DENEYCİLİK
İnsan bilgisinin biricik kaynağının deney olduğunu suvunan felsefe Öğretisine deneycilik denir. Gerçekte “deneyci” kelimesi bilgiye dayanmaksızın, yalnızca görenek yoluyla hekimlik yapma sanatı; deneyci de bu şekilde hekimlik yapan kişiye verilen ad idi. Mantıksal olarak deneyden ayrı oldukları için, aksiyomların varlığını kabul etmeyen tüm felsefe ekolleri için kullanılan bir kelimedir. Bilgi teorisinde rasyonalizm (akılcılık)’ın düşünceyi ve aklı asıl bilgi kaynağı sayan tezine karşı getirilmiş bir tezdir.
Uygulama bakımından deneyciliği esas almak, çoğunlukla herhangi bir teorik temele dayanmamak şeklinde düşünülmüştür. Bu yönüyle deneycilik belli bir yöntemi kendisine temel almadığı ve yalnızca deney, alışkanlık ya da göreneğe bağlı kaldığından dolayı eleştirilmiştir. Nitekim düşünür Sextus Empiricus’un “yöntemcilik (methodism)” olarak nitelenen tıb ekolüyle deneyciliğin ilişkisi böyledir. Gerçekten Sexıus Empiricus’un ekolüne göre hastalığın asıl nedeninin belirlenip bilinmesi gerekmemektedir. Önemli olan patolojik olgulardır ve tedavi için kullanılacak ilacı da bu olgular belirler. Bu açıdan deneycilik, Scxtus Empiricus için yadırganacak bir tutum olmadığı gibi, küçük düşürücü bir anlama da çekilemezdi. Ne var ki, deneycilik, bilim alanındaki gelişmelerin daha iyi kavranmastyla gerekli ilgiyi göremez oldu. Sözgelimi ünlü bilgin CJaude Bernard, deneyciliği, akla dayanmayan bilgiden yoksun ve kaba taslak deney ile aynı düzlemde değerlendirecektir. Ona göre deneycilik bir çeşit bilgisiz ve bilinçsiz deneme (tecrübe), alışkanlık, hatta şeylerin sınanmasıyla elde edilmiş bir içgüdüdür.
Gerçekte deneycilik, felsefi bîr sistem ve ekol niteliğinde görülmese bile, bilgimizin önsel (a priori) olarak oluşmadığına, fakat deney yoluyla elde edildiğini savunan bir anlayış olarak tanımlanabilir.
Deneyciliğe göre, aklın a priori sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Bilgi edinen kişi, bilinç içeriğini akıldan değil, özellikle deneyden kazanır. Yaratılış bakımından insan ruhu içeriksizdir. Bir tabula rasa, üzerine hiçbir şey yazılmamış boş bir kağıttır. Bu boş kağıt deneylerle doldurulur. En genel ve soyut olanları da dahil olmak üzere bütün kavramlarımız deneyden çıkar. Rasyonalizm belirli bir düşünceden, bir bilgi idealinden çıktığı gibi, deneycilik de somut olgulardan çıkar. Deneyci, kendi görüşünü savunmak için, insanın düşünce ve bilgi bakımından kazandığı evrim ve gelişmeyi örnek verir. Deneycilik, görüşe göre bu evrim ve gelişme, bütünüyle bilginin oluşmasında deneyin sahip olduğu önemi kanıtlar. Çok önce somut algılarda bulunur, sonra da bu algılara dayanarak genel kavram ve düşünceler kurmaya başlar. Bir düşünce, organik bir biçimde deneyden meydana gelir. Deneyciliğe göre ruhta hazır bir halde bulunan veya bütünüyle deneyden bağımsız bir biçimde teşkil edilen kavramlar yoktur. Şu halde deney biricik bilgi kaynağıdır.
Genellikle rasyonalistlerin matematikçiler arasından yetişmiş olmalarına karşılık, deneyciliğin tarihi de kendi temsilcilerinin hemen istisnasız olarak tabiat (fen) bilimcileri arasından çıktığını göstermektedir. Kuşkusuz bunu anlamak zor değildir. Çünkü tabiat bilimlerinde egemen rol oynayan şey, deneydir. Bir tabiat bilimcisi her şeyden Önce, olguların özenli bir biçimde gözlenmesine ve aynen tesbit edilmesine dikkat edecektir. Bilgin burada bütünüyle deneye dayanmak zorundadır. Elbette, daha çok ve hatta bütünüyle tabiat bilimlerinin metoduyla çalışan bir kimsenin, deneysel yolu rasyonel yolun üstünde tınma eğiliminde olması doğaldır. Matematiksel eğitim görmüş bir bilgi teorisyeninin, düşünceyi ve dolayısıyla aklı biricik bilgi kaynağı olarak görmesine karşılık, labiat bilimleriyle yetişmiş bir filozofun da bütün insan bilgisinin kaynağı ve temeli olarak deneyi görmesi yadırganacak bir davranış değildir.
