GAZZÂLÎ Düşüncesi, Faaliyeti, Felsefesi,Eserleri (İslam Filozofları)

nizamiyegazali.jpg” border=”0 İmam-ı Gazali

İmam-ı Gazali (Arapça: أبو حامد محمد بن محمد الغزالي, Abū Hāmid Muhammad ibn Muhammad al-Ghazālī), Farslı İslam ilahiyatçı, felsefeci, düşünür ve sufi tasavvufcudur. Batı dillerinde ismi Algazel’dir. Künyesi Ebu Hâmid, lakabı Huccet-ül-İslam ve Zeyneddin’dir. Gazali mahlası ile meşhurdur.

İmam-ı Gazali Hicri 450 veya Miladi 1058 yılında Tus şehrinde doğmuştur. İlk öğrenimini Tus şehrinde Ahmed İbn Muhammed er-Radegani’den, daha sonra Cürcan şehrine giderek Ebu Nasr el-İsmailiye’den eğitim görmüş daha sonra 28 yaşına kadar Nişabur Nizamiye Medresesi’nde ilim öğrenimi görmüş, Hocası İmam-ül Haremeyn el-Cüveyni 1085 yılında ölünce Nişabur’dan Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk veziri Nizamül Mülk’ün yanına gider. Nizamül Mülk el-Gazali’yi 1091 yılında Bağdat’taki Nizamiye Medresesi’nin Baş Müderrisliği’ne getirir. Bu arada Nizamül Mülk 1092 yılında Horasan’da öldürülür. 1095 yılının Kasım ayında el-Gazali Nizamiye Medresesi’ni bırakır ve buradan 1096 yılında hac ibadeti için, önce Şam, Kudüs sonra Medine ve Mekke’yi ziyaret edmiştir. 1105 yılında tekrar Tus şehrine geri döner. Nizamül Mülk’ün oğlu Fahrül Mülk’ün ricası üzerine, 1106 yılında Nişabur Nizamiye Medresesinde eğitim verir daha sonra 1111 yılında doğum yeri olan Tus şehrine geri döner.

Gazali, Miladi 1111 (Hicri 505) yılının Cemaziyelevvel ayının 14. Pazartesi günü vefat etmistir.

Vikipedi


GAZZÂLÎ

Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Ahmed’ (H. 450/505/m. 1058-1111) Tus şehrinde doğdu. Yaşadığı yüzyıl siyasî bakımdan çalkantılı, fakat ilmî ve dinî hayat bakımından İslâm dünyasının ve hatta o günkü dünyanın en parlak dönemini teşkil eder. Ayrıca Gazzâlî, yalnız döneminin değil, bütün İslâm düşüncesi tarihinin en önde gelen düşünürlerindendir. Ehl-i sünnet inancına yaptığı hizmet, kendisine Huccetü’l-İslâm lakabının verilmesine sebep oldu. Fıkıhta Şâfiî, kelâmde Eş’ariyye ekolünü benimsemiş olan Gazzâlî ömrünün sonlarını tasavvufî bir hayat içinde geçirdi.

Gazzâlî; Kelâmcılar, sûfiyye, bâtinîler ve özellikle yunan kaynaklı felsefe dahil, devrinin bütün düşünce şekillerini olabildiğince tahlil ve tenkitten geçirdi (De Boer, İslam’da Felsefe tarihi, Çev, Yaşar Kutlay s. 109).

Eserleri, İslâm dini ve düşüncesinin hemen her alanı ile ilgili olduğu gibi, her zihin seviyesindeki insana hitabedecek şekilde de hem yaygın hem yüksek bir özelliğe sahiptir. Başlıcaları; İhyâ’ü-Ulûmi’d Dîn: Şam’da inzivada bulunduğu sırada yazdığı, İnanç, ibadet ve tasavvufa dair konuları içine alır. El-Munkız’u-mine’d-Dalâl: Düşünce hayatını ve kendisinin geçirdiği ruhâ-manevî merhaleleri anlattığı eseridir. Bu eser değeri bakımından Augustin’in “Les C onfessions” (itirafla) ına; Descardes’in “Metod üzerine Konuşma” sına ve Rousseau’nun “itiraflar” ına benzetilir (Hilmi Ziya Ülken, İslâm Felsefesi-Kaynakları ve Tesiri, İstanbul, 1967, s. 120). Mekâsıdu’l-Felâsife: Felsefenin mahiyetini ve filozofların delillerini sergiler. Daha sonra tenkit edeceği İslâm meşşaî (Aristocu) felsefesinin güzel bir tanıtımı mahiyetindedir.

Mi’yâru’l-İlm ve Mihakkü’n-Nazar: Bu iki eser, klâsik mantığın temel problemlerini sergiler ve mantığın öneminden bahseder.

el-İktisad fi’l-i’tikad, İlcamu’l-Avân an ilmi’l-Kelâm, Mizânu’l-Amel, Mişkâtu’l-Envâr, Cevâhiru’l-Kur’ân, er-Risâletü’l-ledunniyye Faysalu’t-Tefrika, Kimyayı Saadet, Mearicü’l-Kuds, el-Mustasfa isimli eserleri ise Kelâm, tasavvuf ve ahlâka dairdir. Gazzâlî, sözü geçen eserleriyle İslâm inanç ve düşünce hayatının günümüze kadar gelen meselelerinin hemen hepsiyle ilgilendiğini göstermektedir.

