yân) gibi isimler verilmiştir. Bu isimlerin hazan ahî ile eşanlamlı oldukları kabul edilmiştir.
Fetihler ve daha başka nedenlerle, doğudan batıya doğru olan Müslüman-Türk göçleri esnasında çeşitli esnaf ve sanatkâr grupların ekonomik sarsıntıya maruz kalmadan varlıklarını sürdürebilmeleri, gelişmeleri, sosyal, iktisadî ve ahlâkî yapılarını koruyabilmeleri ahilik sayesinde mümkün olmuştur. Moğol istilasından sonra meydana gelen kargaşa döneminde olsun, beylikler döneminde siyasî otoritenin zayıfladığı zamanlarda olsun, ahiliğin çeşitli meslek kollarına mensup kişileri bünyesine alacak şekilde organize olması, Anadolu’nun çeşitli kasaba ve köylerinde, gerek siyasi-ikti-sadi, gerek dinî-askerî problemleri çözmek, teşkilata mensup olsun olmasın bütün halkın huzur ve ahengini sağlamak, çapulculuğu, önlemek can ve mal güvenliğini sağlamak, ticarî güvenliği sağlamak, kaliteli ve ucuz mal teminini garanti etmek gibi iktisadî, idarî ve sosyal vazifeler ifa etmesine imkân vermiştir.
Ahîlik teşkilatı, başlangıç itibariyle Hz. Muhammed zamanına kadar uzanan, Fütüvvet örgütlenmesine dayanır. Abbasî halifesi Nasır Lidinillah’ın (575/1180-622/1225) yeniden teşkilatlandırması sonucu, bütün İslâm miİletleri arasında, yaygınlık kazanan fütüvvet mensupları Anadolu’da ahiler adı altında örgütlendiler. Daha sonra, Nasır, “Füıüvvetnâme” adı verilen tüzüklerle bu kurumun esas ve kaidelerini yeniden düzenledi. Şiî müslümanları da bu organizasyona dahil etmek amacıyla 12 İmam’ı da Fütüvvet silsilesine kattı ve bunu sünni mutasavvıflara kabul ettirdi. Nasır bunun ardından, zamanındaki İslâm devletleri başkanlarına fermanlar yazıp kendilerinden fütüvvet şalvarı giymelerini ve şed (kuşak) bağlamalarını isledi. Bir çok devlet başkanı bu isteğe uydu. Selçuklu hükümdarı I. Gıyasettin Keyhüsrev de bunlardandı. I. Gıyasettin hocası Mecdüddin İshak’ı (Sadreddin Konevî’nin babası) elçi olarak Bağdat’a göndermiş; Mecdüddin dönüşünde Muhyiddin b. Arabî ve Evhadüddİn Hamit Kirmânî, Ebu Cafer Yezdanyârî ve Ahî Evran Şeyh Nasuriddin Mahmut gibi bir çok mürşit ve alimi Anadolu’ya gelirmiş ve dinî-tasavvufî irşadda bulunmalarına imkân sağlamıştır. Ktsa zamanda Anadolu’nun pek çok yerinde Evhadüddinve halifelerinin tekke ve zaviyeleri kuruldu. Müritlerin halktan maddi menfaat taleb etmeleri yasaklandı ve halka yardımda bulunmak, cömert davranmak temel prensip olarak kabul edildi. Bu, Türkmenleri iş ve meslek sahibi olmaya zorlayan bir unsurdu. Onların fütüvvet esasları dahilinde tekke ve zaviyelerde şeyh-mürit bağlan, iş yerlerinde usta-çırak bağları ile bağlanıp bir kuruluş oluşturmaları Anadolu ahiliğinin esasını ve çekirdeğini oluşturdu. l.Keykavus’un fütüvvet şalvarı giymesi bu teşkilatı güçlendirdiği gibi, onu merkezi otoritenin bir parçası haline getirdi. Halifenin danışmanı Şihabiiddİn Suhreverdİ’nin daha sonra I. Alaeddin (616/1219-634/1236) zamanında elçi olarak Konya’ya gelmesi, bu gelişmeyi daha da arttırdı. Söz konusu durum, XIII. yüzyıl ortalarından XIV.yüzyıla kadar devlet otoritesinde görülen zayıflama karşısında ahî teşkilatının, şehir hayatında gerektiğinde siyasi rol oynamasına, esnaf birliklerine sızarak