Duyumculuk, bilginin tek kaynağının duyumlar olduğunu savunan bir felsefe öğretisidir. Bu felsefi akım, bilgi edinme sürecinde insan deneyiminin ve duyumlarının temel olduğunu ileri sürer. Condillac'ın felsefe sistemine özel bir vurgu yaparak, bilgilerimizin tamamının duyumlara dayandığını ve öznenin her faaliyetinin duyumların değişim ve dönüşümüyle ilişkili olduğunu öne sürer.
Rönesans döneminde, İtalyan filozofları Bernardino Telesio, Giordano Bruno ve Tommaso Campanella da felsefi konuları duyumcu bir yaklaşımla ele almışlardır. Campanella'nın "Duyularla Kanıtlanmış Felsefe" adlı eseri, Telesio'nun duyumcu düşüncesinin etkisini taşır.
Locke da, görünüşte duyumcu bir yaklaşım sergiler ve zihindeki her şeyin duyumlar aracılığıyla var olduğunu öne sürer. Ancak, Locke'un deneyciliği, duyumları sadece dış dünyayla ilişkilendirirken, içsel olgular için "düşünme" ilkesini benimser. Dolayısıyla, Locke'un yaklaşımıyla duyumculuk arasında bir ayrım yapmak önemlidir.
Duyumculuğu felsefi bir akım olarak şekillendiren Condillac, bu yaklaşımıyla öne çıksa da, tarih boyunca Epikürcülerden başlayarak Hobbes, Berkeley ve Hume gibi filozoflar da duyumculuğu savunmuşlardır. Bu akımda, her türden özgür ve iradi davranışın reddedildiği ve ruhun hareketlerinin dış etkilere bağlı olduğu görülür.
Condillac'ın ünlü heykel örneği, bu düşüncenin temelini oluşturur. Heykel, iç güdülerden ziyade sadece dış etkiler ve uyarıcılar tarafından harekete geçirilebilir. İnsanın iç dünyasının da dış etkilerle, yani sürekli duyuların değişimiyle açıklanabileceğini ileri sürer. Bu açıdan duyumculuk, maddeci bir deneycilik düşüncesine ulaşır. Ancak, deneycilikten farklı olarak, duyumculuk bilginin kaynağını sadece duyumlarla sınırlar.
Condillac'ın düşüncesine göre, insan düşünmesini duyularla birleştirir ve düşünmeyi duyumun bir sonucu olarak kabul eder. Bu bağlamda, içsel olarak organize edilmiş ancak dışarıdan duyum alamayan bir heykel tasarlar. Heykelin zihinsel ve manevi gelişimi için kabuğunun çeşitli parçalarının kaldırılması gerektiğini öne sürer. Bu şekilde, Condillac tam anlamıyla duyumculuk düşüncesini temsil eder.
Condillac, düşüncesini bir heykel örneği üzerinden açıklar. Heykelin koku alma özelliğinin sadece koku duyumuyla başladığını ve bu duyumu aldığı ilk uyarıcının belirlediğini belirtir. Örneğin, heykele gül kokusu gösterildiğinde, bu kokunun sadece bir kokuya işaret ettiğini ve heykel için henüz anlam taşımadığını ifade eder. Ancak zamanla, hafıza sayesinde çeşitli kokuları karşılaştırmaya başlayan heykel, hoşlandığı kokuları sevme eğiliminde olurken, hoşlanmadıklarına karşı ise olumsuz duygular geliştirir.
Karşılaştırma ve çeşitli duyumların bir araya gelmesiyle yargı, düşünme ve akıl yürütme gibi kavramların ortaya çıktığını ve bunları zeka olarak adlandırabileceğimizi öne sürer. Condillac'a göre, bu argüman sadece koku duyumuyla değil, dokunma, tadma, duyma ve görme duyularıyla da kanıtlanabilir. Ancak, Condillac'a göre en önemli duyu dokunma duyusudur çünkü diğer duyuların objektif dünyayı anlamlandırmasına yol açar. Dokunma duyusu, diğer duyuların eğitmeni olarak görülür ve renkler, sesler, kokular ve tadlar gibi diğer duyumların objelerle ilişkilendirilmesini sağlar.
Duyumculuk, nesnel ve öznel olmak üzere iki türe ayrılır. Nesnel duyumculuk, bilginin kendisinden önce konuları araştırır ve sadece maddeyi tanıma ve kavrama sürecine odaklanır. Bu anlayış sonunda maddeciliğe ulaşır. Sübjektif ya da psikolojik duyumculuk ise, irade, zeka gibi yetileri duyular ve duyuların değişimleriyle tanımlamaya çalışır.
Duyumculuk, bilginin kaynağı ve değeri konusunda da duyumları temel alır ve ahlak alanında da duyumları esas kabul eder. Benzer şekilde, hazcılar ve Epikürcülerin duyumların, zevklerin veya nazların tatmin edilmesini ahlaki açıdan iyinin tek ölçüsü olarak gördüğü gibi, duyumculuk da aynı anlayışı benimser. Bu nedenle, duyumculukla hazcılar ve Epikürcüler arasında ortak bir temel bulunmaktadır. Ayrıca, estetik bakımdan da güzel, hoş veya haz veren şeylerin duygularla özdeşleştirildiği görülür.