Bütün endişesi İslâm akidesini, buna bağlı olarak da İslâm ahlâkını ve düşüncesini savunup yaymak olan Gazzâlî, din ile doğrudan ilgili bulunmayan diğer ilimleri de İslâm dinini esas alarak değerlendirmiştir. Bu sebeple de devrinin geleneğine uyarak bütün ilimleri, İslâm inancını esas kabul ederek bir sınıflamaya tâbi tutmuştur.

Buna göre, ilimler önce;

a-Şer’î (dinî) ilimler: Usûl, yani Tevhid ilmi ve furu’ amelî ilimler.

b-Aklî ilimler: Rîyazî ve mantıkla ilgili olanlar; Tabiî ilimler, metafizik (varlık ilmi) diye ana bölümlere ayrılır. Daha sonra, İlâhiyât, Siyâset ve Ahlâk da ayn ilimler olarak yer alır (Gazzâlî, Makasıdu’l Felâsife Nşr. Süleyman Dünya, Kahire,1960, s. 134 vd).

Gazzâlî’nin ilimleri değerlendirişi, din-ilim ve din-felsefe ilişkileri gibi, günümüz insanını yakından ilgilendiren hususlara ışık tutacak mahiyettedir. Ona göre, matematik, Geometri ve Astronomi gibi ilimlerin olumlu veya olumsuz denebilecek şekilde din ile ilgili bir yönü bulunmamaktadır. Bu ilimlerin meseleleri, aklî delillerle ispat edilen konular olup, öğrenildikten sonra inkâra mahal bulunmayan hususlardır. Din adına bu gibi ilimlere karşı çıkmak, dine zarar verir. (Gazzalî, el-Munkız’u-mine’d-Dalâl, çev. Hilmi Güngör, İstanbul 1948 s. 18). Mantık ilmi de dinin esaslarıyla ilgili bulanmadığından, onun reddedilmesi doğru değildir. Şayet, yukardaki bu söz konusu ilimler din adına reddedilecek olursa, reddedenin aklında hatta dininde bir kusur olduğu şüphesi uyanabilir (Gazzâlî, a.g.e., s. 20-21).

Tabiatı kendine konu edinen ilimlere gelince, bunlar, âlemdeki cisimlerden yani, gökler, yıldızlar, yerdeki su, hava, toprak, ateş gibi basit cisimlerden, hayvanlar, bitkiler, madenler gibi bileşik cisimlerin değişme ve gelişmelerinden bahseder. Din, tıp ilmini olduğu gibi, bu çeşit tabiata dair ilimleri de inkâr etmez. Ancak, felsefeciler (felâsife) ilâhiyata dair ve metafizikle ilgili konularda yanılmışlardır der (Gazzâlî a.g.e., s. 22-25).

Gazzâlî, İslâm dünyasının siyasî çalkantılı döneminde ve İslâm inancının çeşitli düşünce akımlarıyla mücadele ettiği bir sırada yaşadığından, inanç konularını ele alıp savunun kelâm ilmini, aklî meseleleri işleyen felsefeyi ve dini hayatı bu ikisinin üstünde ve dışında tamamen ruhî bir yaklaşım içinde görmeye çalışan tasavvuf ekollerini ciddi bir tenkit ve tahlilden geçirme ihtiyacı duymuştu. Onun birinci gayesi, İslâm inancına ve ehl-i sünnet akidesine gelebilecek her çeşit hücuma karşı koymaktı (Mâcit Fahri, İslam felsefesi Tarihi, Çev. Kasım Turhan, İstanbul 1987, s. 174). Bu sebeple, günümüz müslümanlarına da ışık tutacak bazı temel ilkeler tesbit etmişti. Buna göre,

Kelâmcılar, İslâm dininin inanç esaslarını bid’at ehline yani, ehl-i sünnet ve’l-cemaat yoluna uymayan her çeşit inanç ve düşünceye karşı savunurken, onların delillerini ve mantığını da kullanmak durumunda kalmışlar, sadece karşılarındakilerin fikirlerinin yanlışlığıyla uğraşmamışlardır. Oysa Gazzâlî’ye göre bu usûl ile halkı bile ikna etmek mümkün değildir. Yine, kelâmcılar bu ilmin amacı dışına çıkmışlardır. Çünkü, herkes için yararlı olmayacak olan bu ilmi çok yaygınlaştırmışlardır. Gazzâlî, İslâm inanç esaslarını bir savunma aracı olan kelâm ilmini, şüpheye düşmüş zeki kimselerin şüpheden kurtulmak gayesi ile ve İslâm inancını savunan bilginlerin’ dini savunmak için öğrenmesinin uygun olacağını söyler.’

