Antisemitizm
I873’de Alman gazeteci W.Marr tarafından ortaya atılan ve bugün tüm yahudilerin çıkarlarına, yasal haklarına, dinî yaşantı ve ideolojilerine karşı yöneltilen düşmanlığı İfade eden terim.
Çağımızda en büyük anti semitizm dalgası Hitler Almanya’sında ortaya çıktı. Günümüzde ise daha ziyade gizli olarak yaşayan anti semitİzm, Doğu Avrupa’nın siyasal hayatında hala önemini korurken, Arap-İslam devletlerinin İsrail Devleti ve Filistin İle ilgili sorunları dolayısıyla sık sık gündeme gelmektedir.
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları: 1/55-56.
antisemitistkitap.jpg” border=”0 Antisemitizm
Antisemitizm, Yahudi karşıtlığı veya Yahudi düşmanlığı; Yahudilik dinine, ırkına, kültürüne veya milletine karşı duyulan düşmanlık.
Her ne kadar etimolojisi antisemitizmin tüm Sami halklarına yönelik olabileceğini ima etse de, terim ortaya çıkışından itibaren sadece Yahudilere yönelik saldırganlığı belirtmek için kullanılmıştır.
Antisemitizm Yahudi bireylere karşı gösterilen münferit nefret ve ayrımcılıktan kalabalık grupların, hatta polis ve askerin tüm bir Yahudi cemaatine yönelik örgütlü saldırılarına kadar geniş bir yelpazede meydana gelebilir. Bu baskının en aşırı örnekleri arasında, 1096’daki Birinci Haçlı Seferi, İspanyol Engizisyonu, Yahudilerin 1290’da İngiltere’den, 1492’de İspanya’dan ve 1497’de Portekiz’den kovulmaları, çeşitli pogromlar ve Nazi Almanyası’nın gerçekleştirdiği Holokost (Yahudi Soykırımı) gösterilebilir.
Türleri
Katolik tarihçi Edward Flanner dört farklı antisemitizm türü belirlemiştir:
* Cicero ve Charles Lindbergh’i örnek gösterdiği, siyasi ve ekonomik antisemitizm;
* Anti-Yahudilik olarak da bilinen, teolojik veya dini antisemitizm;
* Açgözlülük ve kibir gibi belirli özelliklere sahip oldukları iddiası ve kaşrut ve şabat gibi gelenekleri uyguladıkları için Yahudilere saldıran Voltaire ve diğer Aydınlanma dönemi düşünürlerini örnek gösterdiği, milliyetçi antisemitizm;
* Holokost (Yahudi Soykırımı) sırasında Naziler tarafından uygulandığı haliyle, ırkçı antisemitizm.
Ayrıca, 1990’lardan bu yana bazı yazarlar yeni bir antisemitizm türü belirlediklerini iddia etmektedirler; aşırı sol, aşırı sağ ve radikal İslamcı kesimlerden gelen bu antisemitizm, Siyonizm ve İsrail Devleti’nde bir Yahudi vatanı karşıtlığına odaklanmakta ve alışılmış antisemitizm motiflerini kullanabilmektedir. Kavramın savunucuları, Siyonizm karşıtlığı, Amerikan karşıtlığı, küreselleşme karşıtlığı, üçüncü dünyacılık ve İsrail’in kötü gösterilmesi ya da davranışlarına yönelik çifte standartların antisemitizm ile ilişkilendirilebileceğini ya da üstü örtülü antisemitizm oluşturabileceğini öne sürmektedir. Karşıtları ise, kavram ile Siyonizm karşıtlığının antisemitizm ile birleştirildiğini, İsrail’e yönelik meşru eleştirilerin çok dar bir çerçeveye hapsedildiğini, İsrail’in kötü gösterilmesi eyleminin ise çok geniş bir çerçevede tanımlandığını, antisemitizmin anlamının sulandırıldığını ve eleştirileri bastırmak için antisemitizmin kullanıldığını iddia etmektedir.
Etimoloji ve kullanım
Semitik terimi; Arapları, Habeşleri, Arami ve Süryanileri hem de İbranileri içine alan dil grubunu konuşanları tanımlamak için kullanılır. Ancak, Antisemitizm terimi özellikle Yahudilere karşı tavırlara atıfta bulunur.
Antisemitik kelimesi muhtemelen ilk olarak 1860 yılında, Avusturyalı Yahudi bilgin Moritz Steinschneider tarafından kullanılmıştır. Steinschneider terimi, Ernest Renan’ın “Sami ırklarının” “Aryan ırklar”dan daha aşağı olduğu yönündeki fikirlerini nitelendirmek için kullanmıştı.
1873 yılında, Alman gazeteci Wilhelm Marr, “Yahudi Ruhunun Cermen Ruhu karşısındaki Zaferi. Dini olmayan bir bakış açısından bir inceleme” başlıklı risalesinde, “Semitismus” kelimesini hem Yahudiler hem de yahudilik (Yahudi olmak anlamında) kavramlarını belirtmek için kullanmıştır. Marr, 1880 yılında yayımlanan “Cermen Ruhu için Yahudi Ruhu karşısında Zafere Giden Yol” başlıklı risalesinde de daha önce kullandığı semitizm kelimesinden türettiği Antisemitizm kelimesini kullanmıştır. Risale büyük rağbet görmüş, aynı yıl Marr, Almanya ve Alman kültürüne karşı sözde Yahudi tehdidi ile mücadele edilmesini ve ülkeden zorla çıkarılmalarını savunan ilk kuruluş olan “Antisemitler İttifakı”nı kurmuştur.
Tanımlar
Her ne kadar antisemitizmin genel tanımı Yahudilere karşı husumet ya da önyargı olsa da, konu üzerinde yetkin bir dizi uzman daha resmi tanımlar geliştirmiştir. Holokost (Yahudi Soykırımı) uzmanı ve New York Şehir Üniversitesi profesörü Helen Fein, antisemitizmi, “Bireylerde tavırlar, kültürde mit, ideoloji, folklor ve imgeler, eylemlerde ise Yahudilere karşı sosyal veya yasal ayrımcılık, siyasi seferberlik ve toplu olarak ya da devlet tarafından uygulanan şiddet şeklinde kendini gösteren, Yahudilerin dışlanması, kovulması ya da yok edilmesi ile sonuçlanan ve/veya bunun için tasarlanan, Yahudilerin geneline karşı hasmane inanışlardan oluşan devamlı ve gizli yapı,” şeklinde tanımlar.
Köln Üniversitesi’nden Profesör Dietz Bering, antisemitik inanışların yapısını tanımlamak suretiyle bu tanımı daha da geliştirir. Antisemitlere göre, “Yahudilerin doğası sadece kısmen değil, tümüyle kötüdür, yani onları iflah etmenin yolu yoktur: Yahudileri bireyler değil toplu halde görmek gerekir. Yahudiler içinde yaşadıkları toplumlara temelde yabancı kalırlar. (3) Yahudiler kendilerini “misafir eden” toplumlara ya da dünyanın geneline felaket getirir, bunu da gizlice yaparlar, bu yüzden antisemitler kötü ve komplocu Yahudi karakterinin maskesini düşürmekle kendilerini yükümlü hissederler.”
Bernard Lewis ise antisemitizmi diğerlerinden bir şekilde farklı olan insanlara yöneltilen özel bir önyargı, nefret veya baskı durumu olarak tanımlar. Lewis’e göre, antisemitizm iki belirgin özellik gösterir: Yahudiler, diğerlerine uygulanandan farklı bir standarda göre yargılanır ve “evrensel kötülük” ile suçlanırlar.
1889 Paris’te kendini antisemit aday olarak tanımlayan Adolphe Willette’nin seçim posteri: “Yahudiler ırkımıza düşman, farklı bir ırktır… Yahudilik, işte düşmanınız!”
Uluslararası örgütler ve devletlerin de antisemitizmin resmi bir tanımını yapmaya yönelik çabaları olmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığı 2005 Küresel Antisemitizm Raporu’nda, “Tek tek ya da bir grup olarak Yahudilere duyulan ve Yahudilik dini ve/veya etnik kimliğine yöneltilebilecek nefret,” tanımını getirmiştir. 2005 yılında ise, Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığını İzleme Merkezi (EUMC) daha detaylı bir tanım geliştirmiştir: “Antisemitizm, Yahudilere karşı nefret olarak da ifade edilebilecek, Yahudileri yönelik belirli bir algılama biçimidir. Antisemitizmin sözlü ya da fiziki oluşumları Yahudi olan veya olmayan şahıslara ve/veya mülklerine, Yahudi cemaatinin kurum ve dini yapılarına yöneltilmiştir. Ayrıca, bu oluşumlar, Yahudi devleti olarak tasavvur edildiği için İsrail devletini de hedef alabilir. Antisemitizm genellikle Yahudileri insanlığa zarar vermek amacıyla gizlice çalışmakla itham eder ve sık sık ‘işlerin ters gitmesi’nin kabahatini Yahudilere yükler.”
EUMC, bunun ardından “kamu hayatında, medyada, okullarda, işyerinde ve dini alanda günümüzde antisemitizmin örneklerini” sıralar: “Yahudiler hakkında onları kişiliksizleştiren, şeytanlaştıran veya klişelere indirgeyen asılsız iddialarda bulunmak; Yahudi bir ferdin ya da grubun işlediği gerçek ya da hayali bir kabahatten dolayı halk olarak tüm Yahudileri suçlamak; Holokost’u (Yahudi Soykırmını) inkar etmek; ve Yahudi asıllı vatandaşları, İsrail’e ya da dünyadaki Yahudilerin sahip olduğu iddia edilen önceliklere kendi ülkelerinin çıkarlarından daha sadık olmakla suçlamak.” EUMC, “İsrail’in diğer herhangi bir ülkeye yöneltilenlere benzer eleştiriler yöneltilmesinin antisemitik olarak görülemeyeceği”ni izah ederken bağlama göre, İsrail’e saldırmanın antisemitik olabileceği şekilleri de ele almıştır.”
antisemitafi.jpg” border=”0 Tarihçe
Antik dünya
Antik dünyada Yahudilere ve Yahudiliğe karşı antipatinin çeşitli örnekleri rahatlıkla bulunabilir. Birçok putperest Yunanlı ve Romalı yazarın çalışmalarında Yahudilere ve dinlerine karşı duyulan önyargıyı ortaya koyan ifadeler yer almaktadır. Kudüs Tapınağı’na saygısızlık eden ve sünnet, Şabat’ın uygulanması, Yahudi kutsal kitapları üzerine çalışılması gibi Yahudilerin dini uygulamalarını yasaklayan Yunanlı yöneticilerin örneklerine rastlamak mümkündür. Milattan önce 3. yüzyılda İskenderiye’de patlak veren Yahudi karşıtı ayaklanmalar ve İskenderiyeli Philon’un aktardığı, M.S. 38 yılında binlerce Yahudinin ölümü ile sonuçlanan İskenderiye’deki Yahudilere yönelik saldırı da bu örnekler arasında verilebilir.
