Nasîrüddin Tûsî Felsefesi, Düşünceleri, Eserleri (İslam Felsefesi)


Nasırüddin Tusî
(1201-1274)        

Muhammed, Şubat 1201’de Horasan’ın Tus şehrinde doğdu. İlk terbiye ve derslerini annesinden aldı. Küçük yaştan itibaren eğitim hayatı başlamış oldu. Hukuk ve ilahiyat alanında eğitim almış olan babasının gözetiminde eğitimini sürdürdü. Musullu Kemaleddin bin Yunus, Muinüddin Salim bin Betran-ı Mısrî ve İbn Sina’nın talebelerinden biri olan Behmen Yar’dan dersler aldı. Hem din bilimleri hem de fen bilimleri dallarında eğitim gördü. Matematik, logaritma, mantık, hikmet ve idrak nazariyeleri derslerini okudu.

Nasırüddin Tusî, çocukluğundan itibaren büyüklerin meclislerine katılarak dinî ve felsefî tartışmaları büyük dikkatle izledi. Buradan edinmiş olduğu bilgi ve birikimini Ahlâk-ı Nasırî adlı eserine yansıttı. Söz konusu meclislerin, çocukların fikri gelişimlerine önemli katkı sağladığına ve gerekliliğine işaret etti. İlmî tartışmaların üzerinde bıraktığı derin izlere atıfta bulundu.

Tusî, gerçeği arama arzusu ile İsmaililerin yanına gitti. Kendisine ilgi gösterilerek Kuhistan’a gelmesi sağlandı. Burada gördüğü ilgi fikriyatı üzerinde önemli bir etki yaptı. İyi bir eğitim görmüş olmasına rağmen, bir süre sonra sapık fikirli ve sahabe düşmanı kesimlerin etkisinde kaldı. Sünnî anlayışın dışında bir yönelişe girdi. Zamanla aralarında iyi ilişki bozulmaya başladı ve İsmaililer tarafından Alamut kalesine hapsedildi. Yirmi iki yıl gibi uzun bir süre İsmaililerin yanında kaldı.

Hülagu tarafından Alamut kalesinin alınması ve İsmaililerin yenilgiye uğratılmasından sonra Moğolların yanında yer almaya başladı. Hülagu’nun danışmanı oldu. İsminin duyulması ve önemli bir şöhrete ulaşmış olması, ekonomik ve malî işlerden iyi anlaması Hülagu’nun nezdinde iyi yer edinmesine vesile oldu. Vezir olarak tayin edildi. Bu tayinden sonra Hülagu’nun isteği doğrultusunda hareket etmeye başladı. Bağdat’ı yakıp yıkan hükümdara karşı her hangi bir karşı harekette bulunmadığı gibi, yüz binlerce masum insanın katledilmesinde hisse sahibi olduğu (Nâsirûddin Tûsi, Yeni Rehber Ansiklopedisi, 15. C. S. 136) tezlerine karşılık; son yapılan araştırmalarda bu tezlerin gerçekçi olmadığı da ifade edilmiştir (A. Vahap Taştan, Nasreddin Tusi Hayatı, Eserleri, Din ve Toplum Görüşü http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi-11-08-Tastan-1.pdf). Yine Hülagu’nun desteğiyle Meraga kütaphanesi ile rasathanesi kuruldu. Kendisi burada görev aldı ve ömrünün sonuna kadar rasathanede çalışmaya devam etti.

Meraga, Doğu’nun en büyük rasathanesi olarak ün yaptı. Rasathane temel ve yardımcı olmak üzere iki guruba ayrılan on üç binadan oluşmaktaydı. İlk bina gurubuna gözlemlerde kullanılan aletler yerleştirildi. İkinci guruptakiler ise medrese, kütüphane ve dükkânlardan oluşmaktaydı. Rasathane tam olarak 1271 yılından itibaren faaliyete girmiştir.

Rasathanenin kurulmasından sonra önemli faaliyetlerde bulunan Tusî, tanınmış İslâm âlimlerini burada topladı. Rasathanenin yanına kurduğu kütüphaneye çok sayıda kitap getirtti. Özellikle Bağdat ve Şam olmak üzere değişik yerlerden getirtilip toplanılan kitaplar bu kütüphanede bir araya getirtildi. Toplanan kitapların sayısının dört yüz bini bulduğu nakledilmektedir.

