Feodalizm
Feodalizm diye bilinen toplumsal, ekonomik ve siyasal yapı en yetkin şeklini on ikinci ve onüçüncü yüzyıllarda Kuzey Fransa’da bulmuştur. Feodalizm, uzlaşımsal olarak feodal özelliklerin görüldüğü Japonya ve Avrupa’nın diğer bölgeleri için de kullanılan bir yafta olup bu sistemin Avrupa’da Orta Çağlar olarak bilinen beş yüzyıl boyunca sürdüğü kabul edilir. Feodalizm kesin olarak tanımlanamaz, çünkü örneklerin çeşitliliği ve hiçbir tekil örneğin beş yüzyıl süren Avrııpa’daki feodal dönem boyunca değişmeden kalmamış olması buna imkan tanımaz.
J.Praver ve S.N.FJsenstadt en gelişmiş feodal toplumların beş ortak özelliğini şöyle sıralar: I- Lord-Vassal ilişkileri, 2- Başlıca ulusal düzeyden çok yerel ve nisbeten işlevlerin daha ayrımlaştığı düzeyde geçerli olan kişiselleşmiş yönetim, 3-Temelde askeri nitelikteki hizmetlerin karşılanmasında fieflerin (tımarların) kullanılmasına dayanan bir toprak ağalığı sistemi, 4- Özel ordunun mevcudiyeti, 5- Lordların birer serf olan köylüler üzerindeki hakları. Bunlar, merkeziieşmemiş ve bir krala dek uzanan tek bir otorite çizgisine ait biçimsel ilkeye rağmen saygınlık sıralaması İçinde kişisel bağlara ilişkin hiyerarşi!; bir ağa oturan siyasal bir sistemi karakterize eder. Bu durum, kollektif savunmayı ve düzenin sürdürülmesini temin eder. Ekonomik temel, üretimin manoryal organizasyonu ve lordların kendi siyasal işlevlerini yerine getirmek için ihtiyaçtan olan artık değeri sağlayan bağımlı bir köylülüktü.
Feodalizm konusunda uyanan sosyolojik ilgi, şu yönlerde gelişti: M.Weber Ekonomi ve Toplum adlı kitabında, coğrafi olarak dağılmış bir organizasyonun yanısıra, patrimonyalizmin bir şekli olarak gördüğü feodalizmin siyasal düzenlemeleriyle de ilgilendi. Sözkonu-su dağılmış organizasyon içerisinde uyruklar, kendi merkezi otoritelerinin bağımsızlığını öne sürebiliyorlardı, lordlar, vassallar ve alt-vassallar arasındaki saygınlığa dayalı kişisel bağlar, siyasal birleşik grupla yer değiştiriyordu. K.Marx ve F.Engels, kapitalizm öncesi üretim tarzlarıyla çok kısa olarak ilgilenmişler, fakat 1870’li yıllarda bazı Marxist sosyologlar feodal üretim tarzı üzerine kafa yormaya başlamışlardır. İşçilerin üretim araçları üzerindeki her türlü denetimden yoksun bırakıldığı kapitalizmden farklı olarak feodalizm, köylülere bu araçların bazılarına (her ne kadar yasa] bir adı yoksa da) etkili biçimde sahip olma hakkını tanıyordu. Lordlarla köylüler arasındaki sınıf mücadelesi, köylülere ayrılan üretim birimlerinin büyüklüğü, kiracılığın şanları ve tıpkı otlak, sulama kanalları ve değirmenler gibi temel üretim araçlarının kontrolü üzerinde yoğunlaşıyordu. Çağdaş Marxist yaklaşımlarda bu yüzden iddia edilen şey şudur: Sözgelimi, köylü-kiracının, tüketim haklarına sahip olmakla üretim üzerinde de bir miktar kontrolü olduğundan, ‘ekonomidışı şartlar’ toprak ağalarının köylüler üzerindeki denetimi sağlama almasını gerekli kılmaktadır. Bu şartlar, esas İtibariyle siyasal ve ideolojik kontrol biçimleridir. Feodal üretim tarzı böylece artık değerin rant şeklinde eide edilmesine imkan tanıyan bir üretim tarzıdır. Feodal rantın bazı şekilleri sözkonusudur: Tür bakımından, para ya da emek ramları feodal rantlardan ikisidir. Bu üretim tarzının değişik şekilleri ranttaki bu değişmelere bakılarak tammlanabilir. Örneğin emek rantı {emekten elde edilen rant) özel bir iş süreci tipi gerektirir. Bu iş süreci tipi, lord ya da başka birisinin gözcülüğü’ altında mülk (demesine) üretimiyle kiracıların bağımsız üretiminin birleşmesinden meydana gelir. Feodalizmden kapitalizme geçiş, bu açıdan, doğaya karşı sürekli mücadele İle gelirin rantla genişlemesinin sonucu ortaya çıkmıştır.