Bu arada her zaman birbirine karıştırılma ihmali bulunan deneycilikle “duyumculuk” arasındaki farkı gözönünde tutmak gerekir. İki tür deneyi, iç ve dış deneyi genelikle birbirinden ayırmak eğilimindeyiz. İç deney insanın kendi kendisini algılaması, dış deney de duyusal algıdan ibarettir. İşte duyumculuk, yalnızca dış deneyi, yani duyusal algılan esas alan deneycilik biçimidir.
Deneyci görüşlere çok eski zamanlardan beri rastlamak mümkündür. Bu düşüncelere önce Sofistlerde, daha sonra da Stoacılar ve Epikürcüler’de rastlarız. İlk kez olmak üzere Stoacılarda, ruhun, üzerine yazı yazılmamış bir levha, bir tabula rasa ile karşılaştırıldığı görülür ki, bu benzetme onlardan sonra da devam eder.
Başka söyleyişle Sofistler’in evreni teorik yönden açıklamaya çalışan filozofların anlayışlarına karşılık olarak, İnsan ve toplum gibi izafi konular üzerinde yoğunlaşıp tartışma açmaları, doğal olarak Sokratesve Platon’un akılcı felsefesiyle karşı karşıya kalmalarını sağlamıştır Aynı şekilde Aristoteles’in akılcı düşünce geleneğine Epikürcüler ve Stoacılar karşı çıkarak düşünce ve kavramlarının oluşumunda deneyciliği temel aldılar. Böylece Stoacılar aklın doğuştan boş bir levha olduğu ilkesini ileri sürdüler. Epikürcüler ise, deneye dayalı ilkelerden hareketle kavramların, önceki deneylerin zihinde bıraktıkları izlenimlerden meydana geldiğini belirttiler.
Orta Çağda Skolastik düşüncenin sonlarında Roger Bacon, Ochamlı William gibi filozoflar duyu verilerine dayanmayan tümel kavramların, yani ideaların bir isimden ibaret bulunduklarım ve gerçeklik dünyasında bunların karşılıklarının olmadığını açıkça ifade ettiler ki, bu filozoflara Nominalistler (Adcılar) denildi. Nitekim aynı akımın filozofları tabiattaki nedensellik ilişkisinin, akıl aracılığıyla kavranabilir bir bağ olmadığını, fakat sadece gözleme dayalı düzenli bir “ardışıklık”! (sequance) ifade ettiği iddiasını ortaya atlılar. Öyle ki, XVI. yüzyılda ünlü Francis Bacon, deneyden Önceki bilgiyi tamamen reddetmekle birlikte, elde edilmesi gereken kesin bilginin tabiata ait deneye dayalı bilgi olduğunu belirtecektir.
Ona göre, “tabiat kitabının” doğru okunması içingözlem verilerinin sistemli ve özellikle mekanik biryöntemle derlenerek düzenli hale getirilmesi gerekmektedir. Bacon’ın bu anlayışının gelişme temelini Nicolaus Cusanus’ta, Paracelsus’ta, Bernordino Telesio’da, Leonardo da Vinci’de, Galilei Galileo’da bulmak mümkündür. Francis Bacon bilimler sınıflamasında deneyciliği temel alma girişimini başlatacaktır. Zekeriya Razi, Cabir İbn Hayyan, İbn Heysem, İbn Tufeyl gibi yer yer deneye önemli yer veren İslâm düşünürlerinin, özellikle Anglosakson deneycileriyle ilişkileri hatırlanmalıdır. Deneyciliğe sistematik bir biçim verilmesi İse, ancak XVII. ve XVIII. yüzyıl İngiliz filozoflarından Locke tarafından gerçekleştirilmiştir.
Locke’un amacı düşüncelerimizin kaynağını açıklamak ve bilgimizin kesinlik, apaçıklık ve genişlik derecesini göstermekti. Daha başlangıçta idealizme karşı şu “devrimci” tezi ortaya atıı: Doğuştan bilgi yoktur. Ona göre, kuşku duyulmaz aksiyomlar olarak kabul edilen bir sürü doktrinlerin kaynağına bakarsak; bir sütninenin batıl inancından veya yaşlı bir kadının otoritesinden başka bir kaynağı olmadığı halde, bunların her biri çoğunlukla uzun zamanların geçmesi ve komşuların kabulüyle bir din ve ahlak ilkesi haline gelir. Çocuğun zihni, üzerine istediğiniz harfleri yazdığınız beyaz bir kağıt gibi, kendisine verilmek istenen intibaları alır. Bu şekilde eğitilen ve akıl çağına vardığı zaman kendi üzerinde düşünmeye başlayan çocuk, zihninde bu düşüncelerden daha eski hiçbir şey bulamaz ve bunun sonucunda, kendinde ilk kaynağını bulamadığı bu düşüncelerin, başka insanların ona öğrettikleri şeyler değil, Tanrının ve doğanın ruhundaki izleri olduğunu sanır.