Gazzâlî’nin en mühim yönlerinden biri de, felsefe ile olan ilişkisidir. Onunun felsefe çalışması, İslâm düşüncesinde ve ilâhiyet alanında kendisinden sonra gelen düşünürlerin ve düşünce alanlarının herbirinde etkili olmuştur. Bu konuda kullandığı metot ise, felsefesine karşı olduğu, Aristo mantığını kabul ederek ve felsefeyi yakından tanıyarak, felsefe tenkitçiliği şeklinde ortaya çıkar. (W. Montgommery Watt, İslâmî Tetkikler, İslâm Felsefesi ve kelâmı, çev. Süleyman Ateş, Ankara 1968, s. 108 vd.).

Gazzâlî’nin bir felsefe tenkitçisi olarak İslâm dünyasında derin etkisine ek olarak, onun “şüphe, hakkı götürür.” prensibiyle Fransız düşünürü Descartes’e “Sebep ile sonuç arasında zorunlu bir bağlılık yoktur” düsturu ile David Hume’a ve “Aklın bütün meseleleri kavrayamadığını” ileri süren ilkesiyle de Alman düşünür Kant’a öncülük ettiği söylenir (Cavid Sunar, İslâm Felsefesi Dersleri, Ankara,1967, s. 115).

Gazzâlî’nin felsefe’den amacı, dinin felsefeden üstün olduğunu göstermektedir. Uaşmak istediği şey de, her türlü şüpheden uzak kesin (yakînî) bilgidir. O, aradığı kesin bilgiyi dünya ile ilgilerini kesmiş olan kalbin safiyetinde bulur. bu tavrıyla da genelde tasavvufa meyleder. Allah hakkında bir bilgiye sahip olmanın şartı; mal, evlat, makam, mevki, vb. dünya ile ilgili bağlardan kurtulma, dilin daima Allah’ı zikretmesi ve nihayet dildeki zikrin kalbe intikâl edip, hatta kişinin kalbinden de lâfız ve kelimelerin silinip, sadece onları manasının kalmasıdır. Kişi ruhu temizleme yoluna girip, bu yolun gerektirdiği şeyleri uygulamaya başlayınca, kendisinde Allah’ı tanıyıp bilmeye yarayan keşifler ve müşâhadeler zuhûr etmeye başlar (Gazzâlî, ihya, III, s. 19).

Hayatının sonlarında yazdığı ve bir otobiyografik eser olan el-Munkız’u mine’d Dâlâl’de Gazzâlî kendi zihnî ve ruhî durumunu anlatır. Burada derin ve hakikati arayan bir şüphe sergilenir. O, bu yıpratıcı şüpheden Allah’ın lütfu ile kalbine attığı bir nur yardımıyla kurtulur. Böylece, apaçık hakikatleri aklın, akıl yürütmenin ve mantığın yardımı olmaksızın yani delilsiz ve ispatsız bir şekilde birdenbire kavraması mümkün olmuştur (Gazzâlî, el-Munkız, s. 8), Allah’ın kereminden gelen bu nur ile gerçeğe ulaştıktan sonra, kendi zamanındaki hakikat araştırıcılarını bu sahip olduğu ölçüye göre dört sınıfa ayırır ki, bu tasnif, İslâm düşüncesindeki ana ekollerin bir eleştirisi demektir.

a) Kelâmcılar: Bunlar, dinin esaslarını mantıktan çıkardıkları delil ve kaidelere göre savunmaya çalışırlar. Fakat bunlar, “Hâl gözüyle” keşfedilmemiş apaçık dayanaklardan çıkmadığı iç in yeterli gayretler değildir.

b) Felsefeciler (felâsife): Kendi gayretleriyle araştırdığı felsefede Gazzalî filozofları üç ana grupta toplar:

1- Dehriyyûn (Materyalistler): Allah’ın varlığını ve ruhu inkâr eden; âlemin ezelî ve ebedî (başlangıçsız ve sonsuz) olduğunu ileri sürenlerdir. Bunlar, kâfir ve zındık bir guruptur.

2- Tabîiyyûn (Natüralistler): Gazzâlî’ye göre bunları da inkârcı (zındık) saymak gerekir. Çünkü onlar, âlemi tanıyınca, Allah’ın varlığını kabul ettiler fakat, ruhun ölmezliğini ve ahiret hayatını inkâr ettiler.

3- İlâhiyyun: Gazâlî’ye göre bu gurubun da iman esaslarına uygun bulunan yönlerinin yanında, imanla uyuşmayan tarafları da vardır. Felâsife (felsefeciler) zümresini teşkil eden bunların önde gelenleri, Eflâtun ve Aristoteles’in düşüncelerini İslâm dünyasında devam ettirenlerdir. Gazzâlî’ye göre felsefecilerin en mühim yanlışları, ilâhiyyat konusudur. Aristocu (meşşâî) diye bilinen bu filozoflar, gurubunun Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların tutarsızlığı) adlı ünlü eserinde üç meselede küfre, onyedi meselede de bid’at ve sapıklığa düştüklerini ileri sürer (Gazzâlî, Tehâfütü’l-Felasife (Filozofların tutarsızlığı) çev. H. Bekir Karlığa, İstanbul 1981 s. 14-16). Buna göre felâsife; Kıyamet günü haşrın beden ile olmayacağını yani sadece ruhen vücud bulacağını, Allah’ın âleme ait teferruatı değil de sadece Küllî (genel kanunları bildiği), Üçüncüsü de, âlemin kadîm (ezelî) olduğunu ileri sürdükleri için Gazzâlî’ye göre küfre girmişler yani, İslâm dini açısından inkârcı durumuna düşmüşlerdir.