Feodalizmin tanımı konusunda çok sayıda görüş ileri sürülmüştür. Sözcüğün, çok genel terimlerle ortaçağ Avrupa toplumunun ya da herhangi bir yerdeki benzer toplumların ekonomik ve siyasal ilişkilerinin tamamını dile getirmek için.kullanılması mümkündür. Böyle bir görüş benimsendiği takdirde vurgu, normal olarak köylü halkın kapalı ya da doğal bir ekonomideki iş hizmetlerinin aşırı vergilendirilmesı yoluyla sömürülmesi üzerinde toplanır. Tımar (fief) kurumu çok önemlidir: Belli baslı toplumsal ilişkiler, hem toprak hem de İnsan kır üzerinde egemenliği olan lordluğa göre belirlenir, li öyle bir tanım sık sık neredeyse ‘ortaçağ’ ile eşanlamlı kılınacak derecede genişletilir ve böylece hiç bir gerçek değeri kalmaz. Ne var ki daha dikkatli kullanıldığında bile önemli sorunlar doğurmaktan geri durmaz bu tanım.
Ortaçağ dönemi boyunca ekonomi, tek bir feodalizm modelinin uygulanmasına güçlükler yıkanacak dönüşümler geçirdi, l’ara, daha Önce düşünülenden çok daha önemli olup pazar için üretim daha geniş çaplı yapılmaktaydı. Köylülüğe bağlılık derecesinde gerek kronolojik gerekse coğrafi olarak pek çok değişmeler sözkonusuydu. İngiltere’de pek çok iş hizmeti feodalizmin zirvesinde olduğunun sanıldığı bir donemde, yani onikinci yüzyılda, ta onüçüncü yüzyılda yeniden diriltilene kadar gerilemişti. En iyi durumda, toplum kısmen feodaldi ve şurası önemlidir ki, feodalizmin en büyük tarihçilerinden birisi olan Marc Bloch’un tanımında, feodal lordlukların yanısıra ‘diğer otorite biçimlerinin, aile ve devletin hayatiyetini sürdürmesi’ne yer verilmiştir. Anahtar bir unsur olarak aristokratik lordluğun siyasal sınırlamaları altında küçük çaplı köylü üretimini gözönüne almak suretiyle feodalizmi geniş anlamda yeni baştan tanımlama yönündeki itim girişimler tatmin edici olmaktan uzaktır.
Genel bir feodalizm tanımı aramaya karşı çıkan bir başka görüş, askeri hizmete karşılık özgül bir toprak ağalığı tipi üzerinde durur. Feodalizm sözcüğünün kendisi Latince feodum ya da fief(tıniür) ten gelir. (Fief (tımar) genellikle kırk günlüğüne atlı olarak yerine getirilen hizmete karşılık bir şövalye tarafından elde edilen toprak demektir.) Bu tür terimlerle feodalizmin çok daha tatminkar bir tanımım ve açıklamasını yapmak mümkündür. Sistemin Karolenj İmparatorluğunun çöküşü gibi, onaltıncı yüzyılda kamu otoritesinin çöküşüne kadar uzanan kökleri vardır. İnsanlar, kendilerini, onlara tımarlar sıfatıyla toprak ihsan eden lordlara kayıtsız şartsız teslim ediyorlardı. Şövalye ve kale, lordluğun kendi lorduna biat olarak bilinen kendine has bir seremoniyi icra eden insanlardan ya da vassaldan doğduğu bu feodalizm tipi için temel teşkil eden iki unsurdu. Sistem, onbirinci yüzyılda Normanlar tarafından ithal edilen İngiltere ve Güney İtalya gibi ülkeler İstisna edilirse, tedrici olarak cvrimleşmişıi. Tımarlar tevarüs hakkına sahip olmaya başladılar ve bazı vergilere karşılık lordun hakları ya da feodal vergiler giderek kesinlik kazandı. Örneğin bir lord, en büyük oğlunun şövalye olması İçin gereken parayı ödemesine yardım etmek amacıyla vassalla-rından yardım İsterdi. Buradan karmaşık hukuk sistemi doğdu: Lordun kiracıları üzerindeki yasal haklan feodal bir toplumda önemli bir unsur haline geldi.