Tusî’nin yaptığı ilmi faaliyetlerden önemli bir tanesi, trigonometriyi ayrı bir ilim dalı haline getirmesidir. O zamana kadar bu ilim dalı astronominin bir dalı olarak görülmekteydi. Ayrıca, bu ilim dalıyla ilgili eser de yazdı. Geonometri’de önemli bir otorite haline geldi ve kendisinden sonra gelen bilim adamları, ileri sürmüş bulunduğu tezlerin üzerine herhangi bir ilâve yapamadılar.

Nasırüddin Tusî’nin, İlhanlı Devleti’nin kurucu ve hükümdarı olan Hülagu’nun yanında etkili konumu bu hükümdarın ölümünden sonra da devam etmiştir. Tusî, 1274 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.

Tusî’nin ismi sadece Muhakemat’ta geçmektedir. Kelâm konusunu izah eden Bediüzzaman, üslûbun esaslarını üçe ayırır; Mücerred (sade, açık) üslub. Buna Seyyid Şerif ve Tusî’yi örnek vererek “sade olan ma’raz-ı kelâmları (arz ettikleri sözleri , ifade ettikleri) gibi” ifadelerini kullanır. Diğer ikisini; süslü ve sanatlı olan (müzeyyen) üslub, âli (ifadenin yüksek ve nezih olanı) üslûb olarak sıralar (Muhakemat, s. 98). Daha sonra, sıralanan bu üslub tarzlarının nasıl ve nerede kullanılması gereği üzerinde de durur.

Eserlerinde değişik alanlarla ilgili düşüncelerini ortaya koyan Tusî, devletlerin nasıl yükselebileceği konusunu tahlil eder. Devlet organizasyonunda; kalem ehli olan aydınlar, kılıç ehli olan askerler, bürokratlar ve (o zamanın şartlarının gereği) ziraat ehlinin konumunun büyük önem taşıdığı üzerinde durur. Öncelikle devletin adalet temeli üzerine kurulmuş olması gerekir. Adalete dayanan sistemler ancak uzun süre yaşayabilirler. Bunun da tesisi için çok sayıda şartların gerektiğini belirtir. Şartların başında ise, sözünü ettiği dört gurup ile halk arasında uyumun sağlanmış olması gerekir. Sözü edilen dört sosyal sınıftan aydınları suya, askerleri ateşe, bürokratları havaya, çiftçileri de toprağa benzetir. Bu dört gurubun işbirliğine giderek vücuda getirecekleri bir medeniyetin insanları mutlu edeceğini ileri sürer.

Eserleri

Tusî, farklı ilim dallarında, sayıları altmışı geçen eser kaleme almıştır. En önemli eserlerinden bir tanesi Tezkire fi ilmi’l-Hey’e adını taşımaktadır. Bu eser astronomi ilmiyle ilgilidir. Dört bölümden meydana gelmiş olup; astronomi ilminin yardımcı bilim dalları, astronominin kısa açıklaması, kullanılan kavramlar, âlimler tarafından öne sürülmüş bulunan tezler, görüşleri vb. açıklamalar yer almaktadır. Tansuhname-i İlhânî, Farsça olarak yazılmıştır. Hülagu’nun isteği üzerine 1256-59 yılları arasında kaleme alınmıştır. Dört bölümden oluşan eserde, Birunî’ye yapılan atıflar da yer almıştır. Ez-Zicü’l-İlhânî adlı eseri de yine Hülagu’nun isteği üzerine yazmıştır. Eserin aslı Farsça olarak yazılmıştır. Dört ciltten oluşan eserin birinci cildinde Çin, Yunan, Arap ve Fars takvimleri, ikinci ciltte gezegenlerin hareketi, üçüncü ciltte ise yıldız hareketleri izah edilmiştir. Bir ahlâk kitabı olan eseri ise Ahlâk-ı Nâsırî adını taşımaktadır. Eserin Arapça’ya tercümesi de yapılmış, bilâhare İngilizce ve Almanca’ya da tercüme edilmiştir. Konusu ile ilgili olarak İslâm dünyasında yazılmış ilk sistematik eser olduğu ifade edilmiştir (A. Vahap Taştan, agm.).