Ruh başlangıçta düz levha tabula rasa gibidir. Bütün düşüncelerimizin kaynağı, bütün bilgilerimizin temeli deneydir; yani dış ve duyulur şeyler üzerinde olduğu kadar, ruhumuzun iç ameliyeleri üzerinde yaptığımız, deneyimlerdir, zihinde iki ilkenin birinden gelmeyen tek düşünce bile yoktur: Dış şeyler için duyum, iç olgular için düşünme (rel’lection). Çocuğun ilk fikirleri duyumdan gelir ve ancak daha ilerlemiş bir çağda kendi içinde cereyan eden şeyler üzerinde ciddi bir düşünme bulunur. Dilin incelenmesi bu iddiayı güçlendirir. Kullandığını iz bütün kelimeler duyulur düşüncelere bağlıdırlar; duyulardan bütünüyle uzak hareketleri ve kavranılan ifade etmek için kullanılanlar da, daha soyut anlamlara gelmek üzere, bu aynı duyular düşüncelerden çıkmaktadırlar. Böylece hayal etmek, anlamak, bağlanmak, kavramak, bulanık, hareketsizlik gibi kelimelerin hepsi duyulur şeylere ilişkin ameliyelerden alınmış ve bazı düşünce şekillerine uygulanmıştır. Düşünce için gerekli olan kelimelerin hepsinin kaynaklara kadar çıkabilseydik, bütün dillerde, duyularla kavranamayan şeylere ait kelimelerin başlangıçta duyulur düşüncelerden geldiklerini görecektik. Bir çocuğu doğduğu andan başlayarak izlersek göreceğiz ki, ruh duyular aracılığıyla gittikçe daha çok düşünceler kazandığından, giderek daha çuk uyanacak ve düşünce maddesinin fazlalığı oranında da daha çok düşünecektir.
Düşünmenin insanda ne zaman ortaya çıktığı sorusuna Locke, “duyum bunun için gerekli olan malzemeyi bize verdiği andan başlayarak” cevabını verir. Duyumunu almadığımız bir şeyi düşünemeyiz. Ünlü formülüyle: “Daha önce duyularda bulunmayan hiçbir şey zihinde bulunamaz.”
Locke’a göre iki türlü düşünce vardır: Basit düşünceler, bileşik (mürekkep) düşünceler. Büıün bilgilerimizin ilk maddesi gibi olan basit düşünceler, ancak duyum ve düşünce yollarıyla ruha gelmektedir. Basit düşüncelerin oluşumunda edilgin (passiv) olan ruh, bileşik (karmaşık) düşüncelerin oluşumunda etkin (aktiv)’dir. Ruh, basit düşünceleri alır, bileşik düşünceleri ise meydana getirir. Ruh, aldığı basit düşünceleri tekrar etmek, birleştirmek ve bu sayede yeni karmaşık düşünceler oluşturmak gücüne sahiptir. Fakat en verimli zihin bile, duyum ve düşünme yoluyla gelmeyen yeni hiçbir basil düşünce elde edemez.
Locke (deneyciliği) David Hume ile yeni bir aşamaya girmiştir. Hııme’a göre algılarımız ikiye ayrılır: Düşünceler ve İzlenimler. İzlenim (perception), görmek ve duymak gibi kendimizde bulunan canlı duyumlardır. Öyleyse duyu intibaları vardır. Yine ona göre düşünce, ötekiler kadar canlı olmayan hatırlama ve hayal etme güçleridir. Bunlar içimizde izlenim temeline dayanarak oluşurlar. Hume şu ilkeyi ortaya koyar: Bütün düşünceler izlenimlerden meydana gelir. Buna göre her düşünceye uygun düşen bir izlenim gösterilmesi gerekir. Bir başka anlatımla, bütün düşüncelerimizin sezgisel olarak bilinen bir şeye dayandırılması gerekir. Kavramlar ancak bu şekilde kabul edilebilir olurlar. Bu düşünce Hume’u cevher ve neden kavramlarını reddetmeye götürür. O, bu iki kavramda da böyle bir sezgisel ilkenin ve bu kavramlara uygun bir izlenimin (uyunmadığını görür. Böylece de deneyciliğin şu temel ilkesine katılır: Bilen, bilinç, bütün içeriğini belirli bir ölçüde deneyden kazanır. Ama Hume da, Locke gibi matematik alanda deneyden bağımsız ve bu nedenle bütünüyle tümel bir bilgi bulunduğunu kabul eder. Gerçi matematik kavramlar da deneyden gelirler, fakat bu kavramlar arasındaki ilişki her türlü deneyden bağımsız olarak vardırlar.
