Batıl Din, Batıl Dinler (Dinler Tarihi)

BÂTIL DİN

“Batıl din”; ilâhi vahye dayanmayan, insanların ihdas ettiği dinlere denir. Batıl dinler, beşerî dinler olarak da ifade edilir. Beşerî dinlerin belli başlıları şunlardır: Varlıklarda ruh bulunduğu inancına dayalı animizm; tabiat kuvvetlerine tapılan naturizm; bitki ve hayvanları kutsal sayan totemizm; ataların ruhlarına tapılan sinizm; konfiçyanizm ve taoizm; gök tanrı ve yer-su denilen ve tekin olmayan ruhların varlığı inancına dayalı şamanizm; ölülerin ruhuna tapılan şintoizm; ateşe tapılan mecusilik, Zerdüşt’ün peygamberliğine inanılan zoroastrizm; iyilik ve kötülük ilahına inanılan parsîlik; güneş ve ışık tanrısı Mitra’ya inanılan mitraizm; kâinatta zıtların varlığı ve kötülüklerin hakim olduğu inancına dayalı manihaizm; nur ve zulmet esasına dayalı mazdaizm; Veda adlı kutsal metinleri olan vedizm; tenasuh inancına dayalı hinduizm/brahmanizm; Allah inancı ve ibadeti olmayan budizm; Şeytana tapılan satanizm ve putlara tapılan putperestlik. (İ.K.)

BÂTIL DİNLER

Cenâb-ı Hak’ın peygamberlerine indirdiği vahiyle ilgisi olmayan ve insanlar tarafından uydurulan yanlış inançlardan ibaret olan dinler.

Bâtıl, Hakk’ın zıddıdır. Sabit olmayan şey anlamına gelir. “Bunun sebebi şudur, muhakkak ki Allah hakkın kendisidir, bundan başka taptığınız şeyler ise bâtıldır.” (Lokman, 31/30). Söylenen söz ve icra edilen iş için de bâtıl kelimesi kullanılır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yapmakta oldukları şeyler de bâtıl olmuştur” (el-A’raf, 7/139), “Niçin hakkı bâtıl ile karıştırıyorsunuz?” (Âli İmrân, 3/71), “De ki: Hak geldi, bâtıl ortadan kalktı. Zaten bâtıl ortadan kalkmaya mahkûmdur. ” (İsra, 17/81), “De ki: Hak geldi; artık bâtıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir. ” (Sebe, 34/49). İbtal, bir şeyi bozmak -ister hak olsun ister bâtıl- onu ortadan kaldırmaktır. Kur’an-ı Kerîm’de bu anlamda şöyle buyurulur: Allah hakkı hak kılmak ve bâtılı ibtal etmek için… ” (el-Enfâl, 8/8). Gerçek olmayan söze de bâtıl denilir. (Râğıb el-Isfahânî, el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’an, Mısır, 1970, s. 66).

Tarihi seyir içerisinde dinlerin çeşitli tasnifleri yapılmıştır. Bazı din tarihçileri dinleri; iptidâî dinler, millî dinler ve dünya (evrensel) dinleri olmak üzere üç grupta ele almışlardır. (Annemarıe Schımmel, Dinler Tarihine Giriş, Ankara 1955, s. 3). Bir kısım batılı bilginler de dinleri: “Kurucusu bulunan dinler” ve “geleneksel dinler” diye bölümlere ayırırken, diğer bazıları da “milli dinler” ve “evrensel dinler” şeklinde iki grupta ele almışlardır. (M. Şemseddin, Târîh-i Edyân, Dersaâdet 1338, s. 26-34). İslâm bilginleri ise dinleri; İlâhi vahye dayanan dinler ya da kısaca “hak dinler” ve “bâtıl dinler” yani ilâhi vahye dayanmayan dinler diye; iki kısma ayırmışlardır. Şehristâni gibi bazı İslâm bilginleri de dinleri; “el-Milel ve’n-Nihal” tarzında sınıflamaya tabi tutmuşlar; “hak dinler” karşılığında “el-milel”, “bâtıl dinler” karşılığında da “en-nihal” ifadesini kullanmışlardır. (M. Şemseddin, a.g.e., s. 34-36; Ahmet Hamdi Akseki, İslâm Dini, s. 14; Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul, 1983, s. 13; Günay Tümer, Çeşitli Yönleriyle Din, A.Ü.İ.F. Dergisi, Cilt: XVIII, sh. 213-267).