Yazar Risale-i Nur Enstitüsü

Trigonometri Sahasında İlk Defa Eser Veren Büyük İslam Alimi [Nasiruddin Tusi]

Onüçüncü asırda İslâm aleminde yetişen meşhur ilim adamı. İsmi, Mu-hammed bin Muhammed bin Hasan olup, künyesi Ebu Cafer; lâkabı Nasi-rüddin’dir. 1201 senesi şubatında Horasan böl­gesindeki Tus şehrinde doğdu. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Ke-maleddin bin Yunus Mu-suli, Muinüddin Salim bin Betran-ı Mısri’den ve İbn-i Sina’nın talebelerin­den Behmen Yar’dan ve diğer meşhur bilginlerden ilim ve fen öğrendi.

Üstlendiği ilk önemli görev, Horasan Valisi Nasirüddin Abdürra-him’in müneccimliğidir. Müneccimliği sırasında bir ara Alamut Kalesi’ne hapsedildi. Cengiz Han’ın torunu Hülagü Han’ın 1256 yılındı ka­leyi yerle bir etmesi so­nucu özgürlüğüne kavuşup Hülagü Han’a danışman oldu. Ancak bütün gayretlerine rağmen, Bağdat’ın yıkılmasına ve Dicle nehrinin sularının 10-15 gün mürekkep gibi akması­na neden olan yüzbinlerce tek nüsha bilimsel kitabın bu neh­re atılarak imha edilmesine mani olamadı. Bu kitap kıyı­mını günlerce ağlayarak sey­retti. Hülagü Han’ın daveti üzerine Meraga şehrine göç ederek bir süre onun vezirliği­ni ve maliye işlerim yürüttü. Bu sırada, imkânsızı başara­rak, Hülagü Han gibi bir kitap düşmanına 20 bin duka altın harcatarak, Doğu ve Batı ilim dünyasında ilk gerçek rasatha­ne sayılan Meraga Rasathane­si’ni kurdurttu. Bu rasathane­nin yanında da ülkenin her ta­rafından getirtilen 400 bin cilt kitabın bulunduğu dev bir kü­tüphane oluşturdu.

Kurulan bu rasathanede çalışan o devrin en ünlü 12 astronomi alimi, Nasirüddin Tusi başkanlığında günümüz deneysel astronomisinin ilk örnek çalışmalarını ortaya koydular. Hayatı boyunca ilmi çalışmalarına aralıksız devam eden, Batı’da yazmış ol­duğu “Öklid Elementleri” isimli eserinden dolayı Sabin Bin Kurra gibi “Türk Öklid”i olarak tanınan Nasirüddin Tusi, 1274 yılında Bağdat’ta öl­müştür. İmam Musa Kâzım türbesinin civarına defnedilmiştir.

Tusi, Hülagü’nün emriyle Marega’da bir rasathane kurar. 1259’da Me­raga rasathanesinin kurulmasıyla rasathane tarihinde yeni bir safha başladı. Nasirüddin, rasathaneyi ferdi bir çalışma sahası olmaktan çıkarıp içinde kayda değer bir grubun birlikte çalıştığı ve varlığını sürdürmesi bir fertle kaim olmayan ilmi bir müesseseye dönüştürme­yi bildi. Tebriz Azerbay­can Üniversitesi tarafın­dan Meraga’da yakın geçmişte yapılan kazılar, bu rasathanenin temel kalıntılarını ortaya çıkar­mış ve birçok yapı özel­liğini ilim alemine ka­zandırmıştır. Şunda hiç kuşku yok ki, Meraga ra­sathanesi, ilim tarihinde bugüne kadar bilinen böylesi müesseselerden ilkidir.

Dahası, Meraga’nın İslâm dünyasının batı­sındaki ilk dönem rasat­hanelerle doğrudan bağ­lantısı vardır. Meraga’dan yaklaşık bir yüz yıl sonra tesis edilen Semerkant rasathanesi, Mera-ga’daki rasathanenin her bakımından çok büyütülmüş bir haliydi. Vakıa Uluğ Bey, Meraga bilginlerinin basanlarını mümkün kılan çevre ve aletle­ri Semerkant’ta yeniden oluşturmak için bilinçli bir çaba gösterdi. Bu yüz­den Meraga’dan daha uzun süre ayakta kalan Semerkant rasathanesi, Nasi-rüddin tarafından kurulan ilk dönem rasathanelerin anlaşılması için bir anahtardır.

