zakariya_al-razi1.jpg 15 421″ align=”left” />Ebü Bekr Muhammed İbn Zekeriyye er-Râzi
İslam dünyasının yetiştirdiği ender filozof ve bilimcilerden biridir. Tıbbi ve kimya sahasında Ortaçağ İslam ve Batı dünyasının yegane otoritelerindendi. Bilimsel kimyanın kurucusu sayılır. Modern kimyanın doğuşuna kadar Doğu’da ve Batı’da fikirleri hakim görüştü. Tıb alanındaki en büyük buluşlarından birisi, kızıl ve kızamık arasındaki farkı ortaya koymasıdır. Eserlerinden çoğu Latince, İbranice ve diğer batı dillerine çevrilmişti. Batılılar arasında ismi Rhazes, Alrazes ve Albubator olarak Latinceleştirilmişti. Tıb sahasında en önemli eseri “el-Hâvi” (20 cilt) ve “Kitabu’l-Mansur” dur. Burada onun bilimsel cephesi üzerinde durulması konumuzun dışındadır.
Râzi 250 (864) yılına doğru Rey şehrinde doğmuştur ve orada 373 (925) yılında vefat etmiştir. Bazı kaynaklar vefat tarihini 320 (932) olarak göstermektedirler. O günkü İslam dünyasının çeşitli kültür merkezlerine seyahetler yapmış, Rey ve Bağdad’ın hastahanelerinde Başhekim olarak da çalışmıştır.
Burada bize yakından ilgilendiren onun felsefi yönüdür. Râzi yirmiden fazla felsefl eser yazdığı bilinmektedir( Fakat bunlardan bize kadar birkaçı, tam ve parçalar halinde ulaşabilmiştir. Bu bakımdan, Râzi felsefi görüşlerini tam mânasıyla öğrenme olanağından yoksunuz.
Râzi esas itibariyle bir tabiat bilimcisi olması hasebiyle, tabiat bilimlerine dayalı bir felsefe anlayışına sahiptir. İşte bu sebepten felsefi ve metafiziki meselelere hep, Tabiat bilimlerinin metodu sayılan duyumlama ve deneye dayanan ampirik ve tümevarım metodlarıyla yaklaşmıştır. Yine aynı sebepten dolayı, tabii’ ahlak felsefesiyle uğraşmış, Sokrat öncesi filozoflara ilgi duymuş, psikoloji ve ahlâki fikirleri ile Eflatun’un; ve mantıki görüşleri hariç Aristo’nun kavramsal felsefelerine hiç ilgi duymamıştır. Hatta Aristo metafiziğinin ve fiziğinin temel kavramlarını şiddetle tenkid ederek bilimsel bulmamıştır. Aynı inançla Mu’tezile kelâmı ve metafiziğini tenkid etmiştir; bu konuda bir eser de vücuda getirmiştir. Ayrıca yeni-eflatuncu metafizik fikirleri benimsemediğinin en büyük kanısı, Proclos’a karşı yazdığı “Reddiye” sidir.
Şimdi, Razi’ felsefesini özetlemeye çalışalım: Râzi kozmoloji ve metafizik görüşlerini beş esasa dayandırır. Bunlar: Allah, Ruh, Madde, Zaman ve Mekân’dır. Hepsi ezeldir. Razi’nin bu Beş Ezeli’ teorisinin menşei tartışmalara yolaçmıştır. Biz, Şehristâni Fahreddin Râzi, Nasreddin Tûsi ve Kraus’u takipte, onun, bunu Harranlı Sâbiilerden aldığı kanaatını taşıyoruz; çünkü Sâbiiler daha önce aynı Beş Prensip’i kabul ediyorlardı. M. Fahri gibi bazıları bunu garip niteleyerek, Râzi’nin bu teoriyi, Hindiilerin Nyaya-Vaishishka mezhebinden almış olabileceğini imâ ediyorlar. Diğer taraftan Birüni ve onu müteakiben el-Kâtibi ve el-Marzüki’, Râzi’nin bu beş ezeli’ prensibi Yunanlılardan aldığını söylemektedirler. Fakat, yunanlılardan hiçbir filozofun, Râzi’nin anladığı “Beş Ezeli Esas” teorisine sahip olduğunu bilmiyoruz.