c) Bâtinîler: Gazzâlî’nin ehl-i sünnet inancı karşısında değerlendirdiği ve reddettiği diğer bir grup da, kendi döneminde İslâm akidesi için büyük tehlike teşkil eden bâtinîlerdir. Bunlar, herşeyin zahirî (dış) ve bâtınî (içderûnî) manaları bulunduğunu iddia edenlerdir. Bunlara göre, bütün farzların ve sünnetlerin zahirleri birer işaret ve remizden ibarettir, gerçek manalar ise, bâtında gizlidir. Bâtınîler bu iddialarından yola çıkarak Ayetler Hadisler ve din ile ilgili her hususu bâtınî bir yoruma (te’vile) tabî tutarlar. Halbuki bu durum İslâm dinine uygun değildir.

Gazzâlî zamanında Hasan Sabbah gizli bir teşkilat kurup, etrafındaki fedâilerle dehşet saçarı hareketlere girişmişti, kendini de ma’sum (hata etmez ve günahsız) İmam diye tanıtmıştı. Bu durum, İslâm dini için hem inanç bakımından hem de siyasî olarak bir tehlike oluşturmuştu. Onların temel ilkeleri, birliği te’min etmek için bir İmam-ı masum’â bağlanmak ve bütün bilgileri ondan öğrenmek gerektiği şeklindeydi (Gazzâlî, Munkız, s. 31, vd.) Gazzâlî, onlara karşı, müslümanların İmam-ı masum’u Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Biz, Allah tarafından ona indirilen Kur’an-ı Kerîm’e ve onun sünnetine bağlıyız diyerek, bâtınîliği kesinlikle reddeder (İbrahim Agah Çubukçu, Gazzâlî ve Bâtınîlik, Ankara 1964 s. 51, 70).

d) Mutasavvife: Tasavvuf ehli

Gazzâlî, yukarda sözü edilen üç zümreyi İslâm dini karşısında tenkit ettikten sonra, derinlemesine sûfileri tenkid eder. Ona göre sûfiler, ilmin yanında amelin de lüzumuna inanmış olan gurubu teşkil eder. Onların gayesi, nefsi kötülüklerden temizlemek ve zikir yoluyla kalpten, Allah sevgisinden başka her şeyi atmaktır. Düşünce ile fiili (ameli) birleştiren tek yol buydu. Ona göre büyük sûfilerin arzu ettikleri şey, tatmak ve yaşamaktı. Nefsin arzularını yok etmek, kalbin dünya ile alâkasını kesmek, gurur, kibir, şöhret ve gelecek endişelerini aşmak onların başlıca faziletleridir. Bu faziletler gerçekleşince insanda kalp gözü açılır. Gazzâlî’nin kalbin mahiyeti ve Kalp Gözü hakkındaki açıklamaları İhya, Mizânu’l-Amel, munkız, Risâletü’l-Ledunniyye ve Mikatü’l Envâr isimli eserleri başta olmak üzere, diğer eserlerinde de yayılmış durumdadır. Burada onun kalp ve kalbî bilgi hakkındaki düşüncesi şöyle özetlenebilir:

Kalp, Allah hakkındaki bilginin doğduğu yerdir. O, bir çeşit cevherdir, insan hakikatı onunla kavrar. Kalp, insan ruhunun keşf ve sezgi gibi en yüksek derecesini teşkil eder. Ve bir ayna gibi eşyanın aslını kavrar. Kalp, akıllı kimseyi hayvandan, küçük çocuktan, deliden, ayıran bir mana taşır, maddî göz yani beden gözü dışı (zahiri) görür fakat içi görmez. başkasını görür, kendisini görmez, sonluyu görüp kavram sonsuzu kavrayamaz. Kalp gözündeki nur ise bir olgunluk (kemâl)’tur, yukarda maddî göz için söylenen eksiklikler onda yoktur. O, başkasını idrak ettiği gibi, kendini de idrak eder. Ona, uzak-yakın birdir, eşyanın sırlarına nüfûz edebilir. Kalp gözüne Akıl, Ruh, İnsanî nefs gibi isimler verilir. (Necip Taylan, Gazzâlî’nin Düşünce Sisteminin Temelleri, Bilgi-mantık-iman, İstanbul, 1989, s. 91 vd.).

Gazzâlî bu fikirleriyle, soyut düşünce ve mantığa karşı, yaşanmış tecrübeyi ve zevki koyarak, bunu hakikate ulaştıran bir yol olarak görmüştü. Ona göre tasavvufun asıl değeri de akıl üstü (irrasyonel) âleme açılmış bir kalp gözü olmasından, nazârî olan ile amelî olanı birleştirmesinden, hakikatı bizzat yaşanan tecrübeden çıkarmasından ve ahlâkî hayat için bir örnek olmasından geliyordu.