Böyle bir tanım oklukça tatminkardır. O, hiç bir toplumun herhangi bir zamanda bütünüyle feodulleşmediğini dile getirmeye çabalamakladır. İngiltere örneğinde kral hiç bir zaman yalnız başına feodal sipahi (cavalry)lcri-ne değil, büyük ölçüde paralı askerlere ve piyadelere dayanıyordu. Son etkili askere çağırmalar 1327’de yapıldı, fakat bir önceki yüzyılın ilk yarısında hizmet düzeyleri kökten biçimde düşürülmüştü, öyle ki, şövalye kotalarının feodal toprak ağalığı yapısıyla ilişkisi en aza inmeye yüz tutmuştu. Kaleler başlangıçta ülkenin feodal organizasyonunun ayrılmaz bir parçasıydı, fakat ne zaman ki I.Edward onüçüncü yüzyılın sonlarında Wales’ta o kocaman kaleleri inşa etmeye başladı, işte o zaman I.Edward, askerleri ücretli işçiler olarak çalıştırdı. Bu tür kalelerin feodal diye tanımlanabilmeleri çok güçtür. Orta Çağların sonlarında sözleşmelerle asker kiralama sistemi ve resmi üniforma kullanma konusu ‘piç feodalizm’ diye tanımlanmıştır, ancak topraklı tımarların gerçek feodal unsurları olan tevarüs edilebilirlik ve biatin her ikisi de (bu feodalizm tipinde) mevcut değildi. Bundan başka, İngiltere’de feodalizmin hukuki yönleri, sistemin askeri yararlılığının daha uzun zaman dayanmasını sağlamıştır; onyedinci yüzyılın başlarında para-doğuran feodal tekniklerin bîr yeniden canlanışına bile şahit olunmuştur.
Eğer katı bir anlamda feodalizm teriminin yalnızca Orta Çağlarda bir Batı Avrupa ülkesine uygulanabileceği dikkate alınırsa, bu durumda terimin farklı bölge ve dönemlere atfen kullanılabilmesi güçleşir. Pronoia ve iktâ sistemleriyle Ortaçağ Bizans ve İslam imparatorlukları, tımarlara çok da yabancı olmayan toprak bağışlama tiplerine sahipliler. İktâ, sahibinden çocuğuna yalnızca İstisnai durumlarda geçebilirken, onikinci yüzyıl dolaylarında Bizanslıların sistemi Batı feodalizmini karakterize eden tevarüs edilebilirliğe doğru gelişli. Avrupa feodalizminin hukuki yapısı büyük ölçüde bu paralel (yani Bizans ve İslam) sistemlerde mevcut değildi. Japonya’nın sık sık Batı Avrupa’nın askeri feodalizmine yakından akraba bir sistem geliştirdiğine işaret edilir. Oysa pirinç üretimine dayalı bir ekonomi ve tamamiyle farklı bir kültürel ve hukuki gelenek benzerlikleri olduğu kadar zıtlıklar da meydana getirmiştir. Bununla birlikle, Marxist teorilerden etkilenenlere göre, feodalizm, toplumların bir çoğunun gelişmeleri yönünde geçmeleri gereken bir aşamayı temsil eder. Bu tür bir yaklaşım, beraberinde getirdiği güçjüklerle birlikte aşırı derecede genel bir feodalizm tanımı kullanmaktadır.
Feodalizm konusunda eser veren bilim adamlarının tezlerinden pek çoğu, tanımlar üzerinde anlaşamamanın sonucu ortaya çıkmıştır. Hiçbir tek sözcük ya da tekil bir model ortaçağ toplumlarının karmaşık ve değişken yapılarını asla kucaklayamaz. Ortaçağ Avrupa’sının soylu ve şövalyece sınıflan içerisindeki çok kendine has bir ilişkiler kümesini tanımlayan bir terim olarak feodalizm, terimi elverişlidir, fakat sözcük mutlaka çok dikkatle kullanılmalıdır.
