FRANKFURT OKULU
Frankfurt Okulu terimi 1923’te Almanya’nın Frankfurt kentinde Goethe Üniversitesine bağlı bağımsız Marksist eğilimli araştırma merkezi olarak Felix VVeiPin ailesinin yardımıyla kurulmuş bulunan lnstitut fur Sozial-forsehung (Toplumsal Araştırma Enstitüsü)un üyelerinin çalışmalarını İfade eder. Hegelci diyalektiğe dayanan akım geleneksel Marksist “üst yapı” kurumu anlayışından farklılık gösterir ve Eleştirel Teori şeklinde de tanımlanır. Müdür Cari Grünberg’in yönetiminde Enstitü’nün çalışması 1902’lerde deneysel ve tarihsel olmaya eğilim gösterdi ve Avrupa İşçi sınıfının sorunlarına eğildi; Kari Korsch, György Lukacs ve diğerlerinin eserleri de dergileri olan Archiv für die Geschichte des Sozialismus ııııd ıter Arbeiterbewegung da basıldı.
Max Horkheimer 1930’da emekliye ayrılan Carl Grünberg’in yerine enstitü’nün müdürü oldu ve çevresinde Erich Fromm, Herbert Marcuse ve T.W.Adorno, Friedrich Poilock, Leo Lowenthal ve daha sonra da Fransız Ne-umann, Otto Krichheimer ve Walter Benjamin gibi pek çok yetenekli teoriciyi topladı. Horkheimer yönetiminde Enstitü bir toplumsal dönüşüme arata olarak hizmet edebilecek disiplinler-arası bir toplumsal teori geliştirmeye çalıştı. Bu dönemin ürünü sosyoloji, psikoloji, kültür incelemeleri ve siyasal ekonomiyi kapsayan felsefe ile toplumsal teorinin bir sentezi olarak ortaya çıktı. Ürünler yeni dergileri olan Zeiischıift für Sozialforschttng (1932-1941)’da yayınlandı. Bu dergi haltı okunmaya değer özellikte zengin bir makale ve kitap eleştirisi kolleksiyonunu içermektedir.
Derginin ilk sayısında Horkheimer’in ‘Tarih ve Psikoloji” ve “Bilim ve Bunalım Üzerine Notlar” adlı yazıları, iktisatçı Henryk Grossman’ın Marksist ekonomi-politikte “kapitalizmin çöküşü” konusunda bir incelemesi, Fromm’un Marksizm-Psikanaliz İlişkisine dair bîr yazısı ve Lowenthal’in edebiyat sosyolojisiyle ilgili bir denemesi bulunuyordu. Adorno’nun kendi alanında İlk Örnek sayılacak müzik sosyolojisiyle ilgili yazısı derginin dikkat çeken diğer yazıları arasındaydı.
Horkheimer dönemindeki ilk büyük Enstitü tasarısı, zorba ve baskıcı rejimlerdeki akıldışı otoriteye boyun eğer bireyler üzerine bir araştırma olan otoritenin sistematik bir incelemesi idi. Bu tasarı iki ciltlik bir çalışma ile noktalandı: Otoıile ve Aile Üzerine İnceleme (J936). Faşizme 1930’larda büyük bir ilgi uyandı. Üyelerin çoğunu hem Yahudiler, hem de Marksist radikaller oluşturuyordu ve Hitler’in iktidara gelişi iden sonra Alniünya’yı terke zorlandılar. Üyelerin çoğunluğu Birleşik Devletler’e göç etti ve Enstitü 1934’ten, Frankfurt’a eski yerine döndüğü yıl olan 1949’a kadar Colombia Üniversitesinde faaliyet gösterdi.
Enstitü 1936’dan günümüze değin yaptığı çalışmaları “eleştirel toplum teorisi” olarak niteledi. Uzun zamandır “eleştirel teori” terimi, Enstitü’nün Marksizmini niteleyen bir temel belirleyici olarak kaldı ve onun Hegelci-Marksist diyalektik, tarihsel materyalizm ve marksist ekonomi-politik eleştirisi ve devrim teorisi içerisinde kökleri bulunan radikal bîr disiplinler arası toplumsal teori kurma girişiminden ayırd edilmiştir. Enstitü üyeleri şunu söylüyorlardı: Marks’ın mal, para, değer, mübadele ve fetişizm kavramları kapitalist ekonomiyi nitelemekle kalmayıp, aynı zamanda insan ilişkilerinin ve tüm hayat tarzlarının mal ve mübadele ilişkileri ve değerlerince yönetildiği kapitalizm dönemindeki toplumsal İlişkileri de karakterize etmektedir.