Görüldüğü gibi Gazzâlî, sûfîlerin zevk ve dînî tecrübe metotlarını benimser, fakat burada yanlış bir hükme varanları da tenkit eder, meselâ; Allah ile birleştiğini, ona hulûl ettiğini, dînî cezbe ve istiğrak (ekstaz) halinde, kendilerini her türlü dînî emrin üstüne çıkmış diye kabul eden bazı sûfilerin bulunduğunu, oysa, bu gibi durumlarına dine tamamen aykırı şeyler olduğunu söyler (Gazzâlî el-Munkız, s. 44, vd.; Necip Taylan, a.g.e. s. 108. vd.).

Gazzâlî’nin üzerinde durduğu çok önemli kavramlardan biri de Akıl kavramı ve aklın din ile olan ilişkisidir. O, aklı çeşitli anlamlarda kullanmıştır. Meselâ; nazarî bilgileri kavramak için insanın yaratılıştan sahip olduğu kâbiliyettir. İnsan, hayvandan bu hususiyeti ile ayrılır. Bazan, tecrübeden elde edilen bilgilere de akıl denir. Nitekim, tecrübeli kimseye akıllı kişi denilmektedir. Aynı şekilde devamlı olan mutluluğu kazanma kabiliyetine de akıl denir. Bundan hareketle Gazzâlî’ye göre aklî ilimleri şer’î (dinî) ilimlere aykırı diye görenler câhillerdir. Akıl, doğru yolu şerîatsız bulamadığı gibi, şerîat (din) da ancak akıl ile anlaşılıp açıklığa kavuşabilir, Bu anlamda akıl göze, şerîat da ışığa benzer. Başka bir ifadeyle, din binadır, akıl ise, onun temelidir. Binasız temel anlamsızdır, temelsiz bina ayakta duramaz.

Akıl ile Nakil (nass) ilişkisinde yorum (te’vil) yapanın durumunu da Gazzâlî şöyle tesbit eder. Te’vil yapanlar şöyle gruplandırılabilir: 1- Yalnız nakle değer verenler, 2- Sadece Akla değer verenler. 3- Aklı esas tutup nakli, akla tabi kılanlar. 4- Nakli esas alıp, aklı nakle tabi kılanlar, 5- Hem nakli hem aklı esas alıp ikisine birden değer verenler. Gazzâlî’ye göre en doğru yolu bu beşincisi bulmuştur. Kısaca Gazzâlî’ye göre akıl ve din birbirini tamamlar. Aslında bu iki taraf, birbirine aykırı da değildir. Din aklın değerini inkâr etmediği gibi, onun önemini vurgulayan ve insanı düşünmeye yönlendiren bir çok Ayet-i Kerime ve hadisler vardır. Böylece Gazzâlî akıl-din ilişkisini karşılıklı bir ihtiyaç ve uzlaşma tarzında yorumlayarak, aklî ilimler ile dinî ilimleri, din ile dine aykırı düşmeyen düşünceyi uzlaştıran bir yol tesbit eder.

Gazzâlî’nin yaşadığı dönemin dinî bakımdan olduğu gibi siyasî bakımdan da önemli olduğunu biliyoruz, o, siyasetle ilgili düşüncelerini et-Tibri’l-Mesbuk fi Nasaihi’l-Mülûk, el-Munkız, ihya, Kimyay’ı-Saadet, el-İktisad fi’l-İ’tikad gibi eserlerinde ilgisi oldukça belirtmiştir. İlimler sınıflamasında siyasete ayrı bir yer vermiş ve siyasetin insan ve toplum hayatı için gereğini belirtmiştir.

Gazzâlî’ye göre siyaset, insanı iyi yola yönlendiren bir ilim olan ahlâkın yanında yer alır. İnsan hayatı için bu dünyada belirlenmiş davranış ilkeleri gereklidir. Çünkü, onlar aynı zamanda ahiret hayatına hazırlığın da bir gereğidir. Sağlam bir dünya teşkilatı ve çalışması olmadan ahiret hayatı içinde istikrar içinde çalışamaz. Bir yerde kanun ve nizamın temin edilememesinden dolayı siyasî bir istikrarsızlık varsa, orada Allah’a hizmet edebilecek zihnî bir sükunet de olamaz onun için insan dünya-ahiret uyumunu kurmalıdır.

Gazzâlî, insanın tek başına yaşayamayacağı yani daima hem cinsine muhtaç olduğu ilkesinden hareketle islamî yönetimi yani devletin gerekliliğini belirtir. Bu durum, neslin devamının şartı olduğu gibi, ihtiyaçların karşılıklı ilişkilerle temin edilmesinin de şartıdır. Fakat insanlar toplum halinde yaşarken, karşılıklı ilişkiler içinde bulunacaklarından, aralarında bazı kavga ve anlaşmazlıklar da tabiî olarak çıkacaktır. Bunu önlemek için bir hukuk sistemi ve hükümet gerekli bulunduğu gibi, bu siyâsî nizamı sağlıyacak bilgi, basiret ve önderlik vasıflarına sahip kimselerinde bulunması gereklidir.