Yahudi halk ile topraklarını işgal eden Roma İmparatorluğu arasındaki ilişkiler de işgalin ilk dönemlerinde son derece gergindi ve çok sayıda isyanla sonuçlanmıştı. Suetonius’a göre, Roma İmparatoru Tiberius, yaşamak için Roma’ya gelen Yahudileri buradan kovmuştur. İngiliz tarihçi Edward Gibbon, M.S. 160 civarından itibaren daha hoşgörülü bir dönemin başladığını belirtir.
Orta Çağ
Milattan sonra 9. yüzyıldan itibaren, Orta Çağ İslam dünyası zımmi statüsünde değerlendirdiği Yahudilerin (ve Hıristiyanların) dinlerini Orta Çağ Hıristiyan Avrupa’sında olduğundan daha özgürce yaşamalarına izin vermiştir. Müslümanların yönetimi altında, İber Yarımadası’nda Yahudilere karşı baskıların yaşandığı 11. yüzyıla kadar İspanya’daki Yahudi kültürünün altın çağı yaşanmıştır. On birinci yüzyıldan itibaren Mısır, Suriye, Irak ve Yemen’de sinagogların tahrip edilmesini emreden çok sayıda karar da hayata geçirilmiştir. Kur’an’da yasaklanmasına rağmen, Yahudiler 12 ve 18. yüzyıllar arasında Yemen’in bazı bölgelerinde, Fas’ta ve Bağdat’da İslama geçmek ya da ölüm arasında seçim yapmaya zorlanmıştır. 1147 yılından itibaren Mağrip ve Endülüs topraklarını kontrolleri altına alan Muvahhidler de çok daha köktenciydiler ve zımmilere oldukça sert davrandılar. Din değiştirme ya da ölüm arasında seçim yapmaya zorlanan birçok Yahudi ve Hıristiyan göç etti. Musa ibn Meymun’un ailesi gibi kimileri daha ılımlı Müslüman topraklarına göç ederken, diğerleri ise 13. yüzyıldan itibaren Yahudilerin dinlerini değiştirmeleri yönünde gitgide daha büyük bir baskı ile karşı karşıya kaldığı büyüyen Hıristiyan krallıklarına yerleşmek üzere kuzeye gitti.
Orta Çağ boyunca, Avrupa’daki Yahudilere birçok yerde kan iftiraları, kovulmalar, din değiştirmeye zorlamalar ve katliamları içeren baskılar yapıldı. Avrupa’daki Yahudilere yönelik önyargının temel gerekçesi din kökenliydi. Katliamlar en üst düzeyine Haçlı Seferleri sırasında ulaştı. Birinci Haçlı Seferi (1096) sırasında, Ren ve Tuna boylarındaki Yahudi cemaatleri yok edildi. İkinci Haçlı Seferi (1147) sırasında, Almanya’daki Yahudiler çok sayıda katliama maruz kaldı. 1251 ve 1320 yıllarındaki Çoban Haçlı Seferleri’nde de Yahudiler saldırılara maruz kaldılar. Haçlı Seferleri’ni, aralarında 1290’da tüm İngiliz Yahudilerinin kovulması, 1396 yılında, 100.000 Yahudinin Fransa’dan kovulması ve 1421’de binlerce Yahudinin Avusturya’dan kovulması izledi.
On dördüncü yüzyılın ortasında, Kara Veba salgınının vurduğu ve nüfusunun yarıdan fazlasını kaybeden Avrupa’da Yahudiler günah keçisi yapıldı. Yahudilerin kasıtlı olarak kuyuları zehirlediği dedikodularının yayılmasıyla yüzlerce Yahudi cemaati yok edildi. Papa 6. Clement’in Yahudileri korumaya yönelik çabalarına rağmen, 1348 yılında 900 Yahudi henüz hastalıktan etkilenmemiş olan Strasburg’da diri diri yakıldı.
On yedinci yüzyıl
On yedinci yüzyılın ortasından sonlarına kadar olan dönemde çok sayıda çatışmaya sahne olan Lehistan-Litvanya Birliği, nüfusunun üçte birini (3 milyondan fazla insan) kaybederken, Yahudi kayıpları da yüz binleri buluyordu. İlk olarak, Khmelnistki Ayaklanması sırasında, Bohdan Khmelnitski’nin Rus Kazakları bugünkü Ukrayna’da on binlerce Yahudiyi katletti. Kesin sayı tam olarak bilinmese de, o dönemde Yahudi nüfustaki düşüş 100.000 ila 200.000 arasında tahmin edilmektedir. Bu sayıya, göç, salgınlara bağlı ölümler ve Osmanlı’ya esir düşenler de dahildir.
On sekizinci yüzyıl
1744 yılında, Prusya Kralı II. Friedrich Breslau’da yaşayan Yahudilerin sayısını sadece on sözde korunan aile ile sınırlayarak diğer Prusya şehirlerinde de benzer uygulamaları teşvik etti. 1750 yılında, Yahudileri “evlilikten uzak durmak ile Berlin’i terk etmek” arasında bir seçim yapmaya zorladı. Bohemya’da da Yahudiler on yılda bir burada kalmak için para ödemek zorunda kalırken, 1752 yılında her Yahudi aileye tek erkek çocuk sınırlaması getirildi.
On dokuzuncu yüzyıl
Tarihçi Martin Gilbert, Müslüman ülkelerdeki Yahudilerin durumundaki kötüleşmenin 19. yüzyılda başladığını yazar. Benny Morris, Yahudilerin aşağılanmasının sembollerinden birinin Yahudilerin Müslüman çocuklar tarafından taşlanması olduğunu aktarır.
1850 yılında, Alman besteci Richard Wagner, Neue Zeitschrift für Musik adlı dergide, takma bir adla Müzikte Yahudilik başlıklı bir makale yayımladı. Başta Wagner’in çağdaşları (ve rakipleri) Felix Mendelssohn ve Giacomo Meyerbeer olmak üzere, Yahudi bestecilere yönelik bir saldırı ile başlayan makale, daha da ileri giderek Yahudileri Alman kültüründe zararlı ve yabancı bir unsur olmakla suçlar.
Yirminci yüzyıl
Yirminci yüzyılın ilk yarısında, Yahudiler iş hayatında, yerleşim ve dinlenme mekanlarına erişimde, kulüp ve örgütlere üyelikte ayrımcılığa uğruyor, üniversitelerde Yahudi öğrenci ve öğretim üyeleri sıkı kotalara tabi tutuluyordu. 1915 yılında, Leo Frank’ın Georgia’nın Marietta şehrinin önde gelenleri tarafından linç edilmesi dikkatleri ABD’deki antisemitizme çevirdi. Ülkedeki Yahudi düşmanlığı iki dünya savaşı arası dönemde zirveye ulaştı. Otomobil üreticisi Henry Ford, kendisine ait The Dearborn Independent adlı gazetesinde antisemitik fikirlerini dile getirirken, Franklin D. Roosevelt’in Yeni Anlaşma’sı 1930’ların sonunda bir Yahudi finansal komplosu olduğu saldırılarına maruz kaldı. Bu görüş, aralarında Louis T. McFadden’in de bulunduğu bazı önde gelen politikacılar tarafından paylaşılıyordu. 1940’larda, pilot Charles Lindbergh ve birçok önde gelen Amerikalı, Önce Amerika Komitesi’nin Faşizme karşı savaşta yer almasına karşı çabalarına öncülük etti.
Nazi işgali altındaki Avrupa’da, Yahudilerin üzerindeki baskı ve temel medeni haklardan mahrum edilmeleri, kitlesel katliama dönüşerek, 1941-1945 yılları arasında Holokost (Yahudi Soykırımı) ile sonuçlandı. Nazilerin kıyım için hedef aldığı 11 milyon Yahudiden altı milyonu bu süreçte katledildi. Bu, kimileri tarafından Avrupa’da nesiller boyunca süren antisemitizmin bir sonucu olarak görülmektedir.
Antisemitizm, Stalin ile Troçki (“Yahudiler Troçkistler, Troçkistler Yahudilerdir”) arasındaki anlaşmazlıktan itibaren Sovyet Rusya’da sıklıkla kişisel anlaşmazlıklarda bir araç olarak kullanılmış, resmi propaganda tarafından yayılan sayısız komplo teorisi ile de devam etmiştir. SSCB’de antisemitzm, 1948 yılında “köksüz kozmopolit”lere karşı yürütülen ve çok sayıda Yidiş dilinde yazan şair, yazar, ressam ve heykeltraşın öldürüldüğü kampanya sırasında daha da büyük boyutlara ulaştı. Bunu, Doktorlar Komplosu takip etti. Polonya’da da, benzer Yahudi karşıtı propaganda, geriye kalan Polonyalı Yahudilerin de ülkeden kaçması ile sonuçlandı. Savaşın ardından, Avrupa’daki antisemitik olaylar arasında, komünist Polonya’daki Kielce pogromu ve Mart 1968 olayları da vardı.
Yahudi anarşistler ve antisemitizm
Antisemitizm, 19. yüzyıldan itibaren Yahudi anarşistlerde de açık şekilde görülmüştür. Güney Fransa’da doğan bir Fransız Yahudisi olan Bernard Lazare, 19. yüzyıl anarşistleri arasında görülen Yahudilerin içe kapanık olmaya meyilli ve dış görünümleri itibariyle farklı olduğu görüşünü paylaşıyordu. Yahudi anarşistler Yahudilikten hazzetmiyor ve Lazare’ın 1896 tarihli kitabında, aşağıdaki alıntıda belirttiği gibi, konumlarını antisemitizm olarak tanımlıyorlardı:
« … antisemitizmin genel sebepleri daima İsrailoğullarının kendisinden kaynaklanmıştır, onlara karşı husumet gösterenlerden değil… kendi başlarına gelen felaketlerin sorumlusu, hiç olmazsa kısmen Yahudilerin kendisidir… Yahudiye bu evrensel husumeti hangi erdemler ya da hangi ahlaksızlıklar kazandırmıştır? Neden İskenderiyeliler ve Romalılar, İranlılar ve Araplar, Türkler ve Hıristiyan uluslarının hepsinden kötü muamele ve nefret görmüştür? Çünkü, bugüne kadar, her yerde, Yahudi içe kapanık bir varlık olmuştur. Peki neden içe kapanıktı? Çünkü kendi grubuna münhasır kalmış, bunu ise hem siyasi hem de dini düzeyde gerçekleştirmiş, ya da daha ziyade, siyasi ve dini mezhebine, hukukuna sıkı sıkıya sarılmıştır. »
Hıristiyanlık ve antisemitizm
Dini antisemitizm Yahudilik karşıtlığı olarak da bilinir. İsimden de anlaşılabileceği üzere, antisemitik saldırıların belirleyici özelliği, Yahudilik dininin kendisiydi. Antisemitizmin bu türünde, Yahudilerin halk içinde dinlerinin gereklerini yerine getirmeye son vermeleri veya din değiştirmeleri, özellikle resmi veya “doğru” dine geçmeleri halinde, saldırılar sıklıkla durur, bazen de din değiştiren Yahudiler toplu ayinlerden dışlanırlardı.
Yahudiler, Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığa geçmesinden bu yana Hıristiyan ve Müslüman topraklarında dini azınlık olarak yaşamışlardır. Gerek Hıristiyanlık gerekse İslam Yahudileri Tanrı yolunu reddedenler olarak resmeder. Yüzyıllar boyunca Hıristiyanlar ve Müslümanlar zaman zaman Yahudiler ile barış içinde yaşamış, zaman zaman ise onlara baskı yapmışlardır.
Yeni Ahit ve antisemitizm
Bazı tarihçiler, Yeni Ahit’in (İncil) büyük ölçüde Yahudiler tarafından, Yahudilere ait bir kültürel bağlam içinde yazıldığının kabul edilmesine rağmen, Yahudilere karşı giderek artan hasmane ve saldırgan bir tarzda yazılmış olduğunu belirtir. Yuhanna İncili, birçok Yahudi karşıtı bölüm içermesinden ve Yahudilere yönelik çok sayıda aşağılayıcı atıfta bulunmasından ötürü özellikle antisemitik olarak öne çıkar.
Selaniklilere 1. Mektup 2:13-16, defalarca antisemitik amaçlar için kullanılmıştır. Ayet, kişinin kendi yurttaşlarının elinde çektiği sıkıntılardan bahseder. Yahudiye’de İsa’ya bağlı olan toplulukların, İsa’yı öldüren Yahudilerden baskı gördüğü, Tanrı’nın bu tür insanların hoşnutsuz olduğu, bunların tüm insanlara düşman olduğu ve Pavlus’un Yahudi olmayan uluslarla Yeni Ahit’in mesajı ile ilgili konuşmasını engelledikleri anlatılır. İkinci Tapınak döneminde, Yahudi dini grupları arasında Yahudi olmayanlarla iletişim konusunda mezhepsel farklılıklar yaşanıyordu. Kimilerinin bunun Pavlus’a isnat edilen diğer yazılar ile çeliştiğini düşünmesi ve Pavlus’un, Hıristiyanlığa geçmeden önce, Ferisi olduğu döneme dair olumsuz bir tavrı olmadığından, ayet uzmanlar arasında önemli tartışmalar doğurmuştur.
Yeni Ahit’e göre, İsa Romalı askerler tarafından gaddar bir şekilde ve aşağılanarak öldürülmüştür. Pontius Pilatus’un sözleri (Matta 27:24-25) İsa’nın öldürülmesinden tamamiyle Yahudilerin sorumlu olduğunu ima etmektedir. İsa çarmıha çivilendiğinde, Yeni Ahit orada bulunanların İsa’ya hakaret ettiklerini belirtir (Matta 27:39); kimileri, ismi verilmeyen bireylerin aslında Yahudiler olduğunu iddia eder. Romalıların olayla ilgisi, özellikle idam şekli Yeni Ahit’te anlatılmasına rağmen, Hıristiyanların genelindeki izlenim İsa’nın ölümü ile sonuçlanan olayları Yahudilerin kontrolünde geliştiği yönündedir.
Kimileri, Hıristiyanların Yahudiliği ilk olarak rakip ardından da günah keçisi olarak görmeye başlamalarının izinin hem Yeni Ahit’in belirli kısımlarında hem de erken dönem Hıristiyan metinleri ve Havarilerin yazdıklarında sürülebileceğine inanmaktadır. İkinci Tapınak’ın yıkılması, İsa’nın ölümü yüzünden Tanrı’nın Yahudilere gazabı olarak görüldü. Benzer anlamlar taşıyan bölümlere Eski Ahit nevi’im’de (peygamberler), bilhassa da Yahudi halkının yargılanması, imhası ve Babilliler (II. Nebukadnezar yönetiminde, M.Ö. 587 yılında) tarafından Kudüs’den sürgün edilmesini anlatan Yeremya’nın Kitabı’nda görülebilir.
Yeni Ahit’in büyük kısmı, İsa’nın takipçileri olan Yahudiler tarafından yazılmıştır ve ikisi hariç (Luka ve Elçilerin İşleri) tüm kitapçıklar bu gibi Yahudi takipçilere isnat edilir. Bununla birlikte, Yeni Ahit’te kimilerinin antisemitik olarak nitelendirdiği ya da antisemitik amaçlar doğrultusunda kullanılmış olan bir dizi bölümde yer alır:
« Bir grup Ferisi ile konuşan İsa: “İbrahim’in soyundan olduğunuzu biliyorum. Yine de beni öldürmek istiyorsunuz. Çünkü yüreğinizde sözüme yer vermiyorsunuz. Ben babamın yanında gördüklerimi söylüyorum, siz de babanızdan işittiklerinizi yapıyorsunuz.” “Bizim babamız İbrahim’dir” diye karşılık verdiler. İsa, “İbrahim’in çocukları olsaydınız, İbrahim’in yaptıklarını yapardınız” dedi. Siz babanız İblis’tensiniz ve babanızın arzularını yerine getirmek istiyorsunuz. O başlangıçtan beri katildi. Gerçeğe bağlı kalmadı. Çünkü onda gerçek yoktur. Yalan söylemesi doğaldır. Çünkü o yalancıdır ve yalanın babasıdır. Ama ben gerçeği söylüyorum. İşte bunun için bana iman etmiyorsunuz. Hanginiz bana günahlı olduğumu kanıtlayabilir? Gerçeği söylüyorsam, niçin bana iman etmiyorsunuz? Tanrı’dan olan Tanrı’nın sözlerini dinler. İşte siz Tanrı’dan olmadığınız için dinlemiyorsunuz.” (Yuhanna 8:37-39, Yuhanna 44-47)
İdamından hemen önce bir sinagog kurulunun önünde konuşan İstefan: “Ey dik kafalılar, yürekleri ve kulakları sünnet edilmemiş olanlar! Siz tıpkı atalarınıza benziyorsunuz, her zaman Kutsal Ruh’a karşı direniyorsunuz. Atalarınız peygamberlerin hangisine zulmetmediler ki? Adil Olan’ın geleceğini önceden bildirenleri de öldürdüler. Melekler aracılığıyla buyrulan Yasa’yı bulup da buna uymayan sizler, şimdi de Adil Olan’a ihanet edip O’nu katlettiniz!” (Elçilerin İşleri 7-51-53)
“Bak, Şeytan’ın havrasından olanları, Yahudi olmadıkları halde Yahudi olduklarını ileri süren yalancıları öyle edeceğim ki, gelip senin ayaklarına kapanacak ve benim seni sevdiğimi anlayacaklar.” (Esinleme 3:9). »
Bazı din uzmanları İsa ve İstefan’ın diğer Yahudilere hitap eden Yahudiler olduğunun ve İsrailoğullarına yönelttikleri geniş ithamların Musa’dan ve O’nun ardından gelen Yahudi peygamberlerden alındığının altını çizerler (örn. Tesniye 9:12-14; Tesniye 31:27-29; Tesniye 32:5, Tesniye 32:20-21; 2. Krallar 17:13-14; Yeşeya 1:4; Tesniye 9:12-14). İsa bir defasında da kendi öğrencisi Petros’a ‘İblis’ demişti (Markos 8:33). Diğer uzmanlar, bunlar gibi ayetlerin Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında birinci yüzyılın sonları ve ikinci yüzyılın başlarında ortaya çıkan sürtüşmeleri yansıttığını ve İsa’dan kaynaklanmadığını iddia eder.
Yahudi peygamber Yeremya’dan yola çıkan (Yeremya 31:31-34) Yeni Ahit, İsa’nın ölümü ile, Musa tarafından yapılan ilk anlaşmayı geçersiz kılan ve birçok açıdan geçen, yeni bir anlaşmanın yapıldığını öğretir (İbraniler 8:7-13; Luka 22:20). İlk anlaşmanın uygulanması geleneksel olarak Yahudiliği karakterize eder. Bununla birlikte, İsa’nın başlangıçtaki Yahudi takipçileri sünnet uygulamasına ve perhiz yasalarına riayet etmeyi sürdürmüş, bu sebepten ötürü de, Yahudi olmayan Hıristiyanların bu yasalara uymaması İsa’nın ölümünden sonraki yıllarda tartışmalara ve anlaşmazlıklara konu olmuştur (Elçilerin İşleri 11:3; Elçilerin İşleri 15:1; Elçilerin İşleri 16:3).