Eleştirel teorinin gelişim süreci üç evre halinde belirlenebilir. 1930’lardan II. Dünya Savaşı dönemini kapsayan birinci evrede Horkheimer ve Marcuse’ün yazıları etkin olup, bir yandan Marksizmin ekonomi ağırlıklı yorumundan, öte yandan da idealist “burjuva” düşüncesinden ayrışma gereği vurgulanmaya çalışılmıştır. Horkheimer’in deneyci Anglosakson felsefesini, Almanya’da etkili gözüken vi-lalisı felsefeyi eleştiren yazıları, Adorno’nun Kicrkegaard eleştirisi, Marcuse’ün liberalizm ile faşizm arasındaki sürekliliğe dikkat çeken yazıları bu dönemde ortaya çıkan ürünler olacaktır. Bu dönemde, Horkheimer’in İfadesiyle, eleştirel teori temsilcilerinin görüşleri maddecidir. Çünkü teori özgürlük ve mutluluğun başka bir dünya olmadığı için, ancak bu dünyada gerçekleştirilebileceğini ileri sürmektedir. Horkheimer, Marcuse ve Adorno, Kierkegaard’ın Önerdiği tarzda bir “derunilik”e karşıdırlar; manevi yaşantının dış dünyadaki eksiktik ve çelişkileri aşması sözkonusu edilemez. Fakat manevi ve kültürel olgular maddi gerçekliğe de indirgenemezler, görece bir nitelikleri bulunmaktadır. Sanat eserleri için bu kesinlikle böyledir. Nitekim Adorno’ya göre sanat escri, içinden çıktığı toplumun bütün çelişkilerini taşır, fakat bu çelişkileri aşamazsa da, aşma veya değişme potansiyelinin bekçiliğini üstlenir. Okulun ikinci evresi savaş yıllarından 60’lara kadar uzanır. Bu dönemde teoriye Ador-ııo’nun yaptığı katkılar, gelişimini de sağlamışa benzemektedir. Gerçekten Adorno Minima Moralia: Zedelenmiş Hayattan Çıkan Düşünceler (1951) ile Olumsuz Diyalektik (1966) gibi eserlerinde, Hegel’in “belirlenmiş olumsuzlama” kavramını felsefesinin odağına yerleştirir. Adorno ve Horkheimer, Aydınlanmanın Diyalektiği (1947) adlı eserlerinde toplum ve doğa ilişkisini incelerken de bu kavramdan yararlanmışlardır. Buna göre Aydınlanma, bilimsel düşünce ve teknolojik gelişme, İnsanın özgürleşmesinin önşartlarını oluştururlar, ancak gerçekleştirilirken yeni bir tutsaklığı da beraberinde getirirler. Toplumsal Özgürlüğe giden yolda araçların mutlak kılınması, amaçların unutulmasına ve tersine dönmesine yol açmaktadır. Bu noktada Eleştirel Teori Hegel ve Lukacs’ın geliştirdiği bir düşünceden faydalanmaktadır. Yani insanlar, doğanın baskısından kurtulmaya çalışırlarken, en az bunun kadar baskıcı bir “ikinci doğa” da meydana getirmişlerdir. Bu “ikinci doğa” toplumsal kurumlardan ve dizgini enemeyen teknolojiden oluşur ki, bu insanın kendi benliğindeki doğayı yok etmesinin bir bedeli ya da kefaretidir. Horkheimer’inbu dönemde görülen karamsarlığına karşılık Adorno düşünce düzeyinde de olsa çıkış yolları arar gözükmektedir: Olumsuz bir diyalektiğin, tutsaklık ve körlüğe karşı düşünce için bir direnç kaynağı oluşturacağını belirtir. Ayrıca, Horkhcimcr’den farklı olarak, sadece faşist ve komünist sistemleri değil, liberal demokratik (ABD ve Balı Avrupa) siyasal yönelimleri de “totaliter toplumlar” sınıfına sokar. Totaliterlik, herşeyin kavram haline dönüştürülmesinde, evreni açıklayan kavramsal sistemlerin kurulmasında tanımını bulur. İşle Adorno’ya göre olumsuz diyalektiğin işlevi felsefeyi kendine karşı kullanmak, nesnel gerçekliği tıkayan kavramsal kabuğu kavramların yardımıyla parçalamakta kendini gösterir.
