Seyid Şerif Curcani Kimdir, Hayatı, Felsefesi, Hakkında Bilgi

CÜRCANÎ (1340-1413)

Iranlı düşünür. Bilginin bir bilinç ürünü olduğu görüşünü savunarak İslam düşüncesine bir yenilik getirmiştir.

Esterabad yakınlarında, Gürcan’da doğdu, Şiraz’ da öldü. Gerçek adı Ali b.Muhammed el-Seyyid el-Şerif’tir. ilköğrenimini doğduğu yerde, ailesinin yakını olan bilginlerden gördükten sonra Herat, Kirman, Anadolu gibi yerleri kapsayan geniş bir geziye çıktı. Karamamda, çağın ünlü bilgini Molla Fenarî ile görüştükten sonra Mısır’a gitti. Orada Simavnalı Bedreddin, Ahmedî, Hacı Paşa gibi, sonradan Anadolu’da büyük ün kazanan kimselerle arkadaş oldu, birlikte öğrenim gördü. Sonra Şiraz’a döndü, uzun süre medreselerde İslam bilimleri, felsefe ve mantık okuttu. Şiraz’m Timur’un eline geçmesi üzerine Semerkand’a gitti, ünlü İslam bilgini Taftazani ile uzun süren tartışmalara girişti, Timur’un ölümünden sonra Şiraz’a döndü.

Bölümleme ve Tanım
Cürcanî’nm felsefeye yaklaşımı İslam bilimleri yoluyla olmuştur, önce, çağının öğrenim geleneğine uyarak, tefsir, kelam, hadis, tasavvuf ve fıkıh okudu, sonra kendini felsefeye verdi. Kendinden önce gelen bütün İslam filozoflarının yapıtlarım inceledi, özellikle Fahreddin Razi’nin görüşleri üzerinde durdu. Cürcanî kendi düşüncelerim, başkalarının görüşlerini eleştirerek ortaya koymuştur. Uyguladığı yöntem, İslam düşüncesinde yeni sayılan bir içerik taşır. Bu yönteme göre, önce karşı çıkılan görüş eleştirilir, ayrıntılarına inilerek çözümlenir, sonra yeni bir düşünce ilen sürülerek önerilen çözüm biçimi ortaya konur. Görüşlerinin toplandığı T arif at adlı yapıtı eleştiri-çözüm İkilisine dayanan bir çalışma yönteminin ürünüdür. Bu yapıtta, bütün çalışmalarının bilgi üzerinde yoğunlaştığı, bilginin doğruluğu, kaynağı konusunda kendine göre tanımlar ileri sürdüğü görülür. Eleştirici bir tutumla incelediği düşünürler arasında kelamcıiar önemli bir yer tutar. Cürcanî için bir konuyu incelemek onu bölümlere ayırmak demektir. Bu bölümler arasında, anlam ve içerik bakımından bütünlük varsa, filozofun ileri sürdüğü görüş tutarlı-
dır. Bir bölümle öteki arasında bağlantı kurabilmek için, bir ara bölüm bulma gereğiyle karşı karşıya gelinirse, düşüncede tutarlılık yoktur.

Cürcanî’ye göre tümelin bilgisine ancak tikelin bilgisiyle varılabilir. Kişi kendi varlığım bilmekle tikellik bilgisini kazanmış olur. Bu bilgi türünde tasarım geçerli değildir. Bilginin sağlanmasında başlıca odak bilinçtir. Birey kendini ancak bilinç ışığında bilebilir. Bilinçle elde edilen tikelin bilgisi tümelin bilgisine, Tanrı varlığıyla ilgili bilgiye ulaşmada gerekli ilk aşamadır. Bu iki bilgi türü, özleri bakımından, birbirinden ayrıdır. Tanrı varlığıyla ilgili bilgi aşkındır, kesindir. Bilginin, sonradan kazanıldığını ileri sürmek de doğru değildir. Bilginin tanımlanması, onun sonradan kazanılmadığını, bilgiyi oluşturan öğelerin, kişide, daha önceden varolduğunu göstermektir. Sonradan kazanılan bilgiyi kendi kendisiyle tanımlama olanağı yoktur. Bir nesne kendi kendini tanımlayamadığı gibi, kendi kendinin tanımı da olamaz. Tanımlamada, tanımlayıcı öğenin önceden varolması gerekir.

Bilimsel Bilgi ve Kuşku
Bilimsel bilginin oluşmasında iki ayrı yol vardır. Biri bölümleme, öteki örneklendirmedir. Bölümlemede nesneler karşıtlarıyla birlikte düşünülür, en ince ayrıntılarına varan bir ayrıştırmaya gidilir. Bu karşıtlar da, genellikle, kesin (mutlak), uygun, açık gibi üç türlüdür. Bilimin kesin olması onun “sam”dan, uygun olması “çelişiklik”ten, açık olması da “kuşku” ve “öykünme”den arınmasını sağlar. Örneklendirme ise bilimi özdeş olduğu nesneyle birlikte düşünmektir. Cürcanî’ye göre bu iki yöntemin geçerli olabilmesi bilimi bilim olmayandan (ilmi gayrından) ayrıştırmaya bağlıdır. Bilim, bir nesneyi “kendi olmayandan ayrıştırma” anlamına geldiğine göre, bilimsel bilgi edinmek de “ayrıştırmak”tır. Ayrıştırma yapılamayan bir konuda nesnenin bilgisini edinme olanağı da yoktur.