Yeni Ahit, İsa’nın (Yahudi) öğrencisi Yahuda (Markos 14:43-46), Romalı Vali Pontius Pilatus ile Romalı askerlerin (Yuhanna 19:11; Elçilerin İşleri 4:27) ve Yahudi önde gelenleri ile Kudüs halkının (farklı derecelerde) İsa’nın ölümünden sorumlu olduklarını savunur (Elçilerin İşleri 13:27). Diyaspora Yahudileri, kendi kontrolleri dışındaki olaylardan ötürü suçlanmamıştır.
Yeni Ahit, Kudüs’deki Yahudi dini liderlerinin İsa’nın ölümünün ardından İsa’nın takipçilerine karşı düşmanca davrandıklarını, zaman zaman da onlara karşı güç kullandıklarını yazar. İstefan, taşlanarak idam edilir (Elçilerin İşleri 7:58). Din değiştirmeden önce, Saul İsa’nın takipçilerini hapseder (Elçilerin İşleri 8:3; Galatyalılar 1:13-14); Timoteyus’a Birinci Mektup 1:13). Din değiştirdikten sonra, Saul da Yahudi yetkililer tarafından çeşitli zamanlarda kırbaçlanır (Korintlilere İkinci Mektup 11:24) ve Yahudi yetkililer tarafından Roma mahkemelerinde suçlanır (örn. Elçilerin İşleri 25:6-7). Öte yandan, Yahudi olmayanların muhalefetine de defalarca atıfta bulunulur (Korintlilere İkinci Mektup 11:26; Elçilerin İşleri 16:19; Elçilerin İşleri 19:23). Daha genel olarak, Yeni Ahit’te İsa’nın takipçilerinin diğerlerinin ellerinde çektiği ıstıraplara da çok sayıda gönderme yapılır (Romalılar 8:35; Korintlilere Birinci Mektup 4:11; Galatyalılara Mektup 3:4; Selaniklilere İkinci Mektup 1:5; İbraniler 10:32; Petrus’un Birinci Mektubu 4:16; Esinleme 30:4).
Erken dönem Hıristiyanlık
Justyn Martyr’in diyalogları, John Chrysostom’un vaazları ve peder Cyprian’ın tanıklıkları gibi Kilise tarafından kaleme alınan bazı erken ve etkili çalışmalar güçlü bir Yahudi karşıtlığı içermektedir.
Roma İmparatorluğu’da, Hıristiyanlığın 438 yılında II. Theodosius Yasaları ile tek yasal din haline getirilmesi ile Yahudilere karşı önyargı da resmiyet kazanmış oldu. Yüz yıl sonra, I. Justinianos Yasaları Yahudileri birçok haktan mahrum ederken 6. ve 7. yüzyıllarda, aralarında Orleans Konseyi’nin de bulunduğu Kilise konseyleri de yeni Yahudi karşıtı maddeleri yürürlüğe koydu. Bu tür kısıtlamaların geçmişi, Endülüs’teki İspanyol şehri Elvira’da (bugün Gırnata) Yahudilere karşı bilinen ilk kilise konseyi yasalarının ortaya çıktığı 305 yılına kadar gider. Yahudilerle evlenmek isteyen Hıristiyan kadınlarının Yahudi erkek Katolikliği kabul etmediği taktirde evlenmesi, Yahudilerin Katolikleri misafir etmesi, Yahudilerin Katolik Hıristiyan cariyelere sahip olması ve Katoliklerin tarlalarını kutsaması yasaktı. 589 yılında, Katolik İber Yarımadası’nda toplanan Üçüncü Toledo Konseyi Yahudiler ile Katoliklerin evliliğinden doğan çocukların zorla vaftiz edilmesini emretti. On ikinci Toledo Konseyi’ne gelindiğinde (681) Yahudilerin din değiştirmeye zorlama politikası hayata geçirilmişti. Binlerce insan ülkeden kaçarken binlercesi de zorla Katolik yapıldı.
Orta Çağ ve Rönesans Avrupa’sı
Orta Çağ Avrupa’sında antisemitizm yaygındı. O dönemde, Avrupa’da Yahudilere karşı önyargının ana sebeplerinden biri de dine dayanıyordu. Her ne kadar Katolik dogmasının parçası olmasa da, aralarında ruhban sınıfı mensuplarının da bulunduğu birçok kişi İsa’nın ölümünden tüm Yahudileri sorumlu tutuyordu. Bunun sosyo-ekonomik sonuçları arasında yetkililerin getirdiği kısıtlamalar da bulunuyordu. Yerel yöneticiler ve kilise yetkilileri birçok mesleğin kapılarını Yahudilere kapatarak onları muhasebecilik, kira toplayıcılığı ve faizcilik gibi, “gerekli bir şer” olarak tolerans gösterilen ancak sosyal olarak aşağı görülen mesleklere itti. Kara Veba salgını sırasında, Yahudiler hastalığın nedeni olarak gösterilmiş, sıklıkla da öldürülmüştür. Antisemitizm yüzünden, Yahudiler Orta Çağ boyunca İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz ve İspanya’dan çeşitli defalar kovulmuştur.
On üçüncü yüzyıl civarında ortaya çıkan Almanca Judensau (Yahudinin dişi domuzu) kavramı Yahudileri aşağılamayı ve insanlıktan çıkartmayı hedeflemiştir. Genellikle Yahudiler domuz ya da baykuş gibi temiz olmayan hayvanlar ile uygunsuz temas halinde ya da şeytanı temsil eder şekilde katedral ve kilise tavanları, sütunları vs. üzerine resmedilmiştir.
Birçok defalar, Yahudiler kan iftiralarına maruz bırakılarak Hıristiyan çocuklarının kanını içtikleri yönündeki yanlış ithamlarla karşı karşıya kalmışlardır. Yahudiler Orta Çağlar boyunca, çok sayıda yasal kısıtlamaya tabi olmuşlar, bunların bazıları 19. yüzyılın sonuna kadar sürmüştür. Yahudiler, yere, zamana ve Yahudi olmayan rakiplerinin nüfuzuna göre değişen zanaat ve mesleklerden dışlanmışlardır. Yahudiler faizcilik ve seyyar satıcılık dışındaki mesleklerle uğraşması sıklıkla yasaklanmış, hatta zaman zaman bunların dahi dışında bırakılmışlardır.
19 ve 20. yüzyıllar
On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve kısmen 20. yüzyılda, Yahudilik dinine muhalefet ile ırkçı antisemitizmi birbirinden ayırmaya yönelik artan çabalara karşın Katolik Kilisesi halen güçlü antisemitik unsurları bünyesinde barındırıyordu. 1870 yılında ortadan kalkan Papalık devletlerinin son dönemlerinde, Yahudiler Getto’nun dışına çıkamıyordu. Ayrıca, Cizvitler gibi resmi örgütler de, 1946 yılına kadar ” Yahudi ırkından gelen ancak babası, büyükbabası ve büyük büyükbabası açık bir şekilde Katolik inancına mensup olmayan” adaylara kapılarını kapalı tutuyordu. Brown Üniversitesi’nden tarihçi David Kretzer, Vatikan arşivlerinde yaptığı araştırmalar sonucunda, Katolik Kilisesi’nin 19 ve 20. yüzyıllarda “iyi antisemitizm” ile “kötü antisemitizm” arasında bir ayrım uyguladığını iddia ediyor. “Kötü” tür, ırklarından ötürü Yahudilere karşı nefreti körüklüyordu. Bu, gayrı-Hıristiyandı, zira Hıristiyanlığın mesajı etnik kimliğine bakılmaksızın tüm insanlığa yönelikti ve isteyen herkes Hıristiyan olabilirdi. “İyi” tür ise, gazeteleri, bankaları ve diğer kurumları kontrol etmek ve sadece servet birikimine önem vermek gibi kendilerine isnat edilen komplolardan ötürü Yahudilere eleştiriyordu. Birçok Katolik psikopos Yahudileri bu tür nedenler temelinde eleştiren makaleler kaleme almış, Yahudilere karşı nefreti desteklemek ile suçlandığında ise “kötü” antisemitizmi kınadığını belirtmiştir.
Öte yandan, İkinci Vatikan Konseyi, Nostra Aetate belgesi ve Papa II. Jean Paul’ün çabaları son onyıllarda Yahudiler ile Katolikliğin uzlaştırılmasına yardımcı olmuştur. Naziler, ideolojilerine ahlaki bir temel yaratabilmek için Martin Luther’in Yahudiler ve Yalanları Hakkında başlıklı kitabını kullanmışlardı. 1994 yılında, Birleşik Devletler’deki en büyük Lutherci mezhep ve Lutherci Dünya Federasyonu’nun üyesi olan Amerika’daki Evanjelist Lutherci Kilise’nin Kilise Konseyi, kamuoyu önünde Luther’in antisemitik yazılarını reddetti. 2000 yılında, birçok Amerikalı Yahudi bilim adamı tarafından Yahudi-Hıristiyan ilişkileri hakkında tartışmalara yol açan Dabru Emet belgesi yayınlanmıştır. Belge şunları söyler:
“Nazizm kökenlerini Hıristiyanlıktan alan bir görüngü değildir. Hıristiyan Yahudilik karşıtlığı ve Hıristiyanların Yahudilere uyguladığı şiddetin uzun tarihi olmaksızın Nazi ideolojisi ne tutunabilir ne de uygulanabilirdi. Nazilerin Yahudilere yönelik zulmüne çok fazla sayıda Hıristiyan katıldı ya da sempati ile baktı. Diğer Hıristiyanlar ise bu zulmü yeterince protesto etmedi. Ancak Nazizim tek başına Hıristiyanlığın kaçınılmaz bir sonucu değildir.”