(SBA)
feodalizm.png” border=”0 Feodalizm
Feodalizm veya Derebeylik, başta Ortaçağ Avrupası olmak üzere tarihin birçok evresinde rastlanan toplumsal, siyasal ve ekonomik örgütleniş biçimidir. Feodalizm kelimesi, Latince feodum (tımar) ile taşınabilir değerli mal anlamına gelen Cermen kökenli bir kelimeden türetilmiştir.
Feodal toplumun siyasi örgütlenişi, koruyan-korunan (süzeren-vassal) ilişkisine dayanan hiyerarşik bir örgütleniştir. Merkezî otorite zayıftır, yerellik görülür. Feodal ekonomi ise, kendi kendine yeterlik üzerine kuruludur.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından güçlü ulusal monarşilerin ortaya çıkmasına kadar olan sürede, Avrupa’da hâkim olan örgütleniş biçimi feodal örgütleniştir. İlk Çağ’da Roma’dan yönetilen topraklarda Cermen istilaları ile Roma döneminin merkeziyetçi siyasi düzeni bozulmuş ve sayısız irili ufaklı feodal beylik ortaya çıkmıştır.
Ticaretin tekrar canlanması ile temelleri sarsılan feodalizmin son kalıntıları Sanayi Devrimi ile tamamen yok olmuştur.
Feodalizmin ortaya çıkmasınının nedenleri
Feodalizmin ortaya çıkmasındaki en önemli sebep, Roma İmparatorluğu’nun düzeninin karşılaştığı büyük ekonomik bunalımdır.
Roma İmparatorluğu’nda, özellikle İtalya Yarımadası’nda tarımsal üretim, toprak sahibi özgür Roma vatandaşlarının geniş çiftliklerinde, ağırlıklı olarak köle emeği kullanılarak ve imparatorluğun ticaret hatlarındaki hâkimiyeti sayesinde çeşitli pazarlara yönelik olarak yapılıyordu. İyi işleyen ticaret sayesinde gelişmiş bir işbölümü sağlanmıştı ve tarımsal üretim kırsal alanlarda, zanaatlar ise ticari merkez durumundaki kentlerde sürdürülüyordu. Kentler, kırsal kesim için gerekli üretim araçlarını ve lüks malzemeleri, kırsal kesim ise kentlerin gıda ihtiyacını sağlıyordu. Bu şekilde canlı bir kent-kır ticareti oluşmuştu.
Fetihler boyunca Roma yeni vergi kaynakları yaratıyor ve savaşlardan gelen yağma gelirleriyle besleniyordu. Ancak, fetihlerin durması ve savaşların kısır savunma savaşlarına dönmesinin ardından Roma maliyesi zor duruma düştü. Bunu dengelemek amacıyla, vergilerin artırılması yoluna gidilmiştir. Vergilerin artırılması köylüyü zor durumda bırakıp alım gücünü azalttığı gibi, köyden kente göçü de tetiklemiştir.
Bu durum ilk etkilerini ticaret üzerinde göstermiştir. Köylünün alım gücünün azalması köy-kent ticaretini zayıflatmış, kentli zanaatkârlar pazar bulmakta zorlandıklarından iflasa sürüklenmiş, kentle ticaret yapamayan latifundialar (köle emeğiyle üretim yapan tarımsal işletmeler) zor duruma düşmüştür. Bu, Roma dönemindeki ekonomik düzeni yok edecek bir kısır döngüdür.
Ürünlerin pazarlamasında sorunlar yaşanmaya başlandığında, kölelerin üretim dönemleri dışında da beslenmesi zorunluluğu katlanılması olanaksız bir maliyet unsuru haline gelmiştir. Bu tür işletmeler, kölelerin bir kısmını azat ederek, belirli bir toprak kirası karşılığında geçimlik toprakları işleme hakkı tanıdılar.
Azat edilmiş bu yeni küçük çiftçiler tümüyle özgür değillerdi, kendilerine tahsis edilen toprakları terk etmeleri durumunda toprak sahibinin gelir kaynağı da ortadan kalkacaktı. Dolayısıyla bu topraklardan ayrılmama koşuluyla azat edilmişlerdir. Böylece, verilen toprağı işleyerek geçimini sağlayan, karşılık olarak efendisine toprak kullanım kirası ödeyen bu çiftçilerle yeni bir sınıf doğmuş oldu. Bu sınıf, feodal ekonominin ana üretici gücü olan serfler sınıfıdır.