Gazzâlî, İslam devlet başkanlığı için altısı yaratılıştan, dördü müktesep on özelliğin bulunması gerektiğini belirtir. Bunlar, bulûğ çağına gelmiş olmalı, akıllı, hür, erkek, duyu organları sağlam olmalı, cesaretli ve otoriter olmalı, adil olmalı, çıkacak yeni durumlara göre en uygun yolu seçebilmeli, takva sahibi, cömert ve bilgili olmalı (Harun Han Şirvanî, İslâm da siyasî Düşünce ve İdare, s. 97. vd).

Gazzâlî’nin düşünce sisteminin orjinal kabul edilen yönlerinden biri de, kendisinin bu konuda batılı filozoflarla karşılaştırılmasına gerek duyulan sebeplilik (nedensellik) meselesidir. Tehâfütü’l-Felâsife isimli eserinde filozofları tenkit ettiği en önemli felsefe problemlerinden biri olan bu konu, sebep-sonuç arasında görülen ilişkinin mutlak ve zarurî olmadığı şeklinde özetlenebilir. Oysa, sebep-sonuç münasebeti felsefe ve mantıkta birbirine kesin ve zarurî olarak bağlı görülmektedir. Gazzâlî, böyle bir düşüncenin mucizeyi inkâr etmek olacağı anlayışından hareketle, sebep-sonuç ilişkisinin neticesini bir zarûret (vucûb) değilde olabilir (caiz) olarak görür. Çünkü sözkonusu iki taraftan birinin varlığı, diğerinin de var olmasını gerektirmez ve böyle bir gereklilik anlayışı alışkanlıktan kaynaklanır. Meselâ; susuzlukla su içmek, bunun kesilmesiyle ölüm, ilâç ile şifa bulmak, gibi ilişkilerin sonuçları kaçınılmaz değildir. Bunların birbirine bağlılığı, Allah’ın takdirinden dolayıdır. Ve Allah kendi kudretiyle isterse bunları yaratmayabilir (Gazzâlî, Tehâfütü’l-Falâsife, s. 85)

Eserleri ortaçağda Lâtinceye çevrilen Gazzâlî, el-Gazel adıyla meşhur olmuştur. Özellikle yukarda değindiğimiz sebeplilik konusunda Ockhamlı William, Nikola ve Peter gibi hristiyan filozofları etkilemişti. Bunun yanında Gazzâlî, bilhassa Endülüslü iki filozof olan İbn Rüşd ve İbn Tufeyl tarafından ciddi şekilde tenkit edildi. Ancak Gazzâlî, onbirinci yüzyıldan günümüze kadar ehl-i sünnet akidesinin sağlam bir şekilde devam edip gelmesinden ve tasavvufta ilmî otoritesiyle kendini daima hissettirmiştir. Zamanımızda da Kelâm, Fıkıh, İslâm Hukuku, Tasavvuf, Ahlâk ve Felsefede önemli yerini muhafaza etmektedir.

Necip TAYLAN

Şamil İA

hokkakalem123.jpg” border=”0


GAZZALİ
(Gazali- Al Ghazzali)

Ebu Hamid İbn Mehmed ibn Mehmed Gazzali, Zamanının en ünlü kelamcısı, eleştirmeni ve imancı filozofuydu. Şafii mezhebindendir. Horasan’daki Tus kentinde, 1058’de doğdu. Oradan Nişabur’a öğrenime gitti. Genç yaşında büyük bir yetenek olduğunu gösterdi. Kelam ve felsefedeki derin bilgisi, Selçukluların büyük  veziri Nizamül Mülk’ün dikkatini çekti. Nizamül Mülk, Bağdat’ta kurmuş olduğu Nizamiye Medresesi’nin yönetimini ona verdi. Gazzali o zaman 33 yaşındaydı ve oldukça büyük bir ün kazanmıştı. Birkaç sene sonra hacca gitmek için görevini bıraktı. Dönüşte zaman zaman Kudüs,Ş am, İskendireye’de araştırmalar ve çalışmalar yaptı. İskendireye’den Mağribe giderek Murabitin hükümdarı Yusuf bin Taşfin’i ziyaret ettiği söylenir. Yusufun ölümünden sonra yeniden Kudüs’e döndü ve orada inziva hayatı yaşamaya başladı. Bu sırada pek çok eser yazdı: Bu eserlerin genel konusu İslamiyetin diğer dinlere üstünlüğü,dinin felsefeye üstünlüğünü savunmadır.

Gazzali, yaşamının sonlarına doğru inzivasını bozdu ve Nişabur’a döndü. Bağdat medresesinin yönetimini yeniden üstlendi. Bir süre yeniden öğretim hayatına girdi. Fakat bu uzun sürmedi ve Kudüs’e dönerek orada mutasavvıflar için bir tekke kurdu. 1111’de ölünceye dek bu inzivada kaldı. Gazzali’nin yaşamı  ve düşüncelerinin gelişimi konusundaki bilgiyi bizzat kendisinin yazdığı El-Munkiz ’den öğreniyoruz. Felsefe tarihinde bu tarzda hayatıyla eseri arasındaki sık bağlantıyı gösteren pek az örnek vardır. Bunun için yalnız Saint Augustin’in Confessions’u ile Descartes’in discours’unu gösterebiliriz.

Gazali’nin asıl katkısı din, felsefe ve tasavvufta yatmaktadır. Çok sayıda Müslüman filozof, Neoplatonik felsefe dahil, Yunan felsefesinin çeşitli bakış açılarını izlemekte ve geliştirmekteydiler ve bu da birkaç İslami öğretiyle uyuşmazlığa yol açmaktaydı. Öte yandan, tasavvuf hareketi, İslam’ın namaz ve görevlerinin zorunlu yerine getirilmesinden kaçınmak gibi aşırı tenasüpleri üstlenmekteydi. Şüphe götürmez alimliği ve kişisel mistik deneyimini esas alarak, Gazali hem felsefede hem de tasavvufta bu eğilimleri düzeltmeye çabaladı. İbni Sina’ya karşı dinin doğrularını savundu.

Gazzali, Eşariliğe büyük bir hamle vermiş ve kelamın en büyük üstatlarından sayılmıştır.En büyük esiri altı ciltlik nakli ilimler ansiklopedisi ve önemli kelam kitaplarından biri olan İhya’dır. Meşşai felsefesini özetlmeyen Makasid-ül-felasife ile bu felsefeye karşı yapılan şiddetli saldırıları içeren Tefahüt-ül-felasife ve mantığa dair risaleni burada anmalıyız.

Gazzali, El-Munkiz ’de bir dostunun sorularına yanıt vermek için çeşitli doktrinler arasında gerçekle hatayı ayırmanın güçlüklerini, 20 yaşından beri gerçek bilgiye ulaşmak için yaptığı mücadeleleri anlatıyor. Bütün dinsel ve felsefi doktrinleri sırayla inceledikten sonra sonunda her şeyden şüphe ederek mutlak septisizme ulaşıyor.

Bizi çok kere çelişkili hükümlere sevk eden zekadan ve idrak galatlarıyla aldanan duygulardan şüphe ediyor. Akıl da ona güven vermiyor. Zira onun prensipleri kesin olan hiçbir şey ifade etmez. Uyanıklık halinde gerek duyuların idraki gerek zeka ile doğru zannettiğimiz şey ancak içinde bulunduğumuz hale göre doğrudur. Fakat başkasının varolmayacağından emin miyiz? Örenğin uyanıklık halimizin uykudaki halimize oranı bu halin uyanıklığa oranını aynı olabilir. O durumda aklımızla doğru sandığımız bu yeni hal gerçekte rüyadan ibaret olabilir.

Bununla birlikte Gazzali, felsefeye yöntem olarak kullandığı bu şüphecilikten geri dönüyor. Fakat bu dönüş, Descartes’te olduğu gibi aklın zaferi ile sonuçlanmıyor. Gerçeği hararetle ararken kelamcıların, Batınilerin, filozofların, mutasavvıfların doktrinlerini derinden derine tahlil ediyor. Onların gerçeğe ulaşmak konusundaki yetersizliklerini açıklıyor. Bu tahliller arasında en önemlisi Gazzali’nin akla dayanan disiplinleri yani riyaziyet( geometri), mantık,doğa bilimleri ve felsefeyi eleştirisidir. vardığı sonu şudur: Bunlardan hiçbiri, mutlak gerçeğe ulaşmak için kesin bir yol gösteremiyor. Bunlardan örneğin riyaziyet, mantık ve felsefeye ilişkin bazı eleştirilerini görelim:

Matematik konusu:

Matematik, ispatın basit ve açık vetirelerle mümkün olduğunu kabul ettiği için tabiatın bütün karmaşıklığını ve akılla açıklaması (izahı) mümkün olmayan sırlarını reddetmeye varıyor. Bunun için matematikle uğraşan insanların zaruri olarak mutlak ve iman sahasını terketmeleri gerekli oluyor.

Mantık konusu:

Mantık, herhangi bir şeyi ispata yarayan bir alettir(araçtır). Bu alet aynı fikrin hem lehinde hem aleyhinde kullanılabilir. Kelamcılar ve filozoflar birbirlerini reddetmek için aynı aleti kullanıyorlar. Eğer obje olarak gerçeği göstermeye yeterli olsaydı, yalnızca tek bir amaca hizmet etmeliydi.