1960’ların sonunda başlayan Frankfurt Okulu’nun üçüncü evresinde ABD’de bulunan Marcuse, eleştirel Teorinin temel yapısının 1930’larda oluşmuş şekli üzerinde kalarak, döneminin devrimci hareketlerini ve toplumsal dönüşüm durumunu açıklayabilecek yeni somut biryaklaşım ortaya koymaya çalışır. Psikanaliz ile ilgili incelemeleri de gözönünde bularak özgürlük felsefesine bİyolojik-psikolojik bir derinlik kazandırmayı amaçladı. Ne var ki, Eleştirel Teorinin yenilenmesinde Almanya’da Habermas ve Ofle’nin yaptıkları siyasal çözümlemeler etkin oldular. Habermas, iktisat ve siyaset bilimini yeniden Eleştirel Teorinin gündemine sokarken, ikinci olarak şimdiye değin üzerinde durulmayan iletişim ve dil olgularına yöneldi ve böylece Frankfurt Okulu’nun kapsamında bir değişikliği gerçekleştirdi. Kitleler nazarında kapitalizmin kendisini meşru kılmasını sağlayan ekonomik, siyasal, psikolojik ve ideolojik belirleyicileri ya da mekanizmaları inceledi. Offe ile beraber değişim ya da dönüşümü doğuracak bunalımın ekonomik olmaktan çok, siyasal ve ideolojik düzeyde bir “meşruluk bunalımı” biçiminde patlak vereceğini belirttiler.
Horkheimer “Geleneksel ve eleştirel teori’ (1937) adlı anahtar niteliğindeki bir makalesinde şöyle diyordu: Madem ekonomi sefaletin ilk nedenidir, o halde teorik ve pratik eleştiriler temekle una yöneltilmelidir. Enstitü üyeleri kapitalist ekonominin temelinde yatan üretim çemberi, anarşi, çöküntüler, işsizlik ve savaşlar aracılığıyla burjuva toplumunu felakete sürüklediğine İnanıyorlardı. Onlar bürokratikleşme ve toplumsal rasyonelleşmeye doğru artan eğilimlerin, kapitalist sistemin yarattığı ve o kadar övündüğü bireysellik ve Özgürlük özelliklerini tahrip ettiği kanısındaydilar.
Horkheimer 1937’deşüyle yazıyordu: “Eleştirel Teorinin içeriği, ekonomiye tamamen hakim olan kavramların zıtlarına dönüşmesini içerir: Dürüst mübadelenin derinlemesine bir toplumsal adaletsizliğe; serbest bir ekonominin tekelci tahakküme; üretici emeğin üretime kel vuran ilişkilerin güçlenmesine:; toplum hayatının idamesinin insanların fakirleşmesine dönüşmesi.” Eleştirel Teorinin amacı bu toplumsal durumları (şartları) dönüştürmek ve “sonu gelen” bir çağın tarihsel harekelinin oluşumuna sunmaktır.
Eleştirel teori, rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizm ve faşizme dönüşmesine ilişkin birteurinin çeşitlemelerini yapıyor ve kapitalizmin sayesinde sosyalizme yer değiştireceği iarihsel sürecin bir parçası olmayı umu d ediyordu, horkheimer iddia ediyordu ki, “Eleştirel teorinin etkisi altında doğan kategoriler mevcut durumu eleştirir. Marksist sınıfı, sömürü, artık değer, kâr, fakirleşme ve çöküş kategorileri kavramsal bir bütünün parçalarıdır ki, onun anlamı mevcut toplumun yeniden üretilmesinde değil, fakat onun sağlıklı bir topluma dönüştürülmesinde aranmalıdır. Eleştirel teori böylelikle kurtuluşa duyulan bir ilgiden güdülenmiş olup “gelecek için mücadelece bağlanmış bîr toplumsal pratik felsefesidir. Eleştirel teori verili mevcut teknik araçlara, böyle bir toplumu mümkün kıldığı kadarıyla özgür insanlar topluluğu olarak gelecek bir toplum fikri’ne sadık kalmalıdır.