Yaratılış, bu beş esastan biri olan Allah’ın ruhun maddeye olan meyline ve meftunluğuna müsaade etmekle, zorunlu olarak ruh maddi’ formlar aldı ve böylece Allah zorunlu olarak kâinatı yarattı. Fakat bizzat yaratılışın kendisi zamanladır, yani sonradandır ve âlem geçicidir. Zaten Râzi’nin Proclos’un, âlemin ezeliliği görüşüne karşı yazdığı risâle de bunu anlıyoruz. Aristo’ya karşı, Demokrit gibi Râzi, cisimlerin atomlardan oluştuğunu ve cisimler veya atomlar arasında boşluğun mümkün olduğunu savunur. Aristo’nun zaman, mekan ve hareket kuramlarını tenkid ederek, zamanın hareketle ilgisi olmadığı gibi, onun sayısı da değildir. Hareket zamanı doğurmaz, ancak varlığını gösterebilir. Mekânı, cisimden mantiken de olsa ayrı düşünülebilen mücerred bir kavram olarak düşünür. Bu manada mekan, salt maddenin kaim olduğu yerdir. Ona göre, bir külIi bir de cüz’i mekan vardır. Külli mekan cisimden tamamen ayrı bir şeydir. Bu mekan hem sonsuz hem de ezelidir. Cüz’i mekan cisim veya maddeden ayrı olarak düşünülemez. Cüz’i mekan, cismin kendisinden ayrılmayan kılıfı ve zarfıdır. Zamanı, mutlak veya külli zaman ve izafi veya cüz’i zaman olarak ikiye ayırır. Mutlak zaman, ölçülemez, sınırsız ve ezelidir; bu dehr’dir. İzafi zaman ölçülebilir ve sınırlıdır, hareketle ortaya çıkar. Cisimler zati hareketleriyle yer merkezine doğru hareket ederler (gravitation); yoksa Aristo’nun dediği gibi tabii mekanların yahut terkiplerindeki baskın unsurlara bağlı olarak aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya hareket etmezler.
Fisagor ve Platon gibi Razi, KülIi Rüh’u ezeli bir Cevher olarak kabul eder. Külli ruh, varlıkları oluşturmak için maddeyle birleşince cüz’ileşir. O halde cüz’i ruhlar, varlıklar gibi ezeli ve sonsuz değildir. Cüz’i ruhlar, bedenden sonra külli ruhla birleşirler. Eflatun gibi, İslama ve Aristoculuğa aykırı olarak, Razi, tenasüh (metephyschos) teorisini kabul eder. Bunun için de, canlıların öldürülmesine karşıdır. Eflatuncu ve Fisogorcu bir ahlak telakkisini benimseyen Razi, ruh ve nefsin arındırılmasına önem verir ve gerçek hayat böylece kazanılır ki, o buna “Felsefi Hayat” veya “Felsefe Yolu” adını verir. Nefsin ihtiraslarından, zevklerden uzak bir hayatı, ideal hayat tarzı görür. Razi’nin kendisi böyle bir hayat yaşamaya çalışmıştır. Muayene ettiği hastalardan çoğu kez hiç para almadığı gibi, özellikle fakir hastalara para vermiş ve kazancını fakirlere paylaştırmıştır.