Buna ek olarak, kent-köy ticaretinin azalması, latifundiaları kendi ihtiyaçlarını karşılamaya itti. Daha önce kentten aldıkları malları, aynı kalitede olmasa bile, üretmeye başladılar. Bu durum, pazara dönük üretimi durdurduğu gibi ekonomik bütünlüğü yok ederek yerelliğe yol açtı.
Görüldüğü gibi ekonomik koşulları daha Roma düzeninin son günlerinde oluşan feodal yapı, Roma İmparatorluğu’nun Cermen istilaları ile yıkılmasının ardından ortaya çıktı. Roma mirası üzerine kurulan Cermen krallıklar, Roma gibi merkeziyetçi devletler olamadılar. Daha önce Roma’dan yönetilen topraklarda, her biri kendine yeter ekonomiye sahip sayısız feodal beylik kuruldu.
Yapısallaşması
Feodal düzen, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla ortaya çıkmış olsa da, bu düzenin kurumsallaşıp tipik şeklini alması 9. ve 10. yüzyıllara kadar sürmüştür. Bu tarihlerde Avrupa’da yayılan iki yeni buluş, feodal yapının Avrupa’nın hâkim düzeni olmasını sağlamıştır. Bu iki buluş ağır saban ve üzengidir.
Kuzey Avrupa topraklarının çok yağış alması ve drenaj sistemlerinin ihtiyaca cevap verememesi bu bölgelerdeki tarım üretimini kısıtlamış ve nüfus birikimini engellemiştir. Bu nedenle İlk Çağ’da nüfus iç bölgelerde değil, nispeten daha az yağış alan Akdeniz Havzası’nda birikmiştir.
Ağır sabanın bulunması Kuzey Avrupa topraklarında verimli tarım yapılmasına imkân sağlamış ve toplanan artı ürün ile Avrupa’yı göçebe istilalarından koruyacak bir askerî sınıfın beslenmesini olanaklı kılmıştır. Şövalyeler diye adlandırılacak olan bu askerî sınıf, üretim yapan köylünün üzerine koruyucu soylular olarak yerleşmiştir. Oluşan düzende serfler soyluların toprağını işlemiş, karşılığında ise soylular serfleri korumuştur.
Üzengi ise dönemin savaş taktiklerinin değişmesine yol açmış ve piyade ile durdurulması çok güç olan ağır süvarileri, yani zırhlı şövalyeleri ortaya çıkarmıştır. Giydikleri kalın demir zırha rağmen üzengi sayesinde atın üstünde rahatça durabilen şövalyeler, ateşli silahların yaygın kullanımına kadar Avrupa’nın en etkili askerî gücü olmuşlardır.
Avrupa’daki göçebe istilaları, giderek daha çok toprağın feodal düzene uygun düzenlenerek şövalyelerin beslenmesine ayrılmasını gerektirmiştir. Savaş hizmeti karşılığında toprak dağıtım ilkesine dayalı düzen bu ihtiyaçtan oluştu. Bu sayede Avrupa’yı kasıp kavuran göçebe istilaları büyük ölçüde engellenmiş ve Avrupa’ya görece bir güvenlik gelmiştir.
Yayılması
Feodal kurumların tipik haliyle ortaya çıkması ilk olarak Frank Karolenj İmparatorluğu’nun bünyesinde gerçekleşti. Bu nedenle Fransa feodalizmin anavatanı sayılabilir.
Britanya Adasını istila eden Normanlar (1076), feodalizmi İngiltere’ye taşıdılar. Anglosakson istilalarının ardından İngiltere’de feodal yapıyı andıran kurumlar oluşmaya başlasa da ancak Normanlar’ın İngiltere’yi ele geçirip toprakları feodal düzene uygun biçimde dağıtmasından sonra tipik haliyle feodalizm oluşmuştur. Diğer bölgelerin aksine İngiltere’de feodalizmin yukarıdan aşağıya doğru kurulması, İngiltere’de merkezî otoritenin nispeten daha güçlü olmasına yol açmıştır.