İslam ve antisemitizm
İslam’da antisemitizm ve hiçbir ırkçı düşünce tarzına izin verilmemiştir.İslam bağlamında antisemitizmin çeşitli tanımları yapılmıştır. Müslümanlar arasında antisemitizmin boyutları seçilen tanıma bağlı olarak çeşitlilik gösterir:
* Claude Cahen ve Shelomo Dov Goitein, bunu sadece Yahudilere karşı takınılan ve genel olarak gayrı-Müslümlere karşı uygulanan ayrımcı uygulamaları içermeyen hasmane tutum olarak tanımlar. Bu uzmanlara göre, Orta Çağ’da İslam dünyasında antisemitizm genel ve yaygın olmaktan ziyade yerel ve münferit düzeydeydi [Shelomo Dov Goitein], hiç yoktu [Claude Cahen] ya da nadiren görülüyordu.
* Bernard Lewis’e göre, antisemitizm iki açık özelliğe sahiptir: Yahudiler diğerlerine uygulanandan farklı bir standarda tabi tutulur ve “kozmik kötülük” ile suçlanırlar. Lewis’e göre, 19. yüzyıl sonundan itibaren, Müslümanlar arasında, ilk defa tam anlamıyla antisemitizm olarak hareketler ortaya çıkmaya başlamıştır.
İslami metinlerde Yahudiler
Leon Poliakov, Walter Laqueurve Jane Gerber, Muhammed’i Tanrı’nın peygamberi olarak tanımayı reddetmelerinden ötürü Kur’an’da Yahudilere yönelik saldırılar olduğunu belirtir. “.” Muhammed’in Yahudiler arasında da dostları vardı ve Kur’an’da Yahudilere saygı gösteren (örn. Bakara: 47, Bakara: 62) ve hoşgörüyü öğütleyen (Bakara: 256) ayetler de vardır. Poliakov, Kur’an’ın “iyi ve kötü” Yahudiler arasında bir ayrım yaptığını belirtir. Laquer ise, Müslümanların kutsal kitabında bulunan Yahudiler hakkındaki çelişkili ifadelerin, başta İslami köktenciliğin yükseldiği dönemler olmak üzere, Arapların ve Müslümanların Yahudilere karşı tutumunu bugüne kadar etkilediğini öne sürer.
Muhammed’in yaşadığı dönemde, Arap Yarımadası’nda, özellikle de Medine’nin içi ve çevresinde Yahudiler de yaşıyordu. Muhammed’in kendilerine yaptığı din değiştirme ve kendisini Peygamber olarak kabul etme teklifini reddettikleri söylenir. F.E. Peters’a göre, (bir barış antlaşması imzalamış olmalarına rağmen) Muhammed’in Mekke’deki düşmanları ile O’nu devirmek için gizliden gizliye komplo kurmaya başlamışlardı. Her büyük savaşın ardından, Muhammed Yahudi kabilelerinden birini ihanet ile suçlayarak yok etmiştir. İki Yahudi kabilesi sürülmüştür. Samuel Rosenblatt bu olayların salt Yahudilere yöneltilmiş politikaların bir parçası olmadığını ve Muhammed’in putperest Arap akrabalarına yabancı tek tanrıcılara davrandığından çok daha sert davrandığını belirtir.
“Zillet” ve “küçülme” kelimeleri Kur’an’da ve sonraki dönem Müslüman yazınında Yahudiler ile bağlantılı olarak sıklıkla kullanılır. Lewis’e göre, “İslami bakış açısından, bu, geçmişteki isyankarlıkları için kendilerine verilen adil bir ceza idi ve Hıristiyanlık ve İslamın kudretli güçleri arasındaki mevcut güçsüzlükleri ile kendini gösteriyordu.” Kur’an’da Yahudilere yönelik standart atıf Bakara Suresi’nin 61. Ayeti’dir: “Siz şöyle demiştiniz: “Ey Musa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız; bizim Rabbine dua et de bize yerin bitirdiklerinden baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarıversin.” Musa şöyle demişti: “Siz daha aşağı bir nimete daha üstün bir nimeti mi değiştirmek istiyorsunuz? “İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır.” Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah’tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah’ın ayetlerini inkar ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı.”
Kur’an Yahudileri dinler arası sürtüşme ve rekabet ile ilişkilendirir (Bakara: 113). Yahudilerin kendilerinin Tanrı’nın çocukları olduğuna (Maide:18) ve sadece kendilerinin kurtuluşa erişeceklerine inandıklarını (Bakara: 211) belirtir. Kur’an’a göre, Hıristiyanların İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu iddia etmeleri gibi, Yahudiler de Üzeyir’in (Ezra) Tanrı’nın oğlu olduğunu (Tevbe: 30) ve Tanrı’nın elinin bağlı olduğunu (Maide: 64) iddia ederek küfrederler. “İnsanların iman edenlere en şiddetli düşmanlık duyanlarını Yahudilerle şirke batanlar arasında bulursun” (Maide: 82). Yahudiler arasından bazıları, “kelimeleri yerlerinden kaydırırlar” (Nisa: 46), kabahat işlemişler, bu yüzden Tanrı “daha önce kendilerine helal kılınmış tertemiz şeyleri, Yahudilere haram” kılmıştır (Nisa: 160), “yalancılık etmek için dinlerler” (Maide: 41), ve yine bazıları yasaklanmış olmasına rağmen ribayı almaktadır ve küfre sapanlarına “korkunç bir azap” hazırlanmıştır (Nisa: 161). Kur’an, Hıristiyanların Yahudilerin İsa’ya tuzak kurdukları iddiasına da katılır, fakat “Allah da tuzak kurdu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır” (Ali İmran: 54). Müslümanların bakış açısından, İsa’nın çarmıha gerilmesi bir göz aldanmasıdır ve bu yüzden de Yahudilerin O’na karşı komploları tamamiyle başarısız olmuştur. Birçok ayette (Ali İmran: 63; Ali İmran: 71; Nisa: 46; Nisa: 160-161; Maide 41-44; Maide 63-64; Maide: 82; Enam: 92) Kur’an Yahudileri kasıtlı olarak kutsal kitapları tahrif etmek ve çarpıtmakla suçlar.
İslam ve Yahudilik vahiy ile inen Kutsal Kitap fikrini paylaşırlar. Her ne kadar tam olarak metin ve tefsiri konularında birbirlerinden ayrılsalar da, İbrani Tevratı ile Müslümanların Kur’anı önemli miktarda öykünün yanı sıra emri de paylaşırlar. Tevrat’ın geleneksel olarak tomar, Kur’an’ın ise kitap şeklinde olması ise her iki dinin yaşı hakkında bir fikir vermektedir. Müslümanlar genelde Yahudilerden (ve Hıristiyanlardan) kendileri gibi, İbrahim’in iman ettiği tek bir Tanrı’ya iman etmelerinden ötürü aynı genel öğretileri izleyen insanlar anlamında, “Ehl-i Kitap” olarak bahsederler. Kur’an, dinlerini bırakmak istemeseler bile hoşgörü gösterilmesi gereken “Ehl-i Kitap”ı (Yahudiler ve Hıristiyanlar) ile aynı hoşgörünün gösterilmediği putperestlerden (çoktanrıcılar) arasında ayırır (Bkz. Bakara Suresi, 256. Ayet). Müslümanlara getirilen bazı kısıtlamalar da gevşetilerek, örneğin Müslüman erkeklerin “Ehl-i Kitap”tan bir kadın ile evlenmeleri ya da Müslümanların Kaşer et yemelerine izin verilmiştir. Kuran İsrailoğullarının “kutsal topraklarda” yaşayacağını ve devlet adeta müjdeler.
A’RÂF SÛRESİ (137) Hor görülüp ezilmekte olan kavmi (İsrailoğullarını), toprağına bolluk ve bereket verdiğimiz yerin doğu ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, onların sabretmeleri karşılığında gerçekleşti. Firavun ve kavminin yaptıklarını ve (özenle kurup) yükselttiklerini yerle bir ettik. YÛNUS SÛRESİ (93) Andolsun, biz İsrailoğullarını çok güzel bir yurda yerleştirdik ve onlara temiz rızıklar verdik. Kendilerine bilgi gelinceye kadar ayrılığa düşmediler. Şüphesiz ki, ayrılığa düşmüş oldukları şeyler hakkında Rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü verecektir. İSRÂ SÛRESİ (104) Bunun ardından İsrailoğullarına şöyle dedik: “Bu topraklarda oturun, ahiret va’di (kıyamet) gelince hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.” CÂSİYE SÛRESİ (16) Andolsun biz, İsrailoğullarına kitap, hükümranlık ve peygamberlik verdik. Onları güzel ve temiz yiyeceklerle rızıklandırdık ve onları (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık. TÂ HÂ SÛRESİ (80) (Allah şöyle dedi:) “Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık, size Tûr’un sağ yanını vadettik ve size kudret helvası ile bıldırcın indirdik.”
Hıristiyanlık ile farklılıklar
Bernard Lewis Müslümanların büyük ölçüde Hıristiyanların olduğu şekilde antisemitik olmadıklarını belirtir:
1. İncil Müslüman toplumlardaki eğitim sisteminin parçası değildir, dolayısıyla da Müslümanlar Yahudilerin Tanrı katili olduğu hikâyeleri ile büyümezler; hatta tam tersine, Tanrı’nın öldürülmesi Kur’an’da küfre giren bir saçmalık olarak reddedilir. 2. Muhammed ve ilk takipçileri Yahudi değillerdi, dolayısıyla da ne kendilerini gerçek İsrailoğulları olarak sundular ne de eski İsrailoğullarının varlığını sürdürmesini kendilerine bir tehdit olarak algıladılar. 3. Kur’an Müslümanlar tarafından Tevrat’ın tamamlanması olarak değil, zaman içinde çarpıtılan asıl mesajının yeniden indirilmesi olarak görürler; Dolayısıyla, Yahudilik ile İslam arasında yorumların çatışması gibi bir durum söz konusu değildir. 4. Muhammed Yahudi cemaati tarafından öldürülmemiş ve Medine’deki Yahudi cemaati ile girdiği çatışmadan zaferle çıkmıştır. 5. Muhammed Tanrı’nın Oğlu ya da Mesih değil, sadece bir peygamber olduğu iddiasını taşımıştır; ki bu da Yahudilerin daha az karşı çıktığı bir iddiadır. 6. Müslümanlar Muhammed ile Yahudiler arasındaki anlaşmazlığı, Muhammed’in yaşamında fazla önemli olmayan bir şey olarak görmüşlerdir.
Müslüman hakimiyeti altında Yahudilerin statüsü
Geleneksel olarak, Müslüman topraklarında (Hıristiyanlar ile birlikte) zımmi statüsünde olan Yahudilerin kendi dinlerini yaşamalarına ve kendi iç işlerini yönetmelerine, bir takım koşullara uymaları şartıyla, izin veriliyordu. Müslümanlara Cizye (her özgür gayrı müslim erkekten kişi başına alınan vergi) ödemek zorundaydılar. İslami yönetim altında, zımmiler daha düşük bir statüdeydiler. Silah taşımalarının ya da Müslümanların da dahil olduğu davalarda şahitlik etmelerinin yasak olması gibi çok sayıda sosyal ve hukuki kısıtlamaya tabiydiler. Söz konusu kısıtlamaların çoğu oldukça sembolikti. En haysiyet kırıcı olanı ise, aslında Kur’an’da da hadislerde de yeri olmadığı halde Orta Çağ’ın başlarında Bağdat’da ortaya çıkan ve düzensiz şekilde uygulanan ayırt edici kıyafet uygulamasıydı.Yahudiler nadiren öldürülmüş veya sürgün edilmiş ya da din değiştirmeye zorlanmış ve çoğunlukla ikamet ve meslek seçimlerinde serbest bırakılmışlardır.
Yahudilere yönelik kayda değer katliamlardan biri de, Müslüman bir güruhun kraliyet sarayını basarak Yahudi vezir Joseph ibn Naghrela’yı çarmığa gerdiği ve şehirdeki Yahudi nüfusun büyük bölümünü katlettiği 1066 Gırnata Katliamı’dır. “1.500’den fazla Yahudi aile, toplam 4.000 kişi bir günde öldürüldü. Bu, Yarımada’da İslami yönetim altında Yahudilere yönelik ilk saldırıydı. Ayrıca, 12. yüzyılda Endülüs’deki Muvahhid hanedanının hükümdarları tarafından da öldürüldüler ya da din değiştirmeye zorlandılar. İkamet seçimlerinin Yahudilerin elinden alındığı durumlara verilebilecek en önemli örneklerden biri ise, Fas’ta 15. yüzyılda başlayan, özellikle de 19. yüzyılın başlarından itibaren Yahudilerin duvarlarla çevrili mahallelerde (mellahlar) toparlanması uygulaması gelir. Din değiştirme olaylarının birçoğu ise gönüllü olmuş ve çeşitli sebeplere dayanmıştır. Ne var ki, 12. yüzyılda, Kuzey Afrika ve Endülüs’teki Muvahhid hanedanının yanı sıra, İran’da da Yahudilerin din değiştirmeye zorlandığı kimi olaylar yaşanmıştır.
Modernizm öncesi
Yahudilerin ilk İslami metinlerde resmediliş tarzı, onlara karşı Müslüman toplumlarda tavırları şekillendirmekte önemli bir rol oynamıştır. Jane Gerber’a göre, “Müslümanlar sürekli olarak İslam tarihinin ilk dönemlerinde, teolojiye serpiştirilen antisemitizmden sürekli olarak etkilenmiştir.” Yahudilerin Muhammed karşısındaki mağlubiyeti ışığında, Müslümanlar geleneksel olarak Yahudileri hor görmüş ve tezyif etmişlerdir. Yahudiler saldırgan, sinsi ve kinci ama bununla birlikte de zayıf ve etkisiz görülmüşlerdir. Yahudilere en sık yakıştırılan özellik korkaklıktı. Yahudiler ile ilişkilendirilen bir diğer klişe de, yalan ve dolana meyilli oldukları iddiasıdır. Bazı Yahudi karşıtı polemikçiler bunları sadece Yahudilere has özellikler olarak görürken, İbn Haldun, bu özellikleri, Yahudilerin hakimiyeti altında yaşadıkları milletlerin elinde gördüğü kötü muameleye bağlar. Bazı Müslüman yazarlar Yahudi karşıtı polemiklerine ırkçı motifler de sokmuşlardır. El-Cahız, Yahudi ırkının aşırı akraba evliliği yüzünden bozulduğundan bahseder. İbn Hazm da Yahudilere yönelik saldırılarında ırksal niteliklerden bahseder. Ne var ki, bunlar daha ziyade istisnai durumlardır ve ırkçı tema Orta Çağ’daki Yahudi karşıtı yazılarda pek iz bırakmamıştır.
Yahudi karşıtı duygular genelde Müslümanların siyasi veya askeri açıdan zayıf düştüğü ya da Müslümanların kimi Yahudilerin İslam hukuku tarafından kendilerine emredilen aşağı konumun sınırlarını aştığını hissettiği durumlarda alevlenmiştir. Endülüs’te, ibn Hazm ve Ebu İshak Yahudi karşıtı yazılarında bu suçlamalardan ikincisine yoğunlaşmıştır. 1066 Gırnata katliamının ardındaki başlıca neden de bu olmuştur. 1033 yılında da Fez’de de 6.000 Yahudi katledilmiştir. Bu şehirde, 1276 ve 1465 yıllarında da başka katliamlar yaşanmıştır.
İslam hukuku, her ikisi de zımmi statüsündeki Yahudiler ile Hıristiyanlar arasında bir ayrım yapmaz. Bernard Lewis’e göre, modern zamana kadar Müslüman yönetimlerdeki normal uygulama şeriatın bu yönü ile tutarlı olmuştur. Bu görüşe, tüm zımmiler arasında Yahudilerin en düşük statüye sahip olduğunu savunan Jane Gerber karşı çıkar. Gerber, Osmanlı İmparatorluğu’nun verdiği Kapitülasyonlar çerçevesinde Hıristiyan cemaatlerinin Yahudilerin yararlanamadığı korumalardan faydalanabildiği sonraki yüzyıllarda bu durumun özellikle belirginlik kazandığını savunur. Örneğin, 18. yüzyılda Şam’da bir festival düzenleyen bir Müslüman soylu, tüm sosyal sınıfları önem sırasına göre davet ederken, Yahudiler sadece köylüler ve fahişelerin üzerinde kalmışlardı. 1839 yılında, tüm Osmanlı vatandaşları için eşitlik ilan edildiğinde, buna ilk karşı çıkanlar, Müslümanların ardından ikinci sırada gelen Rumlar olmuştu. Bazı Rumlar, “Devlet bizi Yahudilerle aynı yere koydu. Biz, İslamın üstünlüğünden memnunduk,” şeklinde itirazlar gelmişti.
Kimi uzmanlar, “antisemitizm” kelimesini modernizm öncesi dönemlerdeki Müslüman kültürü için kullanmanın ne kadar doğru olduğunu da sorgulamıştır. Robert Chazan ve Alan Davies, modernizm öncesi İslam ve Hıristiyan dünyaları arasındaki en bariz farkın, Müslüman ülkelerdeki “ırksal, etnik ve dini toplulukların zengin çeşitliliği” olduğunu, bunun içinde de “daha önce çok tanrıcılığın hakim olduğu dünyada ya da sonraları Orta Çağ Hıristiyan dünyasının büyük bölümünde olduğunun aksine, Yahudilerin hiçbir şekilde yalnız muhalifler olarak göze çarpmadığı”nı savunuyorlar. Chazan ve Davies’e göre, böylesi bir eşsizliğin yokluğu Orta Çağ İslam dünyasında Yahudilerin içinde yaşadığı şartları iyileştirmiştir. Norman Stillman’a göre ise, Yahudilerden Yahudi oldukları için nefret edilmesi anlamında antisemitizm “Orta Çağ Arap dünyasında, hoşgörünün en yüksek seviyede olduğu dönemde dahi vardı.”
19. yüzyıl
Tarihçi Martin Gilbert, Yahudilerin Müslüman ülkelerdeki durumunun 19. yüzyılda kötüleştiğini yazar.
1828 yılında, Bağdat’da Yahudilere yönelik bir katliam gerçekleştirilirken, 1839 yılında da İran’ın Meşhed şehrinde Yahudi Mahallesi’ne giren kalabalık sinagogu yakarak Tevrat tomarlarını parçaladı. Katliam ancak zorunlu din değiştirme ile önlenebildi. 1867’de de Barfuruş’da bir başka katliam yaşandı.
1840 yılında, Şam’daki Yahudiler bir Hıristiyan keşiş ile Müslüman uşağını öldürüp Hamursuz Bayramı’nda pişirdikleri ekmeklerde kanlarını kullanmakla suçlandılar. Bir Yahudi berbere, “suçunu itiraf edene” kadar işkence edilirken, iki Yahudi daha işkence altında hayatını kaybetti. Bir üçüncüsü ise Müslümanlığa geçerek hayatını kurtardı. 1860’lar boyunca, Libya Yahudileri, Gilbert’in tabiri ile, cezai vergiye maruz kaldılar. 1864 yılında, Fas’ın Marakeş ve Fez şehirlerinde 500 civarında Yahudi öldürüldü. 1869 yılında, Tunus’da 18 Yahudi öldürülürken Jerba Adası’nda da Araplardan oluşan kalabalık Yahudi ev ve dükkânlarını yağmalayarak sinagogları yaktı. 1875 yılında, Fas’ın Demnat şehrinde 20 Yahudi öldürülürken, ülkedeki diğer şehirlerde de çok sayıda Yahudi sokak ortasında saldırıya uğradı ve öldürüldü. 1891 yılında, Kudüs’ün Müslüman liderleri Osmanlı yetkililerinden Rusya’dan gelen Yahudilerin bölgeye girmesinin yasaklanmasını talep ettiler. 1897 yılında, Trablusgarp’ta sinagoglar basılarak Yahudiler katledildi.
Mark Cohen’e göre, birçok uzman modern dünyada Araplar arasındaki antisemitizmin 19. yüzyılda, Yahudi ve Arap milliyetçilikleri arasındaki sürtüşme ile yükseldiği ve Arap dünyasına öncelikle milliyetçi Hıristiyan Araplar tarafından ithal edildikten sonra ancak kademeli olarak “İslamlaştığı” sonucuna varmıştır.