Razi’nin zındıklıkla suçlanmasına asıl sebep, yukarıda gördüğümüz felsefi fikirleri değil, onun deizmi ve din görüşüdür. Allah’ın varlığını tanımak, iyi ve kötüyü ayırdetmek için dinlere ve peygamberlere ihtiyaç yoktur, bu konularda akıl yeterlidir, der. Dinler ve peygamberler birbirlerini yalanlamışlardır. Onların tek ortak noktası Allah’tan bahsetmiş olmalarıdır. Din ve peygamberlik hakkındaki menfi görüşlerini “Hiyelu’l-Mütenebbin”, “Mehariku’l-Enbiya” ve “Nakzu’l-Edyan” adlı eserlerinde ifade etmişti. Şu cümleleri onun bu konudaki görüşlerini özetler mahiyettedir: “Bütün insanlar yaratılıştan eşittir. Peygamberlerin hiç bir akIi ve ruhi üstünlükleri yoktur. Mucizeler birer vakıa değil, efsanedir; tek olan ezeli hakikate aykırıdır. Savaşların çıkmasına ve insanlığın mahvolmasına dinler sebep olmaktadır. Din adamları felsefi düşüncenin ve ilmi araştırmaların en büyük düşmanı ve engelidirler. Filozofların eserleri, insanlık için mukaddes kitaplardan daha çok faydalıdır. Dine bağlı olmanın sebepleri, taklit, alışkanlık, ananecilik, tembellik, baskı ve hadiselerin meydana getirdiği korkudur.
Razi’ye ait olduğu bildirilen bu görüşlerin, Aydınlanma çağının Didero ve Voltaire gibi materyalist ve hümanist yazarlarının öncüsü olduğu kadar günümüz marksistlerinin, din ve inançların korkudan doğduğunu söyleyen ve bu bağlamda natüralizmin kurucusu sayılan Max Müller’in de öncüsüdür. Bu fikirlere sahip olmada ya daha önceki Ravendi gibi dehrilerden, ya da Ravendi gibi Razi de kendisiyle arkadaşlığı olan ve Hind dinleri uzmanı olan İranşehri’nin eserlerinden veya İslam yazarlarının lX. ve X. yüzyıllarda genel olarak Berahime diye isimlendirdikleri bir Hind mezhebinden etkilenmiş olabilir. Çünkü Berahime, Allah’ın peygamberler ve vahy göndermesinin tamamen gereksiz olduğunu öğretiyordu.
Sadece Ehl-i Sünnet kelamcıları değil, Şii kelamcıları ve İsmaililer, başta Farabi gibi filozoflar olmak üzere birçok Müslüman yazar Raziye itiraz etmiş ve reddiyeler yazmışlardır. Farabi’nin bu konuda “Kitabu’r-Red ala’r-Razi” si meşhurdur; fakat ne yazık ki, bu eser bugüne kadar ele geçmemiştir. Ebü Hatim Razi (öl. 933), Razi’yi oldukça eleştirmiştir. Daha sonra da itirazlar devam etmiştir. Muhammed Surh-i Nişaburi, Hamid Kirmani ve Xl. yüzyılın büyük İsmaili daisi Nasır Hüsrev (öl. 1061) Razi’ye itiraz ve hücum eden kimselerdendir.
İslâm Felsefesine Giriş- Prof.Dr. Mehmet Bayraktar-Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Ayrıca,
Kimya biliminde Cabir’in açmış olduğu yoldan giderek yapısal dönüşüm kuramını benimsemiştir; ancak Câbir gibi Aristotelesçi değildir; maddenin oluşumunu dört unsurun birleşmesiyle değil, atomların birleşmesiyle açıklama eğilimindedir. Câbir gibi, bir dizi deney yaparak saf elementi elde etmeye çalışmış ve bu işlemin, maddenin erimesi, çözülmesi, parçalanması, ortaya çıkan parçaların farklı parçalarla birleşmesi ve oluşan ürünün çökelmesi gibi 5 ayrı süreçten geçtiğini belirtmiştir.
Çalışmaları sırasında yeni kimyevî maddeler, yeni yöntemler ve yeni aletler geliştiren Râzî’nin en önemli başarılarından birisi, farklı organik maddeleri damıtmak suretiyle çeşitli yağlar, tuzlar ve boyalar elde etmiş olmasıdır; ayrıca, demir gibi zor eriyen metallerin ergitme işlemleri ile ilgili araştırmalar da yapmıştır.