Feodalizm Roma ve Cermen uygarlıklarının bir sentezi olarak ortaya çıktığından, Roma uygarlığının bir parçası olmayan Almanya’da geç oluştu. Feodal kurumların Almanya’ya yerleşmesi Frank Karolenj İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra 12. yüzyılda gerçekleşti.
İspanya’daki Roma düzeninin bozulmasıyla Müslüman Arapların burayı ele geçirmesi arasında sadece iki asırlık bir süre olduğundan, İspanya feodal kurumlarını oluşturamadan Arap egemenliğine girdi. Bu nedenle İspanya’daki siyasi kurumlar, Avrupa’nın geri kalanından çok farklı biçimde gelişti. Frank Karolenj İmparatorluğu’na bağlı kalan kuzeydeki Katalonya bölgesi haricinde İspanya’nın büyük bölümünde feodalite oluşmadı.
Avrupa’nın farklı yol izleyen diğer bir bölgesi de İtalya oldu. Kuzey İtalya’da Roma mirasının çok güçlü olması, kent hayatının tamamıyla ortadan kalkarak kırsal kültürün hâkim olmasını önledi. İtalya’nın kuzeyinde kentlerin kıra hâkim olduğu bir düzen oluştu. İtalya’nın güneyi ise feodal çağ boyunca Bizans egemenliğinde kaldığından feodal kurumlar oluşmadı. Ancak bölgenin Lombard istilası ile Bizans’ın elinden çıkmasının ardından Fransa’dakinin benzeri bir feodalite kuruldu.
Feodalizmin özellikleri
Siyasal yapı
Feodal düzenin siyasi yapısı bir piramit gibidir. En üstte kral (veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular bulunur. Bu soyluların altında daha başka soylular olur. Bu hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş tabakasını serfler oluşturur.
Piramidin en tepesinde otursa da kralın mutlak egemenliği yoktur. Feodal düzende kralın yetkisi çok sınırlıdır. Bu sınırlamanın başlıca nedeni, idarenin tek merkezden (kralın sarayından) yapılmamasıdır. Temel üretim aracı olan toprak, birçok feodal bey arasında paylaştırılmıştır. Ekonomik gücü ellerinde bulunduran ve kralın rakiplerine karşı tek dayanağı olan feodal beyler, kendi iradelerini krala, gerekirse zor kullanarak kabul ettirecek güce sahiptir. Bunun en tipik örneği, 1215’te İngiliz feodalitesinin kral Yurtsuz John’a kabul ettirdiği Magna Carta’dır.
Feodal sistemde sadece üretim araçları değil, askerî güç de feodal beyler arasında paylaşılmıştır. Donanımlı askerlerden oluşan merkezî bir ordunun kurulması kral açısından pahalı olduğundan, bu ihtiyacı feodal beyler karşılamıştır. Bu sebeple kralın savaşta başarılı olması, feodalitenin desteğine bağlıdır.
Savaş teknolojisindeki gelişmelere rağmen feodal çağda kaleleri güç kullanarak ele geçirmek hâlâ imkânsıza yakındır. Şövalyelerle birlikte şatosunun surlarının arkasına saklanan bir feodal bey, kralın gücünden bile korunmuş oluyordu. Bu durum, feodal beylerin bağımsız, hatta krala karşı hareket etmelerini kolaylaştırdığı gibi kralların mutlak egemenlik kurmasını da engellemiştir.
Özet olarak, feodalizmin siyasal yapısının en temel özellikleri bölünmüşlük ve yerelliktir.
Ekonomik yapı
Feodal ekonomik yapı basittir. Soylunun toprağında üretim yapıp, gereken çok az miktarı kendine ayırdıktan sonra geriye kalanı soyluya veren köylüler, ana üretici güçtür. Ticaret gelişmediği için uzmanlaşmış bir ekonomi ve gelişmiş iş bölümü yoktur. Üretim toprakta yapıldığından zenginliğin ölçüsü topraktır, taşınabilir servet olgusu gelişmemiştir.
Roma düzeninin sağladığı ortamda gelişen ticaret, Cermen istilaları ile durma noktasına geldikten sonra her feodal beylik kendine yeter bir ekonomi kurmuştur. Böylece, feodal beylikler dışa kapalı topluluklar haline gelmiş, etkileşim en aza inerek gelişmenin önü kesilmiştir. Artı ürünün ticaretle satışı olmadığından, pazar ekonomisi ve dolayısıyla rekabet ortamı oluşmamıştır.