Genel olarak Hume felsefesinden etkilenen, ancak akılcı geleneği eleştirici bir tutumla sürdüren Kant, deneycilik ite rasyonalizm arasındaki karşıtlığı dengelemeye, kısacası uzlaştırmaya yönelmiştir. Bu bakımdan onun bütün bilgiyi deneyle başlatıp, fakat bütünüyle deneye dayandırmayan tutumunun doğal sonucu olarak aklın deney verilerinin düzenleyicisi olduğunu belirtmesi önemlidir.
Hume’un çağdaşı olan Fransız filozofu Condillac duyumculuk (sensualizm) biçimine sokmuştur. Condillac, Locke’u, dış ve iç olmak üzere iki tür bilgi kaynağı kabul ettiğinden dolayı eleştirir. O, bilginin bir tek kaynağı bulunduğunu, bunun da duyumlar olduğu tezini savunur. Ruhun asıl olarak yalnızca bir yeteneği vardır: Duyum almak. Bütün diğer yetenekler bundan çıkar. Düşünce incelmiş bîr duyu almadan başka bir şey değildir.
Deneyci anlayışın XIX. yüzyılda J.Sutart Mili ve Herbert Spencer tarafından temsil edildiğini görüyoruz. Mili, matematik bilgiyide, bîr tek bilgi temeli ve kaynağı olmak üzere deneye bağlayarak Locke ve Hume’dan daha ileri gider. Mill’e göre, matematik bilimi de dahil tüm bilimler veya bilgiler deneyden kaynaklanırlar ve tümevarım yoluyla elde edilirler. Evrim düşüncesini felsefesine temel alan Spencer ise, Önceki nesillerin deneyle isbat edilerek kesinlik kazanmış inanç esaslarının sonraki nesillere aktarıldığı düşüncesini ileri sürer.
Deneyciliğin bilgi teorisinin temel ilkesi şeklinde tanımlanması yapılmak istenirken salt duyumcu olmadığı da belirtilmeye çalışılmıştır, denebilir. Gerçekten Locke olsun, Hume olsun, bilgi elde edilirken izlenen süreçte duyumlara bağlı kalmazlar, yani duyumların gücüyle kendilerini sınırlı görmezler. Sözgelimi eğilim ve izlenimlere duyumun yanında yer vermeleri bu bakımdan değerlendirilmelidir. Nitekim Hume’a göre deneye daima bağlı olmasına rağmen, bir kavramdan bir başkasına geçmeyi sağlayan nedensellik kavramının insanda ortaya çıkması ancak izlenim yoluyla olabilmekledir. Bunun için deneyin ötesine geçmek gerekir. Hume’un sözkonusu ettiği bu nedensellik ilişkisi ya da bağlantısı Mill’de “çağrışımcılık” adını alır. Buna göre, deneyin onaya koyduğu olgular zihinde kendiliğinden düşünce çağrışımlarını uyandırmaktadır. Sözgelimi ocaktaki tencere içinde gördüğüm suyun kaynayacağını düşünür ve bilirim. Burada suyun kaynayacağını bilmem, Hume açısından bakıldığında nedensellik bağlantısı ve bununla verilmiş olanın ötesine geçmekdir. Aynı ilkeden hareketle Mili açısından bakıldığında suyun kaynayacağını bilmem bir çağrışım bağlantısı kurabilmemdir. Gerçekte daha Önce Locke “düşüncelerin çağrışımı” kavramına yer vermiştir.
öte yandan Pragmatizmin kurucusu William James’in “köktenci deneycilik” şeklinde nitelenen bilgi teorisinde yeni bir deneycilik türü geliştirilmiştir. Onun bilgi teorisinde deneycilik ve çağrışımcılık, olacağı bilmenin ve akıl yürütmenin ya da çıkarımın yerine konulur ki, böylece doğru düşünce (Pragmatist doğruluk) doğrulanmış düşünce olup, doğruluğun ilkesi de deney olarak tanımlanır.
Ayrıca XX. yüzyılda Viyana Çevresi’nin mantıkçı pozitivizmi, Kari R.Popper’in deneyciliğe karşıt tutumu, Wittgenstein’in analitik felsefesi, Wvan Orman Ouine ve Noam Cohmsky’nin dil felsefeleri deneyciliğin çeşitli ilkelerinin yeniden tartışılmasına imkan sağlamıştır.
Yüksel KANAR – SBA
Deneycilik
Deneycilik, ampirizm veya empirizm, bilginin duyumlar sayesinde ve deneyimle kazanılabileceğini öne süren görüştür. Deneyci görüşe göre insan zihninde doğuştan bir bilgi yoktur. İnsan zihni, bu nedenle boş bir levha (tabula rasa) gibidir.