İslâm bilginlerinin din tasnifi Kur’an-ı Kerîm’e dayanmaktadır, çünkü Kur’an-ı Kerîm’de, İslâm dini için: “Allah katındaki din” (Âli İmrân, 3/19), “dosdoğru din” (er-Rum, 30/30), “hak din” (et-Tevbe, 9/33), (el-Fetih, 48/28; es-Saff 61/19) gibi ifadeler kullanılır. İslâm, “bütün dinler üzerine üstün kılınmak” üzere gönderilmiştir. (et-Tevbe, 9/33; el-Fetih, 48/28; es-Saff 61/19). Dolayısıyla “Kim İslâmiyet’ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerden olacaktır. ” (Âli İmrân, 3/85). Bu son iki ayetten de anlaşılacağı gibi, İslâm’ın dışındaki dinlere de “din” denilmektedir. Fakat İslâm, hak din olduğuna göre, diğer dinlerden ilâhi vahye dayanmayanlar “bâtıl” dır. Yahudilik ve hristiyanlık gibi ilâhi vahye dayanmakla beraber, aslî şeklini kaybetmiş ve böylece dini esasları bozulmuş olanlar da “muharref” dinlerdir.

Bu sınıflamalara göre, ahlâkî fazilet üzerine kurulmuş, kudret ve iradesi bütün kâinata hakim, ilmi her şeyi kuşatmış bir tek “Allah’a ve O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine imanı” esas alan (el-Bakara, 2/285) ve “Yalnız Allah’a ibadeti emreden” (ez-Zâriyât, 51/56) dinler hak; bu özellikleri taşımayan dinler de bâtıl dinler grubuna dâhildir.

İslâm’a göre insanlığın ilk dini, tevhîd dinidir. Dinin kurucusu yüce Allah’tır. Allah kâinatı, insanı yaratmış, kitaplar ve peygamberler göndermiştir. İnsanlar bir erkek ve bir dişiden yaratılmıştır. Hz. Âdem’e her şeyin ismi öğretilmiş ve kendisi ilk peygamber olarak görevlendirilmiştir. Hz. Âdem de, Allah’dan aldığı vahiy ve ilham ile kendi devrindekileri irşat etmiştir. Sonra insanlar tevhîd esaslarını unutup, Allah’tan başka şeylere, tabiat kuvvetlerine, kendi elleriyle yaptıkları putlara tapınmaya ve bunları Allah’a ortak koşmaya yöneldikçe, Allah da elçiler gönderip insanları “hak dine”, “hak yola” davet etmiştir. Böylece hak din, Allah’ın gönderdiği elçiler ve kitaplar yoluyla akıl ve irade sahibi insanlara bildirilmiştir. Bunun için sapmalar sonradan olmuş, çok tanrıcılık sonradan gelişmiş ve dolayısıyla bâtıl dinler de sonradan ortaya çıkmıştır. Bu gerçek, Kur’an-ı Kerîm’de şöyle dile getirilmiştir:

“İnsanlar bir tek ümmetti. Allah peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi; insanların ayrılığa düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak kitaplar indirdi. Ancak kitap verilenler, kendilerine belgeler geldikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah, insanları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi… ” (el-Bakara, 2/213).

“Habibim! Hakk’a yönelerek kendini, Allah’ın insanlara yaratılışta bahşettiği dine ver. Zira Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmezler. ” (er-Rûm, 30/30).

Buna göre bâtıl dinler tevhîd esasına dayanmaz. İlâhi vahye dayalı bir kitabı yoktur. Peygamber anlayışına fazlaca yer verilmez. Cennet, Cehennem, melek ve ahiret telâkkisi belirgin bir şekilde gelişmemiştir. Devamlı değişmeye ve tahrife elverişlidir. Çoğu zaman bazı seçkin şahıslar tarafından uydurulmuş veya herhangi bir toplumda zaman içerisinde kendiliğinden ortaya çıkmıştır.