Bu muhteşem rasathane tamamlandığı zaman (1256), Hülagü, Nasirüddin Tusi’ye ayrıca 20.000 düka altın armağan etti. Bağdat, Suriye ve Mezo­potamya kütüphanelerinden kitapla rgetirildi. 400.000 ciltlik bir kütüphane kuruldu.

Süratle astronomi cetvellerinin hazırlanmasına geçildi. İspanya, Şam, Tiflis ve Musul’dan, isim yapmış bilginler Meraga’da toplandı.

Nasirüddin, gezegenlerin tam bir şekilde rasat edilebilmesi için 30 sene­nin gerekli olduğunu

söylüyordu. Çünkü “Zühal”, yani Satürn, ancak devrini bu kadar za­manda tamamlaya­biliyordu. Asabi ve göçebe Han’a bu müddet çok uzun göründü. “Rasatların 12 yıl­da bitirilmesini is­tiyorum” diyerek kesin emrini verdi. Gerçekten de “İlhani Cetvelleri” emrolunan zaman içerisinde tamam­landı. Nasirüddin’in emsali bu­lunmayan rasatha­nesi, bir araştırma merkezi oldu. Üs­tün seviyede rasat aletleriyle donatıl­dı.

Nasirüddin Tusi, kurduğu rasathanede birçok incelemelerde bulundu. Batlamyus teorisinin tenkitlerini yaptı. Bu teoriye göre, güneş, dünyanın et­rafında dönüyordu. Aslında ise dünya güneşin etrafında dönmekteydi. Tu­si, bu tenkitleriyle Copernic’e de öncülük yapmış oldu.

İslâm dünyasında geometri araştırmaları, Müslüman matematikçilerin, Abbasi döneminin başlarında tanıdığı klâsik Grek kaynaklan, özellikle Öklid ve Apollonios ile başlar. Fakat Bağdat’ta geometriye duyulan ilgi, nere­deyse tümüyle Benu Musa olarak anılan Musaoğullarının eserleriyle hare­kete geçirilmişti; bu eserler içinde Nasirüddin Tusi’nin daha sonra bir şerh yazacağı Kitab ma’rife misahat el eşkal (Şekillerin Alanı Hakkında Bilgi Kitabı) özellikle önemlidir. Bu eser Lâtince’ye de çevrilmişti ve Fibonacci ile Thomas Bradwardine’i etkilemişti.

Tusi’nin, paralel çizgi teoremiyle ilgili olan ve Öklid’çi teoremiyle ilgi­li olan ve Öklid’i geometrinin temelini ilgilendiren, beşinci Öklid postülasını yeniden ele al­masıyla, geometri araştırmalarında yeni bir fasıl açıl­mış oldu.

Batı matematik tarihinde böyle iki dik açılı bir dört­gen tasavvuru Saccheri adıyla birlikte anılır. Bu dörtgende A ve B açıları eşittir veya dar, ya geniş, ya da dik açı olmalı­dır. Hayyam, Ök-lid’in beşinci postülasına dayanarak yalnızca üçüncü şıkkın doğru olabi­leceğini ispatlar. Gerek Hayyam, gerekse Tusi, ilk ihtimalin doğru olması halinde üçgenin iç açılarının top­lamının 180 dereceden daha az olması gerektiğini anlamışlardır. Ancak ne Hayyam, ne de Tusi bu alandaki çalışmalarını sonuna kadar götürmediler ve Öklid’çi olmayan geometri, Lobachevski de dahil olmak üzere, Batılı geometrilerin inceleme alanına terkedildi.

Nasirüddin Tusi, matematikte, özellikle geometride haklı olarak nam ka­zanmıştı. Bu ilmin esaslarını çok iyi bilirdi. Geometriyi yeniden kurarcası-na işlemişti. Avrupalılar, trigonometri hususunda onun yazdıklarından çok faydalanmışlardır.