Razi’nin kimya alanındaki çalışmalarının yanı sıra, tıp alanındaki çalışmaları da çok önemlidir. Rey’deki bir hastanede doktor olarak görev yapmıştır. Bilimsel bir tutum sergileyerek yerleşik otoriteleri önemsememiş, daha çok kendi gözlem ve deneylerine öncelik tanımıştır. Kendisine daha çok Hippokrates’i örnek alan Râzî, Hippokrates gibi, iyi bir klinisyendir; hastalarını tedavi süresince dikkatle gözlemiş ve teşhis ve tedavisini bu gözlemler sırasında elde etmiş olduğu bilgiler ışığında yönlendirmiştir. Teşhis sırasında özellikle nabız, idrar, yüz rengi ve terleme gibi gibi göstergeleri göz önünde bulundurmuştur.
Râzî ilk defa Ortadoğu ülkelerinin çoğunda yaygın olarak görülen çocuk hastalıklarından çiçek ve kızamığın tanılarını vermiş ve bunlar arasındaki farkları belirlemiştir.
Râzî’nin hastalıklara ilişkin incelemelerini içeren küçük boyutlu yapıtlarının yanı sıra, Hâvî (Bütün Bilgiler) adlı kapsamlı bir yapıtı daha vardır. Burada, baştan ayağa doğru bütün beden hastalıklarını sıralayarak, bunlara ilişkin derleyebildiği bütün bilgileri sunmuştur. Yapıtın en önemli yönlerinden birisi, daha önce yaşamış olan hekimlerin görüşlerini de içermesidir; bu nedenle, tıp bilgisinin gelişim sürecini araştıran tarihçiler için bulunmaz bir kaynak niteliğindedir.
Bu yapıttan edinmiş olduğumuz izlenime göre, Râzî hastalıkların tedavisinde, ilaçla tedavi yöntemini tercih etmiştir. Böbrek taşlarının ve mesane taşlarının çıkarılması gibi, genellikle cerrâhî müdâhalenin beklendiği durumlarda bile, ilaçla tedaviyi yeğlediği görülmektedir; hatta bu konu ile ilgili olarak kaleme almış olduğu müstakil bir eserde de aynı şekilde ilaçla tedavi öngörülmüştür.
Razi, eser yazmaya gayret göstermiş ve ömrünün büyük bir kısmını kitap yazmakla geçirmiştir. Kız kardeşinin bildirdiğine göre; eserlerinin sayısı iki yüz otuz civarında olup kitap, risale, makale şeklindedir. Eserleri, başta tıp ve kimya olmak üzere muhtelif fen ilimleriyle ilgili olup şunlardır: 1) El-Havi fit-Tıb: Otuz ciltlik, bu en önemli olan eserinde, insan vücûdunu uzuv uzuv incelemiş ve her uzuv ve organda görülen hastalıkları tetkik ederek tedavi yollarını göstermiştir. Eserde; hastalıkların tedavisi, hastalıklar ve teşhisleri, sağlığı koruma, hasta bakımı ve kontrolü, cerrahi ilaçlar, gıdalar, sentetik ilaçların imali, tababet sanatı, eczacılık, insan vücûdu ve anatomisi, organlar ve bozuklukları olmak üzere on iki bölüm vardır.
Razi’nin bu meşhûr eseri, ortaçağların başından itibaren Latinceye tercüme edilmiş, 17. asrın sonlarına kadar Avrupa üniversitelerinde temel araştırma ve ders kitabı olarak okutulmuştur. Eser ilk defa, 1279 senesinde Fereç bin Zalim adlı Sicilyalı bir Yahûdi tabip tarafından Latinceye tercüme edildi. Daha sonra 1486 senesinde Continens çevirdi. Bu tercüme, o tarihlerde Paris’te kurulan tıp fakültesinde kullanılan dokuz temel eserden birisiydi. Razi, bu eserinin müsveddesini yazdıktan sonra temize çekmeye ömrü yetmemiştir. Devrin alimlerinden İbn-ül-Amid, binlerle dinar vererek müsveddeleri Razi’nin kız kardeşinden satın alıp temize çektirdiği bu eseri bizzat Razi’nin talebelerine inceleterek yeniden tanzim etmelerini sağlamıştır. Böylece kaybolup gitmekten korunan eser, günümüze kadar ulaşmıştır.