onlardan destek alması ve onları canlandırmasına, Alp’lerle ilişki kurarak Moğol istilasına karşı Selçuklu devleti yanında mücadeleye girişmelerine, Anadolu’da büyük devlet adamlarının, müderrislerin, kadıların, şeyhlerin ve tacirlerin ahilerle sıkı münasebet kurmalarına ve ahî-tîğin en ücra köşelere kadar yayılmasına vesile olmuştur. Seyahatname yazarı İbn Batuta, XIV. yüzyıl ortalarında, Sultan Orhan zamanında Anadolu’nun pek çok kasaba ve köylerinde ahî teşkilat ve zaviyelerine rastladığını, oralarda misafiryabancılan ağırladıklarını, İhtiyaçlarını giderdiklerini, zorbaları ve kötülük yapanları yok etliklerini ifade eder. (Bu açıdan da Batı’daki şövalyelik kurumuna benzer bir rol oynamıştır.) Nitekim ahilerin Osmanlı devletinin kuruluşunda da büyük hizmetleri olmuştur. Merkezi otoritenin zayıfladığı dönemde askerî ve siyâsî gücünü göstererek yer yer (örneğin Ankara’da) devlet vazifesini üstlendiklerini, ardından şehri I. Murad’a devrettiklerini, Osmanlılar savaşta iken bozgunculara karşı güvenliği sağladıklarını Bursa’yı Düzmece Mustafa’nın hücumundan kurtardıklarını biliyoruz. Gerçekten de Osmanlılar, daha bağından beri ahileri sadık bir yardımcı olarak görmüşlerdir. Çok zengin ve nüfuzlu bir ahî şeyhi olan Şeyh Edebâlî kızını Osman Gazi’ye verecek kadar onunla yakın ilişki içine girmiş, Orhan Gazi bir ahilik unvanı olan “ihtiyarüd-din” lakabını kullanan, şed kuşanıp kuşatan bir ahî, I. Murad şed kuşanmış ve zamanındaki teşkilâtın başkanı olmuştur. Ahîler ve dervişler savaşlarda da padişahların en büyük ve güçlü yardımcıları olduğundan kendilerine evlatlık vakıflar verilerek teşvik edilmişlerdir.
Osmanlı devleti tam anlamıyle kurulduktan sonra ahîlik esnaf birlikleri ve köy gelenekleri halinde devam etmiştir. Şöyle bir teşkilatlanma biçimi vardır:
1) Yiğitlik (teşkilata yeni giren yiğitler),
2) Ahîlik (altı bölüktürler, ilk bölüğe ashab-ı tarîk (yol arkadaşları) denirdi,
3-6) Nakipler,
7) Halife,
8) Şeyh (Ahî şeyhi ve bundan evvelkilerin başkanı),
9) Şeyhü’1-me-şâyih (şeyhler şeyhi; çeşitli teşkilatları birbirlerine bağlayan önemli bir unsurdu).
Osmanlı esnaf birliklerinin manevî merkezi Kırşehir’di. Debbağların ve bütün esnafın piri sayılan Ahî Evren’in halifeleri, asırlar boyunca Anadolu ve Rumeli esnaf teşkilatlarının birlik ve beraberliğini sağlamışlardır. Bunlara Ahî Baba denir ve her şehirde vekilleri bulunurdu. Bursa gibi bazı şehirlerdeki ahî baba vekilliklerini tarikat şeyhleri yapıyordu. Ahî baba vekilleri şehir esnaf birliklerinin temsilcileri tarafından seçilir, kendilerine Kırşehir’deki Ahî Baha’dan İcazetname ve devletten berat verilirdi. Bunlar, her yıl veya bir kaç yılda bir bütün ülkeyi dolaşır, gittikleri yerlerde kalfalık, ustalık imtihanları yapar, peştemal kuşatırlardı. Çarşı pazarlarda fiat kontrolü yaparlar, kalitesiz mal üretenlere meslekten çıkarmaya kadar cezalar verirlerdi.
Görevleri, sonraları Serez gibi bazı bölgelerde kâhya mütevelliliği gibi esnaf görevlerine dönüştürülen ahiliğin XIX. asır sonuna kadar varlığını sürdürdüğübilinmektedir. Günümüzde bu gelenek bazı köylerde, özellikle Çankırı’da yârân sohbetleri tarzında devam etmektedir.
İzzet ER-SBA