Ancak feodal çağın sonlarında dirilmeye başlayan ticaret ile birlikte feodal ekonomi değişmeye başlayacaktır. Feodalizmin temeli olan kapalı ve yerel ekonomik düzenin değişmesi bütün feodal yapıyı sarsacak ve bu yapı yavaş yavaş yok olacaktır.
Feodal Sözleşme
Feodal sözleşme, soylular arasındaki koruyan-korunan ilişkisini düzenleyen, karşılıklı hukuki, mali ve tabii askeri yükümlülükleri kapsayan bir sözleşmedir. Yazılı bir belge olmak zorunda değildir, sözlü olarak da yapılabilir. Feodal sözleşmeye göre koruyana süzeren, korunana ise vassal denir.
Vassal bağlı olduğu senyörle savaşa gidecek, ona yardım edecektir. Bir yılda belirli ödemeler vardır. Vassal veya senyörü esir düşerlerse birbirlerinin fidye parasına katkıda bulunacaklar; vassal veya ailesi evlenir, eş seçerken bağlı oldukları senyörün rızası alınacaktır. Kuşkusuz vassaline karşı bir senyörün de yükümlülükleri vardır; vassali genç yaşta ölürse çocuklarının yetişmesi ve korunması, kızlarının evlendirilmesi, vassalinin mal, can ve ırzına saygılı olması gibi. Vassal çocuksuz ve varissiz ölürse onun mülkünü bağlı olduğu bey müsadere eder. Her lordun yargı yetkisi vardır ve davaları görür.
Feodal örgütlenmede toplumsal sınıflar
Asiller
Soylular sınıfı, üretim yapan serflerin çalıştığı toprağın sahibi olan ve serfler üzerinde askerî/yönetici sınıf olarak oturan sınıftır. Ortalama olarak soylu sınıf, feodal düzende yaşayan nüfusun onda birini oluştururdu. Üretim yapmaz, serflerin yaptığı üretimden pay alarak geçinirlerdi. Değişik coğrafyalarda değişik isimler alan soylu sınıfa, senyörler sınıfı da denirdi.
Soylu sınıftan olanlar barış zamanında malikâneleri, yani feodal beyliği yönetir; savaş zamanında ise şövalye olarak donanıp kendilerine bağlı diğer şövalyelerle birlikte kralın veya başka bir soylunun ordusuna katılırdı.
Soylular, kendi içlerinde hiyerarşik bir yapı oluştururdu. Daha zayıf olanlar büyük toprak sahibi soyluların hizmetine veya korumasına girer, bu korumanın karşılığında, koruyan soylunun yaptığı savaşlara şövalye olarak katılırlardı.
ayrıca sınıflama da kont,baron gibi ünvanlar da vardı.bunların sıralaması şöyle idi: (en büyükten itibaren)
1.dük (karısı düşes) 2.marki (karısı markiz) 3.kont (karısı kontes) 4.vikont (karısı vikontes) 5.baron (karısı barones) 6.şövalyeler (şövalyelerin karısı olmayabilirdi bile)
Ruhban Sınıfı
Ortaçağ’da soylu olmadığı halde güç ve nüfuz sahibi olan sınıf ruhban sınıfıdır. Ruhban, Katolik kilisesine bağlı papaz, keşiş ve diğer din adamlarıdır.
Örgütsel karakteri feodal olmamasına rağmen kilise de feodalizmin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Kilise; manastırlar, kilise ileri gelenleri ve bizzat kilise tarafından elde tutulan geniş topraklara sahipti. Dindar ve çocuksuz soylular tarafından ölmeden önce bağışlanan bu toprakların büyük kısmı feodal yükümlülükler içeriyordu. Bu yüzden de kilise, zamanın feodal sisteminin bir parçası haline gelmişti. Birçok başkeşiş ve başrahip, feodal beylere benzer bir konuma gelmişti.
Dinsel ideolojinin hâkim olduğu Ortaçağ’da Katoliklerin ruhani lideri Papa’nın çok büyük yaptırım gücü vardı. Kralları bile aforoz edebiliyordu. Ayrıca Frank Karolenj ve Kutsal Roma-Germen İmparatorları, Papa’nın önünde diz çökerek taç giyiyorlardı.