2) El-Mansûri fit-Teşrih: Diğer önemli bir eseri olup, yirmi cilttir. Bu eseri, Horasan Sultanı Mansûr bin İshak Samani’ye ithaf ettiğinden, Mansûri ismiyle meşhûr oldu. Eserde, özellikle insan vücûdunun anatomik yapısını ele almış, organları ve vazifelerini izah etmiş, gıda maddelerini, hıfzıssıhha (sıhhati koruma) konusunu ve daha birçok tıbbi mevzûları incelemiştir. On bölüm olan eserde; anatomi bilgileri, bünyevi incelemeler, gıdalar, ilaçlar, sıhhat, insanlara deva, yolculuk nizamı, cerrahlık, zehirler ve zehirlenmeler, umûmi hastalıklar gibi temel tıbbi konular ele alınmıştır. Latinceye tercüme edilen eser, 1480 senesinde Milano’da yayınlanmıştır. El-Havi fit-Tıb gibi bu eser de, asırlarca Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur.
3) Kitab-ül-Fahir: Bir tıp ansiklopedisi mahiyetinde olan eser, baştan sona insanın bütün uzuvlarını tedkik ve tasnif ederek tanıtmaktadır. Raziburada geçmiş hekim ve alimlerin görüşlerinden istifade etmek sûretiyle kendi görüş ve keşiflerini de ortaya koymuştur. Ayrıca, hastalıkları ayrı ayrı ele alıp, çeşitli tedavi yollarını, ilaçları ve kullanılışlarını tarif etmektedir.
4) Kitabu Sırr-il-Esrar: Kimyaya dairdir. İlk olarak Gerard de Cremona tarafından Latinceye tercüme edilmiş, Avrupa’da bu sahada rehber kitaplardan biri olma özelliğini kazanmıştır. Ayrıca pekçok dile tercümesi yapılmıştır.
5) Risale fil-Hisbeti vel-Cüderi: Razi’nin batı aleminde en çok tanınan eseri budur. Çiçek ve kızamık hastalıkları hakkında yazılmış olup, bu alanda tıp
tarihinin ilk yazılı eseridir. 1565 senesinde Latinceye çevrildi ve 1866 senesine kadar, kırk defadan fazla yayınlandı.
6) Kitabu men la Yahduruh-ut-Tabib (halk ve fakirler için tıp el kitabı),
7) Kitabun fis-Sana’at-il-Kimya,
8) Kitabun fil-İntikad vet-Tahrir alel-Mu’tezile (Mu’tezile mezhebini tenkit ve reddiye),
9) Kitabu Hey’et-il-Âlem (astronomiyle ilgili),
10) Kitabu Menafi-il-Edviye (ilaçların faydaları hakkında),
11) (Kitabun fi Keyfiyet-il-Ebsar (göz ve görmeyle ilgili),
12) Kitab-ul-Hiyel (mekanik),
13) Kitab-ul-Medhal-it-Ta’lim, (Öğretime Giriş),
14) Kitab-ul-Medhal-il-Burhani,
15) Kitab-ul-A’yat,
16) Kitab-ut-Tedbir,
17) Kitab-ul-Iksir,
18)Kitab-ul-Mahabbe (psikoloji),
19) Kitab-uş-Şevahid,
20) Kitabu Ber-us-Sa’a,
21) Kitab-ül-Fahir fit-Tıb,
22) Kitabu Tıbb-il-Mülki,
23) Kitabun fi Vec’il-Mefasil,
24) Kitabu Et’imet-il-Merda (hasta yemekleriyle ilgilidir),
25) Kitabun fil-Kulunç,
26) Kitab-ul-Kafi fit-Tıb,
27) Kitabun fil-Bah.
Razi’nin eserleri asırlarca Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Avrupa ancak 18. asrın ortalarına doğru, Razi’nin bulunduğu noktaya ulaşabilmiştir.
kaynak: Türkçebilgi.com