Sinüs cetvellerinin yeni hesaplama metodlarını bulan Ebü’l Vefa’nın ulaştığı noktayı, Avrupa, asırlarca sonra aşabilmişti. Ebü’l Vefa’nın ulaştı­ğı bu yüksek noktayı daha da yükselten ve geliştiren Nasirüddin Tusi ol­muştur.

Trigonometri, matematiğin diğer dalları gibi 5/11. ve 6/12. yüzyıllarda gerilemeye yüz tuttu. Fakat Nasirüddin Tusi tarafından tamamıyla canlan­dırıldı; onun Kitab sikl el-kıta (Daire Kesmesinin Şekli Hakkında Kitap) eseri trigonometrinin tarihinde esaslı bir öneme sahiptir. Tusi, Ebü’l-Vefa ve Biruni gibi eski üstadların eserlerini birleştirip, Menelaus teoreminden bağımsız olarak bir üçgeni temel alan altı trigonometrik fonksiyonunun tü­münü belirledi. Ayrıca bu fonksiyonları astronomiden bağımsız olarak da ortaya koydu. Nitekim Kurbani’nin Brinu’nin Mekalid’yle ilgili yakın geç­mişteki keşiflerine kadar, Tusi’nin eseri trigonometri hakkındaki ilk bağım­sız eser sayılıyordu.

Her neyse, ilk bağımsız eser ister Tusi’nin, isterse Biruni’nin olsun, şun­da hiç şüphe yok ki, şimdi dahi incelendiği şekliyle trigonometri tamamen Müslüman matematikçiler tarafından geliştirildi ve bağımsız bir ilim olarak kuruldu. Bu yüzden bugün birçok Müslüman ülkede trigonometrik fonksi­yonların, aslı Arapça olan isimlerinin bile Fransızca ve İngilizce karşılıkla­rıyla değiştirilmesi ve bu ilmin İslâm dünyasındaki okullarda sanki barut ve modern fizik gibi Batı’dan ithal edilmiş gibi takdim edilmesi gerçekten aca­yiptir.

Bir astronomi şahaseri olan Tezkire (Astronomi Tezkiresi) adlı eserinde, Nasirüddin Tusi, Batlamyus’çu gezegen modelinin eksikliklerini şiddetle eleştirdi. Mesai arkadaşı Kutbeddin Şirazi, Nihayet el-İdrak (İdrakin Sınır­ları) adlı eserinde, hocasının eleştirel fikirlerini izledi ve Merkür’e “Tusi-couple” şeklinde anılacak olan modeli tatbik etti. Bu arada Demaşklı İbn Satir, ayın hareketi için yeni bir teori geliştirdi ve Kopernik’inkiyle aynı olan bir kameri model ortaya koydu. Kutbeddin ve İbn Şatır tarafından ma­tematiksel olarak ortaya konan bu yeni gezegen modelini, aslında Nasisürddin Tusi hazırlamıştı ve bu yüzden söz konusu teoriyi ilk kez ortaya çıka­ran E.S. Kennedy tarafından “Tusi-couple” olarak isimlendirildi. Bu model yalnızca tek biçimli devri hareketi kullanıyor ve modern terimlerle ifade edilirse, biri ötekinin ucunda hareket eden vektör modelini esas alıyordu.

Kennedy’nin kendi cümlelerinden okuyalım:

“Öyle görünüyor ki, (Tusi), şunu belirleyen ilk kişidir: Eğer bir daire bir başkasının içinde dönüyorsa ve ikincisinin yarıçapı ilkinin iki katıysa, ilk dairenin çevresi üzerindeki herhangi bir nokta ikincisinin çapını resmeder. Bu dönem aygıt resmeder. Bu dönen aygıt (biri diğerinin iki katı hızla dön­mek üzere) sabit bir hızla dönen iki eşit ve sabit uzunluktaki vektörün bir­biriyle bağlantısı şeklinde de düşünülebilir ve bu yüzden Tusi-couple olarak isimlendirilir. Nasirüddin, Batlamyus’çu ekuant merkezden çıkan bir vektörün ucuna böyle bir couple’u uygun şekilde yerleştirerek vektörün pe­riyodik olarak büzülüp genişlemesini sağladı. Bu vektörün genişleme peri­yodu Episaykl’ın arz etrafında dönüş periyoduna eşit olmaktadır. Coup-le’un uç noktası Episaykl’ın merkezini kendisiyle birlikte taşır ve Batlam-yus’un gözlemlerinin gerektirdiği bütün şartları yerine getiren bir yörünge çizer. Aynı zamanda bütün bu model tek biçimli dairevi hareketlerin bir ter­kibi olup, itiraz edilmez niteliktedir; ekuant merkezinin özelliğini korur ve de bizzat fenomenin gerektirdiği işlemi kotarır.”