Deneycilik akılcılığın karşıtıdır. Akılcılığa karşıt olarak deneycilik, duyum ve deneyimle temellenen bilgileri bilgi olarak kabul etmektedir yalnızca. İnsan bilgisinin tek kaynağı deneyim ya da duyumdur buna göre. Bilginin kaynağında akılı gören rasyonalizm geleneğine karşıt olarak deneycilik her tür bilginin sonradan deneyimle, duyumlarla elde edildiğini ileri süren bir felsefi temele sahiptir.
İlk Çağ felsefesinde deneycilik
İlk Çağ felsefesinde temel felsefi problemler özelikle evrenin başlangıcı ve oluşumu, varlığın sebebi ve varoluşun anlamı, bilginin kaynağı ve anlamı gibi meselelerdir. Buna bağlı olarak deneycilik daha o zamanlardan bir epistemolojik tutum olarak belirir ve bilgiyi aklın yasalarına göre değil nesnelerin görünüşlerine göre belirleme yaklaşımı olarak şekillenir. Sofistlerde, Septiklerde, Stoacılarda belirli ölçülerde deneyciliğin izlerini bulmak mümkün olmakla birlikte, esas olarak iki önemli filozof bu gelenek içinde belirgin bir yere sahip olarak görünmektedir.Duyum, deneyim ve dolayısıyla empirik bilgiyi merkeze alan felsefi yaklaşımın izleri bu iki filozoftan itibaren belirginleşmektedir.
Demokritos
Atomculuk olarak bilinen ilk çağ felsefe akımının öncüsü Demokritos’tur. Maddeci doğabilimi anlayışının kökleri Demokritos’a dayanır, aynı zamanda nedensel/zorunlu evren anlayışı ve bu anlayış ekseninde temellenen felsefi/bilimsel düşünce de köklerini Demokritos’ta bulur. Her şeyin özü nedir sorusuna verdiği cevap “atom” olmuştur; bölünemeyen, nesnelerin son dayanak noktası, özü olarak atom. Her şey atomlar ve atomların hareketliliğinden ibarettir. Demokritos bu fikirlerinin felsefi çerçevesini, sonradan giderek sistematikleşerek deneycilik olarak adlandırılan akıma uygun bir nitelikte ortaya koymuştur. Bu bakımdan birçok önemli felsefe tarihcisi Demokritos’u aynı zamanda deneycilik akımının öncü isimlerinden saymaktadır.
Epikuros
Demokritos gibi deneyci filozofların öncülerinden sayılan Epikuros (ya da Epikur), soyut felsefi söylemlerden uzak durmuş, mutluluk problemini ele alarak farklı bir ahlak felsefesi geliştirmeye yönelmiştir. Mutluluk, insanın doğayı ve evreni tanımasıyla mümkündür Epikuros’a göre.Hareketlerin yasalarını tespit edebilmek içinse bilgiye gerek olduğunu söyler. Bilgi ise duyu verilerinden gelir; yani duyu verilerinin birçok kez tekrarlaması sonucunda elde edilen genel tasavvurlar, Epikuros’a göre, bilgilerdir. Bu tasavvurlar ya da bilgiler nesnelerin kendileri değil onlardan gelen yansımalardır.Epikuros, duyu organlarının yanıltıcı olabileceğini ya da yansımaları farklı şekillerde algılayabileceğini de öne sürer.Böylece akıla da bir yer verilmiş olur bilgi sürecinde.Epikur için duyu organları ve akıl, bilginin ortaya konulduğu araçlardır bir anlamda.Duyu organlarınca edinilen duyum ve izlenimler akıl vasıtasıyla tasavvurlara dönüştürülürler ve böylece bilgi ortaya çıkar.Ayrıca Epikuros, haz ve acı duygulanımlarının da bilgiyi etkilediğini, bilginin doğruluk değerinin kişilerin haz ve acı duyumlarına bağlı olarak değişiklikler gösterdiğini öne sürer.