1930’larda gerçekleştirilen bir dizi incelemede Sosyal Araştırma Enstitüsü tekelci kapitalizm, yeni sanayi devleti, tekelci kapitalizmde teknolojinin rolü ve dev şirketler, kültür sanayileri ve bireyin çöküşü gibi konulara İlişkin teoriler üretti. Onlar, geleeek birkaç on yıl boyunca toplumsal teorinin merkezine oturacak olan görüşler geliştirdiler. Böylesi bir disiplinlerarast uzmanlar grubunun bir enstitünün çatısı altında toplanması ender görülen durumlardandır. Tarihin zor bir döneminde radikal toplumsal teoriyi diri tutma işini üstlendiler ve rekabetçi kapitalizmden tekelci kapitalizme geçiş esnasında ortaya çıkan yeni tarihsel durum ile değişen toplumsal gerçekliğe ilişkin yeni-Marksist bir teorinin ana hatlarını sundular.
II.Dünya Savaşı yıllarında Enstitü, savaşın baskılarına bağlı olarak çatlamaya yüz tuttu. Adorno ve Horkheimer California’ya gittiler, beri yanda Lowenthal, Marcusc, Neumann ve diğerleri faşizme karşı mücadeleye katkıları olsun diye Birleşik Devletler hizmetinde çalıştılar. Adorno ve Horkheimer, faşizm ve tüketici kapitalizmin yanısıra, Marksizmİn de zimnî eleştirisini İçeren Aydınlanmanın Diyalektiği (1947) adlı ortak kitapları üzerine çalıştılar. Onlar Marksist tarih teorisinden ayrılarak, Yunanlılardan başlayan bilimsel düşüncenin başlangıcından, faşist toplama kampları ve Birleşik Devletler kapitalizminin kültür sanayilerine kadar aydınlanmanın kaderini titizlikle araştıran bir tarih felsefesi ortaya koyuyorlardı. Onlar Batı rasyonalizminin tahakküme bir araç olarak nasıl hizmet ettiğini ve ‘Aydınlanma’nın nasıl karşıtına yani nıiskinlcşlirme ve karanlığa ve zulme dönüştüğünü gösterdiler. ‘Aydınlanmanın diyalektiği’ adını taşıyan bu kitap aydınlanma bilimciliği ve akılcılığını eleştiriyor ve Marksizmi’Aydınlanmanın diyalektiği’ İçerisine zimnen dahil ediyordu.
II.Dünya Savaşı’nın ardından L950’lerin başında Federal Almanya Hükümeti’nin çağrılısı olarak Adorno, Horkheimer ve Pollock Almanya’da Enstitü’yü yeniden oluşturmak amacıyla Frankfurt’a geri dönerken, Lowlenthal, Marcusc ve diğerleri Birleşik Devlctlcr’de kaldılar. Almanya’da Adorno, Horkheimer ve çevresindeki kişiler bir dizi kitap yayınladılar ve Almanya’da hakim bir entellektüel akım halini aldılar. Bu sıralarda “Frankfurt Okulu” terimi, onların disiplİnlerarası toplumsal araştırmaya katkılarının ve Adorno, Horkheimer ve öğrencileri tarafından geliştirilen özel toplumsal kuramın bir nitelemesi olarak yagyınlık kazandı. Onlar sık sık diğer toplum teorileriyle metodolojik ve esasa ilişkin tartışmalara girdiler. Bu tartışmaların en dikkate değer olanı “pozitivizm tartışması’dır. Burada toplumsal teoriye getirilen aşırı deneysel ve niceliksel yaklaşımalrı eleştirdiler ve toplumsal teorinin daha spekülatif ve daha eleştirel olan biçimini savundular. Adorno ve Horkheimer’in çevresindeki Alman grubun, ayrıca ortodoks Marksizme arlan bir düşmanlığı da vardı ve sırasıyla, onların devrimci ve bilimsel Marksist perspektiflere körü körüne bağlanmalarından ötürü ‘Marksizm-Leninizm’ ve ‘bilimsel Marksistler’in çeşitli tipleriyle eleştirdiler.
Frankfurt Okulu, gerçekte, kapitalizmin toplumsal hayalın tüm yönleri ve toplumsal denetimin yeni biçimlerinin geliştirilmesi üzerindeki artan gücünü teori haline getiren ‘topyekün yönetilen toplum’ ya da ‘tek-boyutlu insan’ teorilerinden ötürü tanımaya başladı. Ne var ki, 1950’lere gelindiğinde Frankfurt’a yeniden yerleşen Enstitü’nün çalışması ile Fromm, Lowenthal, Marcuse ve Almanya’ya geri dönmeyen diğerlerinin -ki onların Adorno ve Horkheimer’in hem mevcut, hem de ilk eserleriyle araları çoğunlukla açık olmuştur- geliştirdiği teoriler arasında farklılıklar vardır. Böylece, savaş sonrası dönemde çeşitli eleştirel teoricilerin eserlerini yekpare bir ‘Frankfurt Okulu’nun üyeleri sıfatıyla değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Oysa İ93ü’dan 1940’lann başına kadar disiplinlerarası toplumsal teori üzerine hem paylaşılmış bir amaç duygusu, hem de ortak bir çalışma sözkonusıı iken, bu tarihten-sonra eleştirel teorilerin sık sık araları açıldı ve birbirlerinden koptular; nihayet 1950’ler ve 1960’larda ise Frankfurt Okulu terimi, gerçekte Almanya’daki Enstitü’nün çalışmalarına inhisar eder bir anlam kazandı.
‘Frankfurt Okulu’nu bu şekilde bir bütün olarak karakterize etmek imkansızdır. Çünkü onların çalışmaları otuz-kırk yıl sürmüş ve daha sonraları birbiriyle şiddetli tartışmalara girişen bazı düşünürleri kapsamıştır. Bununla birlikte, Enstitü’nün çalışmalarının geçirdiği çeşitli aşamalar şöylece tesbit edilebilir:
1- Grunberg dönemine ait deneyse tarihsel incelemeler;
2- Horkheimer’in yönetiminde materyalist bir disiplinlerarası toplum kavramı kurma yolunda 1930’ların ortalarına kadar geri giden çabalar;
3- 1937’den 1940’lann başlarına kadar süren göç döneminde eleştirel bir toplum teorisi geliştirme girişimleri;
4- 1940’larda Enstitü üyelerinin dağılması ve Adorno ile Horkheimer tarafından çizilen yeni yönler;
5- Enstitü’nün Almanya’ya dönüşü ve 1950 ve 1960’larda Frankfurt’ta yaptığı çalışmalar;
6- Eleştirel teorinin. Birleşik Devletler’de kalan Fromm, Lowenthal, Marcuse ve diğerleri tarafından çeşitli yollarla geliştirilmesi; 7- Enstitü projelerinin sürdürülmesi ve eleştirel teorinin Almanya’da 1970 ve 1980’lerde .lurgen
Habermas, Oskar Negt, Alfred Schimidt ve diğerleri tarafından geliştirilmesi; 8-Avrupa ve Amerika’da halihazırda aktif olan daha genç teoriciler ve bilim adamları tarafından eleştirel teoriye yapılan katkılar.
Eleştirel teorinin kapsadığı alanı gözden geçirirken, hepsi de Adorno, Horkheimer, Marcuse, Habermas ve diğerleri gibi teorisyenlerin eserlerinin etkisiyle toplumsal eleştiriye bir ilgi uyandığını ve disiplinlerarası toplumsal etoriye bağlanmak suretiyle gevşek biçimde birbirine tutturulmuş teoriler, teorisyenler ve tasarıların farklılığı gözlemlenebilir.
Eleştirel teoricilerin deneysel ve niceliksel toplumsal teoriye karşı eleştirel olma eğilimindedirler ve teorik inşa, toplumsal eleştiri ve toplumsal dönüşüme daha sempatik bakarlar. Her ne kadar çoğunlukla marjinal kalsa da, bugünkü toplumsal teorinin eğilimi canlı bir teori olma niteliğini sürdürür. Böylece Frankfurt Okulıı’nun mirası yaşamaya devam etmektedir.
(SBA)
Frankfurt Okulu
Frankfurt okulu, Almanya’da 1923 yılında kurulan ve sosyoloji, siyaset bilim, psikanaliz, tarih, estetik, felsefe, müzikoloji gibi farklı disiplinlerden insanları bir araya getiren Toplumsal Araştırma Enstitüsü`nün bir düşünce akımı olarak ifade edilmesidir. Okulun genel yaklaşım biçimi eleştirel teori olarak adlandırılmaktadır.
Tarihçe
Marksizmin eleştirel bir edinimine yönelmiş ve bu doğrultuda yeni bir eleştirel toplum teorisi kurmaya çalışmışlardır. Rus devrimi’nin Stalinizm’e dönüşerek yozlaşması, Avrupa’da sol kanat hareketlerin yenilgisi ya da düşüşü, giderek yükselen Nazizm ve faşizm olguları, kapitalist sistemde baş gösteren yeni iktisadi ve siyasal ivmeler, Okul’un ortaya çıkış koşullarını gösterir. Hem kapitalizmin hem de Sovyet sosyalizminin eleştirisi, Frankfurt Okulu’nun ana düsturu olarak belirtilebilir.
Marksist eleştirel toplum teorisinin tıkanmış olduğu ve sergilenen pratiği ile çözümsüz bir noktaya ulaştığı düşünülmektedir. Bu tarihsel koşullarda Frankfurt Okulu, tıkanmış olan teorik alanı aşarak yeni bir eleştirel toplum teorisi ortaya koymaya yönelmiştir. Her ne kadar eleştirel kuram başlığı altında toplanarak bir bütün oluşturduğu söylenebilse de, tek tek yazarların özgünlüklerinin dışında daha genel farklı birkaç yönelim tespit edilebilir. Bir yandan, 1923’te kurulup Max Horkheimer ve Theodor Adorno’nun 1933’te sürgün edilmesiyle sonuçlanan ve ardından ABD’deki 1950’lere kadar sürgünlüğün ardından Frankfurt’ta yeniden kurulan Enstitü’nün çalışmalarına işaret edilebilir. Friedrick Pollock, Herbet Marcuse, Walter Benjamin, Leo Lowenthal bunlar arasında sayılabilir. Bir yandan da Jürgen Habermas’ın yoğunluklu felsefi ve sosyolojik çalışmalarıyla okulun eleştirel kuramını yeniden temellendirmeye yönelik çabaları sözkonusudur. Bu noktada Albrecht Wellmer, Claus Offe ve Klaus Eder’den sözedilebilir.
Genel kuramsal çerçeve
Dolayısıyla da Okul üyelerinin çalışmaları birbirine sıkıca bağlı belli bir projenin hayata geçirilmesi değildir. Kısmen Horkheimer, Adorno, Marcuse Lowenthal, Pollock arasında paralel çalışmalar olsa bile, yine de temel fikir ayrılıkları söz konusudur. Meşru olarak belli bir okuldan sözedilmesi, ortak fikir birliğinin hayata geçirilmesinden değil, araştırmacıların benimsedikleri eleştirel kuram anlayışından ileri gelir.
Başlangıçtaki amaç, bir dogmaya dönüştüğü düşünülen Marksizmi özüne döndürmek ve felsefeyle ilişkisini kurmaktı. Yani, Marksistler olarak Marksizmin eleştirisini yaparak, bu öğretinin kendi içinde eleştiriyi doğurabilecek üstünlüğe sahip olduğunu göstermek ve Marksizmi kemikleşmiş ortodoks yorumlardan kurtarmaktı. Ancak zamanla Marksizme mesafeli olmaya ve gittikçe Weber’in etkisine girmeye başlamışlardır. Bunda, Sovyetler Birliği’ndeki uygulamaların da etkisi olmuştur.
Okul, daha postmodernizm’in esamesinin okunmadığı erken bir dönemde, düşün dünyasına tüm postmodern tezlere kaynaklık edecek tohumlar atmıştır. Özellikle modernitenin ve modern toplum bağlamında kapitalist toplumun eleştirisi çarpıcıdır ve günümüzde normal karşılanan postmodern söylemin temeli olarak okunabilir. Örneğin moderniteyi aklı araçsallaştırma, aklı dogmalardan kurtarırken aklın kendisini dogmaya çevirmesi bağlamında eleştirmiştir. Yine kültür endüstrisi bağlamında, kapitalist topluma yoğun eleştirilerde bulunmuşlar, kapitalizmin tüm bireyleri birbirine benzeterek bireyi tek boyutlu kıldığını iddia etmişlerdir (bkz. Marcuse). Yaşayan en büyük temsilcisi aynı zamanda modernitenin bitmemiş bir proje olduğunu belirten Jürgen Habermas’tır.
Frankfurt Okulu ve Marksizm
Frankfurt Okulu, Batı Marksizmi olarak bilinen ve genelde bir iç eleştiriyle teoriye özgül yorum getirmeye çalışan teorik eğilimli Marksizmin ana akımlarından birisini oluşturur. Okulun Marksizmi edinme biçimleri de eleştireldir. Her şeyden önce Marksizmin ortodoks yorumunda görülen bazı kategorilere önemli itirazlar yapılır ve Marksizmin içinde doğup geliştiği modernizmle bağlantıları sorunsallaştırılır.
Frankfurt Okulu’nun mensupları yazılarını, toplumsal gelişme için alternatif bir yol imkânı oluşturma anlayışı içinde yazmışlardır. Bu bakımdan, sistem eleştirisinin yanı sıra kendi dayandıkları düşünce yapısının geleneksel yaklaşımlarını da eleştiri süzgecinden geçirmeye yönelirler. Ortodoks Marksizm’in dışta bıraktığı kültür ögeleri, altyapı üstyapı ayrımı, bürokrasi ve ototiterlik gibi konular üzerinde önemle durulmuştur. Bolşevik radikalizmin eleştirisi önemli bir başlıktır. Bunların dışında, Okul’un geliştirdiği Marksizm anlayışının genel geçer kabullere müdahale ettiği ve bu nedenle Marksizm içinde oldukça tartışmalı bir konuma sahip olduğu söylenebilir.
Marksizmin, doğası gereği hakikati açıklayan bir anahtar konumda olmadığının ilanı, eleştirel kuramcıları özgül bir Marksist olma konumuna getirir. Böylece klasik Marksizmin birçok kavramının yalnızca yetersiz değil, o kavramların temel dayanaklarının da aşılması gerekliliği ortaya sürülmüş olundu. Eleştirel kuramcılar bu noktada, Marksist olamayan düşünce biçimlerinden yararlanarak Marksizmi teorik düzlemde yeniden varetmek ve geliştirmek yoluna gitmişlerdir. Negatif diyalektik (bkz: Horkheimer, Adorno), Marksizmin temelini oluşturan diyalektik anlayışın yeniden kurgulanmasıdır. Ayrıca, Tarihsel Materyalizm’in determinist ve pozitivist yorumunun dışında kaldıklarını ve hatta bu yönlü egemen yorumun ciddi bir eleştirisini yaptıklarını belirtmek gerekir.
Okul mensupları altyapı üstyapı kavramlarını bilinen anlamlarıyla kullanmazlar, çünkü kendi yaşadıkları dönemlerde bu alanların giderek daha içiçe geçmekte olduğunu ve kenetlendiğini tespit ederler. Bu, ekonomik ve siyasal alanın daha çok bütünleşmiş olması anlamına gelmektedir. Bu noktada Marksist ekonomi politikten ayrılırlar. Bu yeni durumu açıklayabilmek için Kültür endüstrisi dedikleri yeni bir kavram geliştirmişlerdir. Bu noktada siyaset bilimi, kültürel eleştiri, psikoanaliz, sosyoloji ve diğer disiplinler eleştirel kuramın içinde yer bulurlar. Mülkiyet, iş, işbölümü, bürokrasi, aile, kültürel ağlar, ideolojinin görünür ve görünmez mekanizmaları Frankfurt Okulu’nun başlıca ilgi alanlarıdır.
Frankfurt Okulu’nun müdahaleleri, Marksizmin kendi içinden aşılmasını sağlamamıştır, aksine müdahaleler Marksizmin teorik sınırlarını oldukça zorladığı için ana gövde tarafından sürekli dışlanmış, ancak Okul’un geliştirdiği perspektifler ve kavramsal araçlar, genel olarak 20.yüzyıl düşünce yaşamının gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
frankfurtokulu.png” border=”0 Önde gelen Frankfurt Okulu düşünürleri ve üyeleri
* Theodor Adorno
* Max Horkheimer
* Walter Benjamin
* Herbert Marcuse
* Jürgen Habermas
* Alfred Sohn-Rethel
* Leo Löwenthal
* Franz Neumann
* Franz Oppenheimer
* Friedrich Pollock
* Erich Fromm
* Alfred Schmidt
* Oskar Negt
* Karl A. Wittfogel
* Susan Buck-Morss
* Axel Honneth
* Wilhelm Reich
Vikipedi