Felsefede, Gazali matematik ve asıl bilimlerin yaklaşımını tamamen doğru olarak onayladı. Bununla beraber, Aristotelesçi mantığın tekniklerini ve Neoplatonik yöntemleri benimsemiş ve bu araçları, Aristotelesçi ve aşırı usçuluğun negatif etkilerini azaltmak için o zaman hüküm süren Neoplatonik felsefe kuraklığının kusur ve eksikliklerini açıkça ortaya koymak için kullandı. Farabi gibi bazı Müslüman filozofların tersine, mutlak ve sonsuzu kavramak için aklın (usun) yetersizliğini savundu. Usun hakikate ulaşması olanaksızdı ve izafi olanın gözlemlenmesi ile sınırlıydı. Birkaç Müslüman filozof ,aynı zamanda, evrenin boşlukta sonlu fakat zamanda sonsuz olduğunu savunmuşlardır. Gazali, sonsuz bir zamanın sonsuz bir boşluk ile ilişkili olduğunu iddia etmiştir. Düşünce açıklığı ve iddia gücüyle, us ile dini inanç arasında bir denge yaratabildi ve bunların ardışık kürelerini sırasıyla sonsuz ve sonlu olarak tanımladı

Dinde, özellikle mistisizmde, tasavvufun yaklaşımını aşırılıklarını temizlemiş ve geleneksel dinin otoritesini yeniden yerleştirmiştir. Yine de, mutlak hakikate ulaşmak için gerekli yol olduğunu iddia ettiği gerçek tasavvufun önemini vurguladı.

Felsefe konusunda Gazzali’nin itirazları daha esaslıdır Bunlardan yalnız El-Munkiz ’de değil, daha birçok eserinde uzun uzadıya sözeder. Bu itirazlara özellikle makasid-ül-felasife ve Tehafüt-ül-felasife adlı kitaplarını ayırmış olup bu eserlerden ikincisi Batıda çok tanınmıştır. Birinci Kitapta Gazzali, filozofların kuramlarını açıklıyor (s: 218) ve asılların gösteriyor. İkincisinde onları kendi doktrini bakımından eleştiriyor. Makasıd 12. yy’da Gundissalvi (Yahya bin Davud) tarafından Latince’ye çevrildi…

Gazzali, duyuların ve zekanın eleştirisini yaptıktan sonra akli bilgi derecesinde yalnız matematikte saf kesinliği buluyor. Matematiğin ilkelir konusunda herkesle birleşir. mantığın temelleri de genellikle doğrudur; hata yüzdesi azdır. Fakat metafiziğin hükümlerinde çok farklı görüş vardır. Ve genellikle gerçeğe aykırıdır. Görülüyor ki,riyaziyat ve mantıktan sonra metafiziğe bu hücum Kant’ın kuramsal akıl eleştirisinde yaptığı hücumun aynı tarzdadır. Kant, mantığın, metafiziğin ve fiziğin hudutları iyi çizilmiş olduğunu, fakat metafiziğin hudutları sınırlandırılmadığı için onda aynı kesinlik ve yakınlığın bulunmadığını açıklamaktadır.

Fizikte gerçek ve hata Gazzali’ye göre karışık olarak bulunur. Böylece bütün eserini filozofların metafiziğe ait görüşlerini eleştirmeye adıyor.

1. Bütün eski filozofların doktrinlerini tartışmaya girmediği için onların en ünlü olan Aristo’nun fikirlerini tenkitle başlıyor. Metafizik doktrinlerinin hiçbir zaman mantık ve matematik gibi kesin ve reddedilemez düşüncelere dayandığını iddia ediyor. Bu bakımdan İslam filozoflarının en moderni Gazzali’dir. Fikirlerinde şüphecilik ile imancılık arasında bulunur. Aristo’nun eserini her şerh eden (açıklama yazan) aynı şekilde anlamıştır ve aralarında hiçbir ilişki yoktur. Bunlardan en önemlisi olan Farabi ile İbn Sina’nın fikirleri arasındaki çelişkileri gösterir. Gazzali’ye göre ikisi de Aristo’ya dayanmaktadır( Gerçekte bu iddia tamamıyla yerinde değildir.).

2. Filozofları kulalndıkları bazı kavramlar örneğin yaratıcı için cevher veya ilk sebep demek gibi kavramlar üzerinde tartışmıyor. Çünkü özellikle kavrama verilen anlamda anlaşmak söz konusudur: Cevher deyince kendi varlığıyla varolan şeyin anlaşıldığını bilmek yeterlidir. Gazzali, Descartes gibi başlar,ama Pascal gibi bitirir. Şüpheciliği aklın yetersizliğini işler; yerine imanı koymaya çalışır.

(H.Z. Ülken , İslam Düşüncesi)

Ünlü eserlerinden bazıları : İhyâu-Ulumiddin, Kimyâ-ı Seâdet, Cevahir-ül-Kur’ân, Kavâid-ül-Akâid, Kitab-ül-İktisâd fil İtikad, İlcâm-ül-Avâm an İlm il-Kelam, Mizân-ül-Amel, Dürret-ül-Fahire, Eyyüh-el-Veled, Kıstâs ül-Müstekim, Tehâfet-ül-Felâsife, Mekâsıd-ül-Felâsife, El-Munkızu Aniddalâl, El-Fetâvâ, Hülâsât-üt-Tasnif fit-Tesavvuf, İlcâm-ül-Avâm, Eyyüh-el-Veled, El-Munkızu Aniddalâl, Durret-ül-Fahire, Kimyâ-ı Seâdet.

Daha yeni Daha eski