17. ve 18. yüzyılda deneycilik
İlk Çağ felsefesinde deneycilik, izlenimcilik ve duyumculuk akımlarının öncüsü sayılabilecek yaklaşımlar ortaya konulmakla birlikte, asıl olarak deneyciliğin sistematik bir felsefe olarak ortaya konulması Yeni Çağ olarak adlandırılan dönem ile birlikte meydana gelmiştir.Bu evrede deneycilik ilk çağ felsefesindeki duyumculuktan belirli ölcülerde ayrılarak sistematik bir yönelime girer.İngiliz deneyciliği olarak bilinen ünlü empirizm akımı yalnızca empirizmin en önemli akımı olmakla kalmaz, felsefe tarihi içinde de belirleyici bir öneme sahiptir, özellikle bilgi sorunsalı açısından kendi açmazlarıyla birlikte derinlikli çalışmalar ortaya koymuşlardır.Locke, Berkeley ve Hume ingiliz deneyciliğinin tartışmasız isimleridir ve kendilerinden sonraki felsefenin yönünü etkilemişlerdir.
john_locke.png” border=”0″ align=”left” />
John Locke
John Locke İngiliz felsefesinin ve deneycilik felsefe akımının yeni çağda yeniden doğmasını ve gelişmesini sağlayan filozoftur.Deneyciliğin kendi başına ve sistematik bir felsefe olarak ortaya çıkmasında Locke öncü isimdir.Locke’un etkisi özellikle 18. yüzyıl boyunca belirgindir.Hem insan düşüncesinin özgürlüğünü savunması hem de insan bilgisi ve eylemliliğini deneye dayandırması bakımından Locke, aydınlanmacı felsefeyi de önemli ölçüde etkilemiş düşünürlerden biridir.Bilgi düzeyinde Locke’a göre, doğuştan gelen ya da deneyimden önce varolan herhangi bir bilgi ya da önsel ilke (apriori) sözkonusu değildir.Aksine bütün bilgiler, düşünce ve kavramlar deneyden ileri gelmektedir, çünkü zihinde herhangi bir duyumla bağlantılı olmayan hiçbir düşünce mevcut değildir.Daha önceden mevcut olduğu varsayılan kavram ve ilkeler ise, başka insanların kendi deneylerinden çıkarıp doğru ve geçerli saymış olmalarından ileri gelmektedir.John Locke İnsan Anlığı Üzerine Deneme adlı kitabında felsefesini açıklar.Genel anlamda insan unsurunu konu edinmekle birlikte, özel olarak bilgi sorunsalı üzerinde durmaktadır burada.İnsan zihninin dünyaya geldiğinde bir tabula rasa olduğunu teorik bir önerme olarak ileri sürer Locke.Böylece bilgi ve bilginin dayandırıldığı bütün kavramların deneyle kazanıldığı tezi öne sürülür.Zihnimiz, deney ve gözlemlerin sonucu ortaya çıkan izlenimlerle zaman içinde dolar.Locke deney alanını iki bölüme ayırır; dış algılar (sensation) ve iç algılar(reflexion).Bütün bilgi ve düşünceler bu ikili deneyden gelmektedirler.
david_hume.png” border=”0 David Hume
David Hume, emprizmin sistematikleştirilmesinde ve kuramsal gücünü felsefi bir akım olarak doruk noktasına taşınmasında daha da belirgin bir isim olarak ortaya çıkar.17. yüzyılın doğa bilimi anlayışında geçerli olan nedensellik ilkesini Hume felsefî bir konumda yeniden değerlendirir; “her sonucun bir nedeni olduğu ve her etkinin bir sebebi bulunduğu” fikriyle öne sürülen bu düşünce, David Hume sonradan çagrışımcılık olarak bilinecek olan akımın öncüsü olarak tesciller.Öyleki aklın ve mantığı ilkeleri ve temel kategorileri bile, sonucta izlenimlere dayanır.Hume nedensellik ilkesinin böyle olduğu belirtir.Bu bakımdan empirizm Hume’da doruk noktasına ulaşmıştır.İnsan Doğası Üzerine Bir Deneme kitabında Hume, tıpkı önceli Locke gibi, insan kavramlarının ve fikirlerinin kaynağının ne olduğu sorusuyla ilgilenir.Her iki filozof da empirist olmasına rağmen Hume, bazı noktalarda Locke’dan ayrılır.İç ve dış algı ayrımını reddeden Hume, bu iki alanı birleştirmeye yönelir, insanın bilgi alanının bu şekilde bölümlenemeyeceğini ileri sürer.Hume’un ortaya koyduğu ayrımlar daha başkadır; izlenimleri ve kavramları ayırır Hume.İzlenimler duyu organlarının algıladıklarından ileri gelir; kavramlar ya da düşünceler ise artık canlılığını yitirmiş olan izlenimlerin tasavvurlarından meydana gelir.Zihnin temel görevi, duyularla elde edilen verilerin üzerinde işlem yapmak, izlenimleri bilgiye dönüştürmektir.Bütün fikirlerin temeli bu izlenimlere dayanır çünkü.En soyut idealardan bir olan Tanrı ideası bile, insanların deneyimlerindeki izlenimlerinden meydana gelmiştir.