Meraga’da Tusi’nin arkadaşları ve daha sonraki Müslüman astronomlar tarafından uygulanan bu yeni gezegen teorisi, hiç kuşkusuz astronominin sözkonusu veçhesiyle ilgili olarak Müslümanlarca meydana getirilen en önemli dönüşümdür. Meraga okulunun bu gezegen teorisinin semeresi ta­mamen belli olmayan kanallar aracılığıyla -her ne kadar Bizans bilginleri­nin, İlhanlılar zamanında Müslüman bilginlerin bazı eserlerin Grekçe’ye çevirdikleri biliniyor ise de- Kopernik ve daha sonraki Avrupalı astronom­lara ulaştı; onlar bu modeli 16. yüzyıldan sonra Batı’da hakim olan güneş-merkezi dünya görüşü içinde kullandılar.

Nasirüddin Tusi’nin çocuk terbiyesi üzerinde de durduğunu görüyoruz. Bu mevzuda geniş araştırma ve açıklamalarda bulunmuştur. Ondan fayda­lanan Avrupalı bilgin Locke konuyu daha da genişletmiştir. Demek oluyor ki, Nasirüddin Tusi, Locke de öncülük etmiş bir İslâm bilginidir.

Nasirüddin Tusi, İslâm ülkelerinde olduğu gibi Batı’da da birçok astro­nomi ve matematik bilginini etkiledi. Hazırladığı “Ziyci İlhani=İlhani cet­velleri” yakın zamanlara kadar gök incelemelerinde önemli bir kaynak ola­rak benimsendi.

Sedillot, Bağdat Mektebi’nden söz ederken, mektebin yeni devirlerle İs­kenderiye Mektebi arasındaki boşluğu kapayıp Avarupa’yı uyandırmakla kalmadığını, aynı zamanda nurlu ışıklarıyla Asya’yı da aydınlattığını, bu bilgilerin İslâm bilginleri yoluyla çeşitli devletlere geçtiğini belirtirken, Na­sirüddin Tusi vasıtasıyla da Moğollara geçtiğini ifade eder.

ESERLERİ

Nasirüddin Tusi, çeşitli ilim dallarına ait birçok eser yazdı. Eserlerin sa­yısının altmış dörde ulaştığını kaynaklar bildirmektedir. Bunların bazıları şunlardır:

1- Ez-Zic-ül-İlhani: Bu eseri Hülagu’nun isteği üzerine oniki senede ha­zırlamıştır. Aslı Farsça olan eser, dört cillten meydana gelmektedir. Birinci ciltte, Çin, Yunan, Arap ve Fars takvimleri; ikinci ciltte gezegenlerin hare­keti; üçüncü ciltte ise yıldız hareketleri izah edilmektedir.

Eser, önce Şihabüddin Halebi, sonra da 1527 senesinde Ali bin Rifai ta­rafından Hall-uz-Zic adayla Arapça’ya çevrilmiştir.

2- Tezkire fi İlm-il-Hey’e; Arapça, Farsça ve hatta Türkçe gibi öteki Müslüman dillerinde astronomiye ve ilgili branşlarına dair yazılmış o kadar çok eseri vardır ki, Batılı bilginlerin iki yüz yıldır yaptıkları araştırmalara rağmen malzemenin çoğu neredeyse dokunulmadan kalmış, bunun yanı sı­ra, bu çok sayıdaki eserin yalnızca bir kısmı tahlil edilebilmiştir