Köylüler (Serfler)
Feodal piramitin en alt ve en geniş tabakasını oluşturan serfler, soylunun toprağında üretim yapar ve tükettikleri çok az miktar haricindeki bütün ürünü soyluya verirlerdi. Bunun dışında serfler, soyluların şato tamiri gibi işlerinde işçi olarak da çalışırlardı.
Serfler, siyasal haklara ve istediği zaman başka köylere göç etme hakkına sahip değildir. Serf, feodal beye bağlıdır ve beyliği terk etmesi yasaklanmıştır.
Feodalizmin yıkılması
Feodalizm, Avrupa’daki ekonomik dengelerin değişmesiyle yıkılmıştır. Avrupa’da 10. yüzyıl sonrasında yavaş yavaş güçlenmekte olan ticaret, feodal düzeni kıracak dinamik olmuştur. Buna rağmen feodalizmin fiilen ortadan kalkması uzun zaman almış, son kalıntıları ancak Sanayi Devrimi ile yok olmuştur.
Ticaretin canlanması
Roma lejyonlarının sağladığı güven ortamında ticaret gelişme imkânı bulmuştu. Roma düzeninin çökmesinin ardından ise Avrupa’da ticaret yok olma derecesine gelmişti. Fakat, 9. yüzyıl sonrasında Avrupa’da feodal düzenin kurumsallaşmasıyla yerel beylikler güvenliği az da olsa sağlamış ve göçebe istilalarını durdurmayı başarmıştı. Bu gelişme, ticaretin tekrar gelişmesine zemin hazırlamıştır.
Ticaretin tekrar canlanmasında etkili diğer bir sebep Haçlı Seferleri’dir. Haçlı Seferleri ile doğuyla tanışan Venedik, Ceneviz, Pisa gibi İtalyan kentleri Akdeniz’de İslam uygarlığı ile ticarete başlamıştı. Akdeniz’e hâkim olan ve Orta Çağ’ın ilk denizaşırı imparatorluklarını kuran bu devletler, ticaretten gelen artı ürün ile zenginleştiler.
Ticaretin canlanması Avrupa’daki krallara, bu ekonomik aktiviteyi vergilendirerek iyi bir gelire sahip olma imkânı sağlamıştı. Ticaret ile zenginleşen kentsoylulara, yani burjuva sınıfına sırtını dayayan krallar feodal beyler karşısında güç kazanmaya başlayacaktır.
Feodal bölünmüşlükten Mutlak Monarşilere
Feodal beylerin ekonomik güç üzerindeki hâkimiyeti kalkınca, krallar feodal beyler karşısında güçlü duruma geçti. Artık Avrupalı krallar, ticaret vergileri ile merkeze bağlı bir ordu kurabilecek ve feodal beyleri daha sıkı denetleyebilecekti. Fakat feodal beylerin şatolarının alınması imkânsız yerler olarak kalması kralların mutlakiyetçi yönetimi kurmasını geçici olarak engellemiştir.
Mutlak krallıkların ortaya çıkması ancak ateşli silahların savaş alanlarında kullanılmasından sonra olacaktır. İlk kez 1389 Kosova Savaşı’nda kullanılan topun kaleleri ele geçirmek için mükemmel bir silah olduğu İstanbul’un fethinin ardından anlaşıldı. Top sayesinde kalelerin arkasında saklanma avantajını yitiren feodal beyler krala bağlanmak zorunda kaldı. Böylece feodalite siyasi örgütlenmedeki yerini güçlü ve mutlakiyetçi monarşilere bıraktı.
Serfliğin ortadan kalkması
Değişen ekonomik koşullar sonucunda para, yani taşınabilir servet olgusu tekrar önem kazandı. Serflerden vergi değil ürettikleri ürünü alan feodal beyler bu değişim karşısında zor duruma düştüler. Ticaret yoluyla mal sağlayabilmeleri için paraya ihtiyaçları vardı ve bu parayı yıllık vergi karşılığında serflere özgürlüklerini verme yoluna giderek temin etmeye çalıştılar.
Bu sebepten dolayı 15. ve 16. yüzyıllara gelindiğinde Avrupa’nın büyük kısmında hukuksal olarak olmasa da fiilî olarak serf lik kalktı. Hukuksal olarak kaldırılması ise ancak Napolyon Savaşları sırasında gerçekleşmiştir.