john locke rasyonalistlere karşı bir fikir ortaya koymuştur. ona göre her şey deneyden türer. gözle görmediğiniz ve deneyle kanıtlanmayan hiçbirşey yoktur
* David Hume ve ampirizm üzerine: Gilles Deleuze, Empirisme et subjectivité, PUF, 1953 (Türkçesi: Ampirizm ve Öznellik, Ece Erbay (çev.), Norgunk Yayıncılık, 2008).
thomas_hobbes.png” border=”0 Thomas Hobbes
Belirli anlamda materyalizmin de Yeni Çağ felsefesi içinde temsilcisi sayılan Hobbes, fiziksel gerçekliği her şeyden üstün tutmuş,
her şeyin fizik maddenin hareketinden ileri geldiğini öne sürmüştür.Hobbes asıl olarak ününü siyaset felsefesindeki düşüncelerine borçludur.Bununla birlikte Hobbes’i sözkonusu dönem içindeki deneycilik akımı içinde değerlendirmek yerinde olur.Hobbes da deneyci felsefenin kuramsal ve yöntemsel ögelerini sahiplenir.Bilginin kaynağı olarak fiziksel gerçekliğin deneyimini, yani duyu algılarının rolünü öncelikli olarak alır.Hobbes da diğerleri gibi tüm bilginin temelinde duyuların, yani duyu deneyinin olduğunu öne sürer.Bununla birlikte Hobbes empirik filozoflarda görülmeyecek şekilde matematikle, özellikle geometri ile ilgilenmiştir.
George Berkeley
Berkeley, empirist felsefe akımının önemli isimlerinden olup geliştirdiği felsefi yaklaşımla materyalist yönelimli empirisitlerden farklı olarak tamamen idealaist yönelimli bir yaklaşım geliştirdi.Öyleki, Berkeley sonuç olarak maddi varlığın gerçekte varolmadığı sonucunu öne sürdü.John Locke’u, maddenin kendi başına varolduğunu düşündüğü, bu anlamdada eski soyut felsefelere inandığı gerekçesiyle eleştirdi.Berkeley bu anlamda idealizmin en ünlü temsilcilerinden sayılır; ancak aynı zamanda empirist felsefe içinde de yer almaktadır.İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine İnceleme adlı kitabında temel felsefi kavramlarını geliştirir.Berkeley’e göre, nesnelerin özü, algılanmış olmalarından ibarettir.Buna göre nesneler düşünceden başka bir şey değildirler.Algılar saf düşüncelerdir ve kendisiyle ilgili edindiğimiz düşünceler dışında madde diye bir şey yoktur.Her şeyin dayanak noktası duyumsal kesinliktir, bilginin değeri duyumsal kesinliğe dayanmasıyla anlam bulur.
Francis Bacon
Bilimsel düşüncenin Yeni Çağdaki öncüsü sayılan Francis Bacon, aynı zamanda belirli bir şekilde deneyci felsefeninde öncü isimleri arasında yer alır.Locke ile sistematikleşip Hume ile doruğuna ulaşan Mill ve Bertrand Russell ile devam eden ingiliz empirizminin bir anlamda kurucu Bacon’dır.Bacon’ın bilimsel yöntem olarak öne sürdüğü tümevarımsal yöntemi, gözlem ve olguların toplanması, bunlar üzerinden sonuclara gidilmesi yaklaşımını içerdiğinden, empirik felsefenin temel yöntemsel yaklaşımına denk düşer.Bacon’a göre bilim nedenlerin keşfedilmesi uğraşıdır.Nesnelerin biçimsel nedensellikleri onların fiziksel niteliklerinden ileri gelir ve tümevarımsal yöntem bu nedenselliklerin ortaya konulup bilgiye ulaşılmasının yöntemidir.
John Stuart Mill
John Stuart Mill asıl olarak yararcılık olarak adlandırılan bir düşünür olarak ün yapmış olan ingiliz filozofudur.Mantıkta tümevarımsal yaklaşın geliştirilmesine önemli katkılar sağlamıştır.Deneyci filozların çizgisinde devam ederek, özellikle Berkeley’le bağlantılı önermeler geliştirmiştir.Mill, Berkely’den dış dünyanın/maddenin gerçekliği konusunda ayrılır, ona göre duyumların dayanak noktası, maddi gerçekliktir.
Condillac
Fransız filozof Condillac, empirik felsefenin özellikle duyumculuk yönünde geliştirilmesini sağlamış ve bu yönde temellendirmiştir.Bilgi teorisi konusunda kapsamlı yapıtlar üretmiş olan Condillac, aydınlanma çağında özellikle İdeolog olarak adlandırılan düşünürleri etkilemiş ve günmüze kadar gelen biir çok tartışmanın teorik temellerini atmıştır.Condillac için felsefe kısaca duyumların bilgisi üzerine düşünmek olarak tanımlanır ki, bu aynı zamanda her tür bilginin temelinde duyumlar olduğu tezinin öne sürülmesidir.