20. yüzyıl
Müslüman ülkelerde Yahudilere yönelik baskılar 20. yüzyılda da devam etmiştir. Martin Gilbert, 1903 yılında Fas’ın Taza şehrinde 40 Yahudinin öldürüldüğünü yazar. 1905’te, Yemen’de Yahudilerin Müslümanlar önünde seslerini yükseltmeleri, Müslümanlardan daha yüksek evlerde oturmaları ve geleneksel olarak Müslümanlara ait zanaat ve mesleklerde çalışmalarını yasaklayan eski yasalar yeniden hayata geçirildi.[kaynak belirtilmeli] Fez’deki Yahudi Mahallesi 1912 yılında Müslüman kalabalıklar tarafından neredeyse tümüyle yıkıldı. 1930’larda, Cezayir’de Nazilerden esinlenilmiş pogromlar yaşanırken, 1940’larda da Irak ve Libya’da Yahudilere karşı büyük saldırılar gerçekleştirildi. 1941’de Bağdatlı Nazi yanlısı Müslümanlar şehirdeki onlarca Yahudiyi öldürdü.
George Gruen, Arap dünyasındaki Yahudilere karşı artan husumeti Osmanlı İmparatorluğu ve geleneksel İslami toplumun parçalanması; Batılı sömürgeci güçlerin hakimiyeti ve bu dönemde bölgenin ticari, mesleki ve idari yaşamda Yahudilerin orantısız ölçüde yüksek bir rol kazanması; destekçilerinin devlet yoluyla yerel Yahudilerin serveti ve bulundukları pozisyonları ele geçirmek istediği Arap milliyetçiliğinin yükselişi; Yahudi milliyetçiliği ve Siyonist harekete duyulan içerleme; toplumsal desteği olmayan rejimlerin yerel Yahudileri siyasi amaçlarla günah keçisi yapmaya istekli olması gibi çok sayıda etkene bağlar.
Filistin’deki Britanya Mandası’nda Siyonist faaliyetlerin yayılmasıyla birlikte, husumet ve şiddet daha da arttı. Ortadoğu’daki Siyonist karşıtı propaganda, İsrail ve liderlerini şeytanlaştırmak için sıklıkla Holokost (Yahudi Soykırmını)terminolojisi ve sembollerini kullanır. Aynı zamanda, Holokost’un inkarı ve Holokost’un küçümsenmesine yönelik çabalar, bazı Ortadoğu ülkelerinde tasvip edilen tarihi söylem olarak giderek açık kabul görmektedir. Hitler’in Kavgam adlı kitabı ve Siyon Liderlerinin Protokolleri’nin Arapça ve Türkçe baskıları bölgede okuyucu kitlesi bulurken, yerel entellektüeller ve medyadan gelen eleştiriler ise kısıtlı kaldı.
Robert Satloff’a göre, Fas, Tunus ve Libya’daki İtalyan ve Alman işgali sırasında Müslümanların ve Arapların hem Holokost (Yahudi Soykırımı) işbirlikçileri hem de Yahudileri kurtaranların saflarında yer aldığını belirtir.
Antisemitizmin Arap ve İran medyası ve okul kitaplarında yer bulduğu söylenmektedir. Örneğin, Freedom House adlı kuruluşa bağlı Dini Özgürlük Merkezi, Suudi Eğitim Bakanlığı’nın şu anki eğitim ve öğretim yılında ilk ve orta okullardaki İslam etüdleri derslerinde kullanılan okul kitaplarını araştırmıştır. Vahabi olmayan Müslümanlar ve “kafirler”e karşı ifade ve fikirler arasında, Müslümanlara Hıristiyanlardan, Yahudilerden, “çok tanrıcılar”dan, diğer “kafirlerden” ve Vahabi olmayan Müslümanlardan “nefret etmeleri” öğretilirken, tutarsız bir şekilde de, onlara karşı “adaletsiz” davranmamaları söylenmekte; Siyon Liderlerinin Protokolleri, tarihi gerçekler olarak öğretilip günümüzden olaylarla ilişkilendirilmekte; “Yahudilerin ve Hıristiyanların müdminlerin düşmanı olduğu” ve bu iki taraf arasındaki “çatışma”nın ebedi olduğu öğretilmekte; “Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki çatışma”nın Mahşer’e kadar süreceği ve Müslümanların sonunda Yahudilere karşı zafer kazanacaklarının vaat edildiği öğretilmekte; Yahudilere karşı şiddet öğretisi seçici bir şekilde verilirken aynı zamanda, Kur’an ve hadislerde hoşgörüyü öğütleyen bölümler göz ardı edilmekte; İsrail’e 1967 öncesi sınırları içinde, “Filistin: 1948’den bu yana İşgal Altında” ibaresi ile yer veren bir Ortadoğu haritası içermekte; Yahudilerden şiddet bağlamında bahsedilmekte ve modern dünyadaki neredeyse tüm “yıkıcı eylemler” ve savaşlardan Yahudiler sorumlu tutulmaktadır. Suudi Arabistan’daki müfredat ile ilgili 38 sayfalık bir rapor Hundson Enstitüsü tarafından sunulmuştur.
Irkçı antisemitizm
Irkçı antisemitizm, Yahudilerin içinde yaşadıkları uluslara kıyasla farklı ve aşağı bir ırk oldukları fikridir. On dokuzuncu yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, “Avrupalı” olmayanları aşağı ırklar olarak sınıflandıran öjenik hareketin parçası olarak ana görüş tarafından kabul gördü. Daha spesifik olarak, Nordik Avrupalı olarak adlandırılan ırkların üstün olduğunu iddia eder. Irkçı antisemitler Yahudilerin Sami ırkının parçasını olduğunu görerek “yabancı olan” Avrupa dışı kökenleri ve kültürlerine vurgu yapmışlardır. Yahudileri, çoğunluğun dinine dönseler dahi, kurtuluşu olmayan bir ırk olarak görmüşlerdir. Antropologlar, Yahudilerin Arap-Armenoid, Afrika-Nübyeli veya Asyalı-Türk atalara sahip olup olmadıklarını tartışmışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, ırkçı antisemitizm Neo-Naziler ve beyazların üstünlüğünü savunan gruplar dışında nadiren kullanılmıştır.
Irkçı antisemitizm Yahudiliğe karşı nefretin yerine bir topluluk olarak Yahudilere karşı duyulan nefreti getirmiştir. Endüstri Devrimi ile baskıdan kurtulan Yahudiler hızla şehirleştiler ve yüksek sosyal hareketlilik dönemi yaşadılar. Kamu yaşamında dinin azalan rolü dini antisemitizmi yumuşatırken, artan milliyetçilik, öjeninin yükselişi ve Yahudilerin sosyoekonomik başarısına karşı duyulan içerlemenin bir araya gelmesi, daha yeni ve ölümcül olan ırkçı antisemitizmin gelişimine çanak tuttu.
Yeni antisemitizm
Son yıllarda, kimi uzmanlar, aynı anda hem soldan, hem sağdan hem de İsrail Devleti ile bir Yahudi vatanının kurulmasına muhalefete odaklanan radikal İslamdan gelen Yeni antisemitizm kavramını ortaya atmış ve Siyonizm karşıtlığının ve İsrail’e yönelik eleştirilerin dilinin Yahudilere daha geniş bir yelpazede saldırmak için kullanıldığını iddia etmişlerdir. Bu bakış açısında, yeni kavramın savunucuları İsrail ve Siyonizme yönelik eleştirilerin sıklıkla ölçüsü itibariyle orantısız, türü itibariyle eşsiz olduğuna inanmakta ve bunu antisemitizme bağlamaktadırlar. Kavram, tartışmaları bastırmak ve dikkatleri İsrail Devleti’ne yönelik meşru eleştirilerden uzaklaştırmakta kullanıldığı ve Siyonizm karşıtlığını antisemitizm ile ilişkilendirerek İsrail’in eylemleri ve politikalarına karşı gelen herkese çamur atma niyetini taşıdığı iddiasıyla eleştirilmiştir.
Kaşer hayvan kesimine yönelik yasaklamalar
Kaşer ve Helal hayvan kesimi, halen Norveç, İsviçre ve İsveç’te tamamen, Hollanda’da ise kısmen (sadece bilincini kaybetmesi daha uzun süren yaşlı hayvanlar için) yasaktır. PETA gibi gruplar, bu yasakları, kesimden önce bayıltılmayan hayvanın acı duyduğu ve bunun gaddarca olduğu gerekçesiyle desteklemektedir. Kimileri bu yasaların antisemitik veya İslamofobik duygulara dayandığını iddia ederken diğerleri ise bunların sadece hayvan hakları konusundaki kaygılardan kaynaklandığına inanmaktadır.
Mevcut durum
ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 14 Mart 2008 tarihinde yayımlanan bir rapora göre, dünya çapında antisemitizmde “artış” yaşanmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri
Birleşik Devletler’de, Demokrat Ernest Hollings ve Cumhuriyetçi Pat Buchanan, George W. Bush yönetiminin savaşa Yahudi destekçiler kazanmak amacıyla girdiğini savunan ifadeler kullanmıştır. 2004 yılında, bazı önemli isimler Bush yönetiminin Yahudi üyelerini ABD’yi yanıltarak İsrail’e yardım etmek için Saddam Hüseyin ile savaşa soktuğunu iddia etmiştir.
3 Nisan 2006 tarihinde, ABD Medeni Haklar Komisyonu, ABD çapındaki üniversite kampüslerinde yaşanan antisemitizm olaylarının “ciddi bir sorun” olduğu yönündeki bulgusunu açıklamıştır. Komisyon, ABD Eğitim Bakanlığı’na bağlı Medeni Haklar Dairesi’nin üniversite öğrencilerini antisemitizmden korumak için 1964 tarihli Medeni Haklar Yasası’nın 6. Başlığını titizlikle uygulamasını, Kongre’nin de 6. Başlığın Yahudi öğrencilere karşı ayrımcılığı da içerdiği hususuna açıklık getirmesini tavsiye etmiştir.