Bu geniş külliyat farklı tip eserlerden meydana gelir. Risalelerden bazı­ları, sabit yıldızlar veya özel aletler gibi bu ilmin tek bir yönüne tahsil edil­miştir. Bazıları matematiksel incelemesine girmeden konunun yalnızca tas­viri bir değerlendirmesini yapar. Bu tür ürünler genel felsefe eserlerinde yer alan basit tasvirlerden, Nasirüddin Tusi’nin astronominin en büyük eserle­rinden biri olan, fakat matematiğin kullanılmadığı Tezkire (Astronomi Tez­kiresi) adlı eserine kadar uzanır. Tezkire, Tusi’nin en önemli eseridir. Ast­ronomi ilminin kısa ve öz olarak yazılmış bir özeti olup, anlaşılması çok zordur. Bunu, yapılan açıklamaların çokluğu göstermektedir. Eser, dört bö­lümden meydana gelmiştir. Birinci bölümde geometrik ve kinematik bir gi­riş ve hareketsizliğin, basit ve karmaşık hareketlerin açıklanması; ikinci bö­lümde: Genel astronomik kavramlar, ekliptikte meydana gelen değişmele­rin, İbn-ül-Heysem tarafından ileri sürülen ve çapları farklı kürelerden iba­ret olduğu görüşü ele alınmıştır. Bu bölümün diğer kısmında Almagest; özellikle aydaki düzensizlikler, Merkür ve Venüs’ün hareketleri yönünden ilgi çekici bir şekilde tenkit edilmiştir. Karmaşık Batlamyus sistemi yerine, yeni bir sistem öne sürülmektedir. Üçüncü bölümde: Yer küresi ve diğer gök cisimlerine yaptığı etkiler, bazı astronomi alimlerinden nakledilen je­odezi bilgileri, Kuşta bin Luga ve Biruni’nin jeodezisi, denizler, deniz rüz­gârları hakkında bilgiler; dördüncü bölümde ise, gezegenlerin büyüklükleri ve mesafeleri ele alınmıştır.

Tezkire’ye birçok alim tarafından şerhler yapılmıştır. Ayrıca eser, Fran­sızca ve Farsça’ya da tercüme edilmiştir.

3- Tansuh Name-i İlhani: Önemli eserlerinden biri olup, Farsça’dır. Hülagü’nün isteği üzerine 1256 ile 1259 seneleri arcasında yazılmış olup, mineroloji, özellikle kıymetli taşlar hakkındadır. Tusi, eseri yazarken, hangi kaynaklardan istifade ettiğini bildirmemekte, sadece kendinden önceki alim­lerin ve kendisinin müşahadelerine dayandırıldığını yazmaktadır. Dört bö­lümden meydana gelen eserin birçok yerinde Biruni’ye atıflar yapılmıştır.

Birinci bölümde kıymetli taşlar, jeolojik incelemenin temelini teşkil eden elementler, minerallerin neden meydana geldiği, kıymetli taşların ma­denlerle kesilmiş biçimleri, bu taşların renklendirilmesinde kullanılan kim­yevi maddeler anlatılmıştır.

İkinci bölümde kıymetli taşlardan, bunların menşelerinden, bulunabilir­liklerinden, çıkarıldıkları madenlerden, kaliterinden, ilgi çekici yanların­dan, hakiki ve taklit taşlar arasındaki farktan, taşların optik özelliklerinden bahsedilmektedir. Bu bölümde ayrıca, taşları kesme ve parlatma teknikle­riyle bunlara paha biçmenin yollarını da anlatmıştır.

Üçüncü bölümde, Tusi’nin metalürji ilmine önemli katkılar yaptığı kı­sımdır. Bu bölümde yedi temel maden olan altın, gümüş, bakır, demir, kur­şun, kalay ve camdan bahsedilmektedir. Ayrıca, özellikleri, çıkarıldıkları yerler de geniş olarak anlatılmıştır.

Dördüncü ve son bölümde ise; çeşitli kokular, ilaçlar ve tedavi edici ma­cunlar anlatılmıştır.

Tusi’ye göre bütün taşlar, başlangıçta kil olup, hava şartlarına bağlı ola­rak, daha sonra taşa dönüşürler. Onun izahı, kilin aşın sıcağa maruz bıra­kılmasının toprak meydana gelmesine yol açacağı, aşırı sıcağın bazen topraklaşmış bir maddeyi taşa çevirebileceği şeklindedir. Onun bu görüşleri zamanımızın jeologları tarafından da kabul edilmektedir.