Ahmet GÜÇ-SBA

BATIL- Kavramsal Açıdan

Arapça bir kelime olup boşa gitmek, hükümsüz olmak, ifade etmemek anlamlarında kullanılır. Kelimenin etimolojik yapısı ile semantik anlamı arasında bir tür paradoksal bir ilişki var. Çünkü varolan, görülen, elle tutulan maddi bir nesne, canlı bir varlık veya soyut bir kavram reci varlığına rağmen hakikatte değildir. Bir sözün özel harf diziminden teşekkül eden varlığının maddi olarak varolmasına rağmen, geçerlilik düzleminde gerçeklik ifade etmemesi, bundan dolayı kaale alınmaya değer bulunmaması gibi. Eylem (fiil) düzleminde de benzer bir durumdan söz edilebilir. Örneğin kurallarına uygun vukubulmamış bir alışveriş, hukuk açısından batıldır, yani geçersiz ve hükümsüzdür.

Bu semantik tanım, batılın karşısında Hakk’ın yer aldığını gösterir. Şu halde hak, batılın zıddıdır. Aynı Örnekten hareket edilirse, alışverişte ve tabii daha geniş anlamda bütün ticari ve mali mübadelede asgari hukuki şart olarak rıza ve kabule dayalı alışveriş hak, aksine olan alışveriş şekillerine batıl demek müm­kün oluyor.

Sosyal, iktisadi, kozmik, hukuki ve ahlaki bütün düzlemler hak-batıl ikileminden bağımsız değildir. Şüphesiz bu ikilem görece insana yansıyan yönü ve algı biçimiyle vardır. Kozmik düzen içinde yer alan bülün varlık dünyası ve varlık mertebeleri ontotojik olarak haktırlar; ancak görece bilgi ve değerlendirme yapma durumunda olan kimi insanlara yansımaları anlamsız, abes (absürd) ve batıl konumunda olabilir. Allah, varlık dünyasını hak olarak yaratmıştır. Ama kimileri bunu anlamlandırmakta aciz kalabilir, varlığı batıl, boş bir çaba şeklinde görebilir. Kur’an-ı Kerim’e göre nihai anlamda sadece Allah Hak’tır; diğer bütün varlıklar batıldır. Bu mutlak ile izafi arasında varolan ayırım gereği bir tanımlamadır. Çünkü sadece Allah, kendi zatı ile kaim, başkasına muhtaç olmayan, doğmamış doğurulmamış, kayyum, samed, vahid ve mutlaktır. O’nun dışındaki bütün varlıklar ise varoluşlarıyla Allah’a bağımlı oldukları için batıl, yani geçici (fani) bozulmaya elverişli (fesad), sonlu, sınırlı değişken ve izafidirler. Benzer bir ayrım varlık mertebelerinin dünya düzlemine doğru inildiğinde İnsan hayatını kuşatan ilahi ve beşeri olan sosyal, ahlaki, hukuki ve entellektüel alanlar için de geçerlidir. Bu durumda Allah’tan olan Hak, heva ve hevesin tezahürü olan batıldır.

Hukuktan ve ibadetlerdekİ konumuyla batıl meşru olmayan demektir. Kurallarına uygun olmayan alışveriş ile abdestsiz ve rükunsuz kılınan namaz örneklerinde olduğu gibi, ilahi bilgi ve hükümlere uygunsuzluk batıl dediğimiz eylemleri ortaya çıkarır.

Hukuk kozmolojiye, ahlaktan toplumsal alana kadar varolan bütün düzlemlcrdcki hak ve batıl ikilemi bazı konum ve durumlarda tama­men bir çelişkiye dönüşür. Özellikle ahlaki, epistemolojik ve sosyal alanlarda derinleşen çelişki, Hakk’ın apaçık ortaya çıkışıyla batıl zail olur, hükmünü ve geçerliliğini kaybeder. Ancak yine de bu, batılın bütün zamanlar için ebediyyenyok olduğu anlamına gelmez. Çünkü dünyevi düzlemde insan varoluşunun bir anlamı da sınanmanın sonucunu tayin edecek bu ikilem ve çelişkinin karşılıklı çatışmasıdır.

Ali BULAÇ-SBA

Daha yeni Daha eski