28 Temmuz 2006 tarihinde, Navid Ezfal Haq, Seattle Yahudi Federasyonu’nu basarak altı kadını vurmuş ve bunlardan biri hayatını kaybetmiştir. İftira ve İnkarla Mücadele Birliği (ADL) tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ABD’de yaşayanların yüzde 14’ü antisemitik görüşlere sahip. 2005 tarihli araştırmaya göre, “Yurtdışında doğmuş olan Latin Amerika kökenli Amerikalıların yüzde 35’i” ve “Afrika asıllı Amerikalıların yüzde 36’sı güçlü antisemitik inançlar taşıyor. Bu oran, beyazlar arasındaki antisemitlerin (yüzde 9) dört katına tekabül ediyor.”
Avrupa
Avrupa’da antisemitizm 2000 yılından bu yana kayda değer bir artış göstermiş, Yahudilere yönelik sözlü saldırılar, Yahudi okullarına duvar yazıları yazılması, molotof kokteyli atılması, sinagoglar ve Yahudi mezarlıklarının tahrip edilmesi gibi olaylarda önemli yükselme kaydedilmiştir. Yahudilere yönelik fiziksel saldırılarda da ciddi artış görülmüş, dövme, bıçaklama ve diğer şiddet olayları sonucunda ciddi yaralanma, hatta ölüm vakaları yaşanmıştır. 2000 yılından bu yana, Avusturya ve Almanya sürekli olarak Yahudilere yönelik fiziksel şiddet, sözlü saldırı ve vandalizm olaylarında başı çekmiştir. Bu iki ülkeyi, Hollanda ve İsveç izlemektedir.
Avrupa’daki yeni antisemitik şiddetin büyük bölümü, uzun süredir devam eden Arap-İsrail anlaşmazlığının kıtaya yansımasının bir sonucu olarak görülebilir, zira faillerin çoğunluğu Avrupa şehirlerindeki büyük göçmen Arap topluluklarından çıkmıştır. Ancak, Fransa, Birleşik Krallık ve Avrupa’nın geri kalanı ile kıyaslandığında, Almanya’da Arap ve Filistin yanlısı grupların antisemitik olayların çok düşük bir kısmına karıştığı görülmektedir. Yahudilere ve mülklerine yönelik sözlü ve fiziksel saldırıda bulunanların çok büyük bölümü ülkedeki etnik Almanlar arasından çıkmaktadır. Aynı durum İsveç ve Avusturya’da da görülmektedir.
Alman İçişleri Bakanı Wolfgang Schaeuble, Almanya’nın resmi politikasını, “Aşırılığın, yabancı düşmanlığının ya da antisemitizmin hiçbir şekline hoşgörü göstermemek” olarak özetlemiştir. Her ne kadar başta eski Doğu Almanya’da olmak üzere, aşırı sağcı grup ve örgütlerin sayısı 141’den (2001) 182’ye (2006) yükselmişse de, ülkede bunlara karşı alınan önlemler etkili olmuştur. Anayasanın Korunması için Federal Ofis’in yıllık raporlarına göre, Almanya’daki aşırı sağcıların sayısı 49.700’den (2001) 38.600’e (2006) düşmüştür. Almanya, “seyahat eden danışman ekipleri ve kurban gruplarını da içeren, aşırı sağcılıkla mücadeleye yönelik ülke çapında programlara” milyonlarca euro aktarmıştır. Ancak tüm bu çabalara rağmen, 11 Eylül 2007 tarihinde, Frankfurtlu Haham Zalman Gurevitch, bir saldırgan tarafından defalarca bıçaklanmıştır.
2005 yılında, Birleşik Krallık Parlamentosu, antisemitizm konusunda tüm partilerin katıldığı bir soruşturma gerçekleştirmiş, bunun sonuçları 2006 yılında yayımlanmıştır. Buna göre, “yakın zamana kadar, gerek Yahudi cemaatinde, gerekse toplumun geriye kalanında antisemitizmin sadece toplumdaki marjinal gruplar arasında bulunduğu yönünde bir görüş hakimdi.” Komisyon, bu sürecin 2000 yılından bu yana tersine döndüğü sonucuna varmıştır.
1 Ocak 2006 tarihinde, Britanya’nın baş hahamı Sir Jonathan Sacks, kendi tabiriyle bir “antisemitizm tsunamisi”nin küresel ölçekte yayıldığı uyarısını yapmıştır.
Fransa, Batı Avrupa’nın en kalabalık Müslüman nüfusunu (yaklaşık 4 milyon) ve en büyük Yahudi cemaatini barındıran (yaklaşık 600.000) ülkesidir. Yahudi cemaatinin önde gelenleri, Fransa’da başta Arap ve Afrika kökenli Müslümanlar olmak üzere, eski Fransız sömürgelerinden gelen Karayib asıllılar arasında da antisemitizmin yoğunlaşmakta olduğu yönünde uyarılarda bulunmaktadır. Öte yandan, Holokost’tan kurtulan eski bakan Simone Veil, Fransa’daki bağnazlığın asıl kurbanlarının Yahudiler değil Müslümanlar olduğunu belirtiyor. Yahudilere yönelik şiddetin bir bölümünün Müslümanlar tarafından yapıldığını kabul etmekle birlikte, Veil, “Fransa’daki Arap karşıtlığı antisemitizmden çok daha güçlüdür” diyor. Ilan Halimi’nin 13 Şubat 2006 tarihinde öldürülmesi, dönemin İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy tarafından antisemitik suç olarak nitelendirilmiştir.
Önde gelen Yahudi asıllı hayırsever Baron Eric de Rothschild gibi kimi bağımsız sesler ise Avrupa’daki antisemitizmin abartıldığını belirtmektedir. Fransa’da “Hükümet ve belediyelerdeki insanların aslında oldukça Yahudi yanlısı olduğunu, hatta bunun seçim hesaplarının da ötesine giden bir boyutta olduğunu” belirten Rothschild’e göre, “Fransa hakkında söylenemeyecek bir şey varsa, onun da bu ülkenin antisemitik bir ülke olduğunu iddia etmektir.”
Ortadoğu
Sonuçları 14 Ağustos 2005 tarihinde yayımlanan Pew Küresel Tavırlar Projesi’ne göre, Müslümanların çoğunlukta olduğu altı ülkede nüfusun büyük bölümü Yahudilere karşı olumsuz görüşe sahiptir. Katılımcılara, çeşitli dinlere mensup insanlar hakkındaki görüşlerini “çok olumlu” ile “çok olumsuz” arasında değişen bir skalada belirtmelerinin istendiği araştırmada, Türklerin %60’ı, Faslıların %88’i, Lübnanlı Müslümanların %99’u ve Ürdünlülerin %100’ü Yahudiler için “biraz olumsuz” ya da “çok olumsuz” cevaplarını işaretlemişti.
Ortadoğu’daki Siyonist karşıtı propaganda, İsrail ve liderlerini şeytanlaştırmak için sıklıkla Holokost (Yahudi Soykırımı)terminolojisi ve sembollerini kullanır. Aynı zamanda, Holokost’un inkarı ve Holokost’un küçümsenmesine yönelik çabalar, bazı Ortadoğu ülkelerinde tasvip edilen tarihi söylem olarak giderek açık kabul görmektedir.
Mısır’da, Dar al-Fadhilah, Henry Ford’un antisemitik risalesi, Beynelmilel Yahudi’nin çevirisini kapağında oldukça antisemitik bir resim ile yayımlamıştır.[98]
Suudi Arabistan hükümet web sitesinde, ülkeye girmek isteyen Yahudilere turist vizesi verilmeyeceği açıklanmış, daha sonra bu ifade kaldırılarak, “hatalı bilgi” konulmasından ötürü özür dilenmiştir. 2001 yılında, Suudi Arabistan Arap Radyo ve Televizyonu, Siyon Liderlerinin Protokolleri’nin sahneye uyarlandığı, “Atsız Atlı” adlı 30 bölümlük bir dizi hazırlamıştır. Bir Suudi Arap devlet gazetesi tüm Yahudilerden nefret etmenin haklı olduğunu ifade etmiştir.
Suudi okul kitapları Yahudileri (ve Hıristiyanlar ile Vahabi olmayan Müslümanları) kötü göstermektedir; The Washington Post’un 21 Mayıs 2006 tarihli sayısına göre, antisemitizmden temizlendiği iddia edilen Suudi okul kitaplarında halen Yahudilere maymun (ve Hıristiyanlara domuz) denmekte, öğrencilerden Yahudilerden uzak durmaları ve onlarla dostluk kurmamaları istenmekte, Yahudilerin şeytana taptıkları iddia edilmekte ve Yahudileri mağlup etmek için Müslümanlar Cihat’a çağrılmaktadır.
Ortadoğu’daki kimi Müslüman din adamları sıklıkla Yahudilerden maymun ve domuzların torunları diye bahsetmektedir. Nisan 2002’de, El-Ezher Camii İmamı ve El-Ezher Üniversitesi Şeyhi ve en yüksek mevkide bulunan Sünni Arap din adamı Mısırlı Şeyh Muhammed Seyyid Tantavi, haftalık vaazında Yahudileri “Allah’ın düşmanları, maymun ve domuzların torunları” şeklinde tanımlamıştı. BBC’de yayımlanan Panorama programında da, Mekke’deki Büyük Cami’nin İmamı Abdül Rahman El-Sudais’in benzer açıklamalarına yer verilmiştir.
11 Ekim 2006 tarihinde, Tahran’da başlayan “Holokost’a Küresel Bakışı Gözden Geçirmek için Uluslararası Konferans” bazı kesimler tarafında kınanmış ve “Holokost’u inkar konferansı” ve “Holokost inkarcılarının toplantısı” şeklinde nitelendirilmişse de, İran konferansın amacının Holokost’un inkar edilmesi olmadığını açıklamıştır.
5 Mayıs 2001 tarihinde, Şimon Peres’in Mısır ziyareti sonrası, İnternet’te yayınlanan el-Ekber gazetesi, “yalan ve dolan Yahudilere yabancı değildir[…]. Bu yüzdendir ki, Allah suretlerini değiştirmiş, onları maymun ve domuz haline getirmiştir” ifadesine yer vermiştir.
İsrail’de, Zalman Gilichenski son on yıl içinde Rusya’dan gelen göçmenler arasında antisemitizmin yayıldığı uyarısını yapmıştır.