Taşların renklerindeki çeşitliliği açıklarken, esas olarak siyah ve beyaz olmak üzere iki rengin olduğunu söyleyen Tusi, toprağın çeşitli renklerden olabileceğini, bu yüzden taşların da toprak rengine bağlı olarak değişik renkler alabileceğini anlatır.

Tansuh Name’de otuz kadar kıymetli taş, bunların menşeleri, teşekkül etme şekilleri, kullanılışları vb. konuları anlatılmıştır.

Tusi, yakutu en kıymetli taş olarak kabul etmektedir. Yakut hakkında şu bilgileri vermektedir: “Yakut, kendine has bir ışık saçar. Ateş bu taşı yaka­maz. Isıtıldığı zaman beyazlaşır, sıcaktan ayrılırsa eski rengine döner. İlaç imalinde kullanılması için defalarca ısıtıldıktan sonra, suya atılması gere­kir. Böylece toz haline gelecek şekilde yumuşar. Yakutun şu tıbbi özellik­leri vardır: Vebayı önler, ağızda tutulursa güç verir, sıkıntı ve moral bozukluğunu giderir. Susuzluğa çaredir. Gözün keskinliğini artırır. Kanı temizler, hatta ölü bir kimseye iliştirilirse kanının çabuk soğumasına mani olur.

Eserde, zümrüt hakkında çeşitli bilgiler verildikten sonra şöyle denmek­tedir: “Zümrüt takanlar, kötü rüya görmez. Zümrüt kalbe iyi gelir. Dizante­ri tedavisinde kullanılır, göz keskinliğini artırır. Bir yılan zümrüte bakarsa kör olur.” Yılanın kör olmasının doğruluğu, Tifaşı isimli bir ilim adamı ta­rafından isbat edilmiştir.

Üçüncü ve dördüncü ciltleri, düzlem ve küresel geometri hakkındadır. İlk defa bu eserde, trigonometri astronomiden ayrı olarak verilmiştir. Bu yüzden ortaçağın en büyük eserleriden biridir. Sinüs teoremi iki isbatı ile açıkça verilmiştir. Ayrıca dik açılı küresel üçgenlerin çözümü için altı te­mel bağıntı açıklanmıştır. Diğer üçgen çeşitlerinin çözümü de bunlara bağ­lanarak verilmiştir. Eser, 1891 senesinde İstanbul’da Alexandre Carathe-odory Paşa tarafından Traife du quadrilatere ismiyle Fransızca’ya tercüme edilmiştir.

5- Ahlâk-ı Naşiri: Ahlâk kitabıdır. Eser, Risale fi-Tahkik-il-İlm ismiyle Arapça’ya tercüme edilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. J.Stephenson ta­rafından 1923’te İngilizce’ye ve M.Plesener tarafından 1928’de Alman-ca’ya tercüme edilmiştir.

6- Kitab-ul-Mutevassitât Beynel-Hendese vel-Hey’e, 7- Muhtasar bi-Cam-il-Hisab bit-tahti vet-Türab, 8- Kitab-ül-Cebr vel-Mukabele, 9- Kava-id-ül-Hendese, 10- Risalet-i Bist Bab der Ma’rifeti Usturlab, 11- Zübdet-ül-Hey’e, 12- Kitab-üt-Teshil fin-Nücum, 13- Muhtasar fi İlm-İt-Tencim ve Ma’rifet-it-Takvim-il-Menazir, 14- Tahiru Kitab-il-Menazir (optiğe dair­dir) 15- Mebahis fi İn’ikas-iş-Şu’a’at (Kırılma ve yansıma üzerine araştır­malar) 16- Kitab fi İlm-ül-Musıki, 17- Kitabu Suret-il-Ekalim, 18- Kitab-üt-Tecrit fi İlm-il-Mantık, 19- Tecrid-ul-Akaid (Kelâm ilmiyle ilgili bir eserdir)

Tusi’nin, paralel çizgi teoremiyle ilgili olan ve Öklid’çi teoremiyle ilgi­li olan ve Öklid’i geometrinin temelini ilgilendiren, beşinci Öklid postülasını yeniden ele al­masıyla, geometri araştırmalarında yeni bir fasıl açıl­mış oldu..

Daha yeni Daha eski