Çağrışımcı deneycilik
Kurucuları David Hardey ve Joseph Priestley olan deneyci akım.
Duyumculuk, Pozitivizm, Pragmatizm ve Deneycilik ilişkileri/ayrımları
Empirist felsefe, ince nüanslar ve kavram ayrımları üzerinden, ya da öncelikli ilkelerin neler olduğu ve yöntemsel yaklaşım noktasındaki ayrımlardan hareketle farklı kollara ayrılır ve kuramsal konumlanışları itibariyle birbirlerinden farklılaşırlar.Belirli bir noktada bu farklılıklar farklı felsefe eğilimleri olarak belirlemelerini getirir.Bunun yanında, hepsinin öncelikli ilkesel kavramı farklı olmakla ve farklı bir felsefi konuma yönelmeleri sözkonusu olmakla birlikte, rasyonalist geleneğe karşıt olarak, deneye, gözleme, pratik olana, yaşama öncelik verdiğini iddia eden bir epistemolojik temele dayanırlar.Duyumculuk duyu verilerinin bilginin temeli olduğunu, pozitivizm gözlem ve deneyin doğrulanabilirliğin tek kaynağı olduğunu, pragmatizm somut yaşamın ve pratiğin her şeyin ölçüsü olduğunu öne sürdüğünde deneycilik felsefesinin epistemolojik konumundan kalkış yapmaktadırlar.
Viyana Çevresi
Mantıksal empirizm ya da mantıkçı olguculuk olarak bilinen bir felsefi konuma sahip olan Viyana Çevresi, belirli şekillerde deneycilik felsefesinin teorik öncüllerini sürdürür.Özellikle pozitivist anlamda deneyciliği değerlendirmişlerdir.Mantıksal empiristlerde “anlan” kavramı önemli bir yer tutar.Anlamlı önermeler doğrulanabilir, yani gözlem ve deney ile açık seçik bulgulanabilir olan cümlelerdir bulgularDoğrulanabilirlik ilkesini öne sürmüşler ve bunun temeline de deney ve gözlemi koymuşlardır.Bu gruba göre gözlemle doğrulanamayan her şey metafiziktir ve metafizik olan her şey de anlamsızdır.
Bertrand Russel
Bertrand Russell, matematiksel mantık alanındaki çalışmalarını felsefe alanına genişleterek bir mantıksal atomculuk öğretisini geliştirmiştir.İngiliz filozofu olarak Russell epistemolojik olarak empirizmi benimser ve deneysel bilgimizin temel olduğunu, bunların betimsel ve tanışıklık yoluyla elde edilmelerine bağlı olarak iki türe ayrıldığını öne sürer. Russell, analitik felsefeyle ve mantıksal empiristlerle ya da mantıksal olgucularla bazı bakımlardan benzer teorik konumlara sahiptir.
Empirizm eleştirileri
Duyuları ve duyumları bilgi problemi açısından yeniden önemli kılmasıyla etkili olan deneycilik felsefesi, duyum ve deneye aşırı ve buna bağlı olarak da yanlış bir yer vermekle eleştirilir.Özellikle aklı tamamen geri plana itmesi ve hatta tamamen önemsiz kılması, deneyciliğe yönelik yoğun eleştirilerin gortaya çıkmasına yol açar.Zihnin boş bir levha olduğu önermesi, sonradan daha çok yanlışlanabilir bir önerme olarak belirmiştir; zihnin, duyumların etkisiyle hareket eden bir makine/araç olmadığı, ya da nesnelliği yansıtmaktan ibaret edilgen bir konum olmadığı psikanaliz, antropoloji gibi bilim alanlarından gelen katkılarla da eleştirilebilir olmuştur.Dil-zihin-gerçeklik ilişkisinde empirik önermelerin geçerli olmadığı, bağımsız bir deney ve gözlem alanı bulunmadığı, her tür gözlem ve deneyin, izlenimlerin belirli bakış açılarına göre üretildiği ileri sürülmüştür.Empirizm eleştirilerinin doruk noktası W. V. Quine´in Deneyciliğin İki Dogması adlı kitabıdır.Quine, burada deneyciiliğin temel önkabullerine yönelik eleştirilerini yöneltir.Bir yandan, analitik önermeler ile sentetik önermeler arasında yapılan katı ayrım eleştirilir ve apiriori bilgilerin olduğu öne sürülür.İkinci olaraksa, deneyciliğin öne sürdüğü deneyimin koşullarına yönelik bilginin nereden geldiğine ilişkin eleştiri dile getirilir.Ayrıca gözlem sonuclarının sentezlenmesini sağlayan tümevarım ilkesinin deneyimle nasıl temellendirileceği sorusu da deneyci felsefecilere yöneltilir.prt
Vikipedi