Cürcanî, bilginin ve ona dayanan yargının kesinliği konusunda “olanak” kavramını ileri sürer. Ona göre “olanaksız’hn da bilgisi vardır. Olanak ya da olanaksız bir “nesne” değildir, ancak bilinebilir. Kişi “olanaksız olan”m özünü bilmese bile neyin olanaksız olduğunu bilebilir. Bunu bir yargıya dönüştürerek açıklayabilir. Bu yargının çelişkiden uzak kalması, açık seçik olması gerekir.

Tasarım ve Nesne
Cürcanî bilginin sağlanmasında, bir anlık işlemi olarak tasarıma önem verir. Ona göre tasarımda doğru-yanlış İkilisini arama gereği yoktur, “tasarımlar birbiriyle çelişmez, tasarım tasarlanan nesneye uygundur, bütün uygunsuz durumlar vargılardadır.”

Bu nedenle kuşku bilimle bağdaşmaz, bilim kesin ve gerçek olduğundan kuşkuyu dışlar. Ote yandan tasarımın kendinde kuşku aramanın da gereği yoktur. Anlakta tasarlanan, belli bir diziye göre düzenlenen görüntüler değil özlerdir. Bövlece oluşan tasarımlar tek tek nesneleri yansıtırlar. Bunların belli bir düzene göre birleştirilmesi ise tümelin tasarımını verir.

Cürcanî tasarlama işlemiyle öz (mahiyet) adım verdiği varlığı bağlantılı görür. Ona göre, anlakta tasarlanan bir nesne “bütün” değil parçadır. Her tasarım bir “parça”yı yansıtır. Parçanın bir görünen, bir de görünmesini sağlayan “biçim”i vardır. Bu iki biçim birbirini gerektirir, biri olmadan öteki olamaz, iki biçimin birleşmesi parça da denebilen özü oluştu-
leri de vardı. Şii görüşleri yayması nedeniyle Halep Mevlevi şeyhinin şikâyeti üzerine Sultan Çakmak, Cüneyd’in üzerine asker yolladı. Çıkan savaşta Cü-neyd’in 70 adamı öldü, kalanları dağıldı. Güçlükle Karadeniz kıyısına, Canik’e vardı.

Samsun’da kendine yandaş toplamaya çalıştı. Trabzon Imparatorluğu’nu ele geçirerek bağımsız bir devlet kurmayı tasarladı. Topladığı silahlı adamlarıyla 1456’da Trabzon topraklarına akm etti. Savaşta Trabzon prenslerinden Alexandre ile çocuklarım öldürdü, imparator Ionnis IV. Komnenos’u güç durumda bıraktı. II.Mehmed’in Hızır Bey komutasında ordu göndermesiyle Cüneyd buradan ayrılıp Diyarbekr’e gitti.

Diyarbekr’de Uzun Hasan’m konuğu olarak üç yıl kaldı.Uzun Haşan, rakibi, Karakoyunlu Cihanşah’ a karşı Cüneyd’den yararlanmayı düşündü. Ona 1458’de kızkardeşi Hatice Begüm’ü verdi. Cüneyd’in dervişleri değişik bölgelerde çalıştılar. Müridleri çoğaldıkça her yana “halife” denen vekiller gönderdi. Silahlı bir dervişler ordusu kurdu.

Devlet kurmayı hiçbir zaman aklından çıkarmayan Cüneyd, 1459’da karısını Diyarbekr’de bırakıp, baba ocağı, Erdebil’e gitti. Amcası Şeyh Cafer, Cihanşah’a başvurarak, Cüneyd’i ikinci kez Erdebil’ den sürdü.

Cüneyd, silahlı müridleriyle, Gürcistan’a ve Çerkezler’e saldırdı. Köyleri yağma etti. Kafkas dağlarından inerek Karabağ’da kışladı. Çerkezler’den vergi alan Şirvanşah bu olaydan sonra Cüneyd’in üzerine yürüdü. Cüneyd kaçmak istedi. Karasu vadisinde çevrildi, yapılan savaşta öldü. Cesedini müridleri Kuruyal’a götürüp gömdüler. Daha sonra, Şah İsmail buraya görkemli bir türbe yaptırdı.

Cüneyd’in Anadolu’daki müridleri ölümüne inanmadılar. Tokat’ta ortaya çıkan, Cüneyd’e benzeyen bir şeyhin çevresinde toplandılar. Şeyh yakalanarak İstanbul’a götürüldü. Aslı olmadığı, Celaliye tarikatinin başı, Celal olduğu anlaşılınca geri gönderildi.

Türkler’in kurduğu Safeviyye tarikati, Hoca Ali’ye gelinceye dek bütünüyle Sünni bir tarikatti. Onun zamanında Şii nitelik aldı. Cüneyd de tarikati büsbütün siyasal amaçlar taşıyan bir kuruluş durumuna getirdi.

Çağlarının toplumsal ve siyasal yaşamında önemli etkileri olan Safeviler, güçlü bir egemenlik kurmak için yüzyıllar boyunca çarpışmak zorunda kalmışlardır. Safevi Devleti’ni de ancak Şah İsmail gerçekleştirmiştir.

• KAYNAKLAR: Âşıkpaşazade, Tevarih-i Âl-i Osman, 1914; E.G.Browne, A History of Persian Literatüre, IV, 1924; W. Hinz, Uzun Haşan ve Şeyh Cüneyd, 1948; Mirza Abbaslı, “Safevilerin Kökenine Dair”, Belleten, (158), 1976.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski