GELENEKÇİLİK
Gelenekçilik, toplumsal konumlan ve sosyal değerleri eskiden beri geldiği sekile de benimseyen, saygı duyan ve destekleyen, onları değiştirecek her şeyi» değersiz ve önemsiz kabul edip karşı çıkan bir sosyal akımın adıdır.
Gelenekçilerin gözünde geçmişte meydana gelen, uzun tecrübelerin ürünü ve sosyal değerlerin ve kurumların temeli olan gelenekler, toplumun her şeyidir. Toplumun ayakta kalabilmesinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Toplumun kültür ve medeniyeti onun üzerine bina edilmiştir. Toplumda istikrar ve devamlılığı, karşılıklı saygı ve dayanışmayı sağlamak gibi çok önemli sosyal görevler yerine getirir. Bu öneminden dolayı genç nesillere öğretilmeli, herkesçe saygı duyulmalı, desteklenmeli, onları ortadan kaldıracak her faaliyete karşı konulmalıdır.
Çeşitli nedenlerle toplumlarda meydana gelen değişmeler ve sarsıntılar karşısında gelenekçiler, geleneksel değerlere ve toplumsal kurumlara bağlı olunsaydı, maruz kalınan belalarla karşı karşıya kalınmazdı; onun için geçmişin sosyal değerlerini ve kurumlarını, dünya görüşünü ve inancını yeniden ihya etmek gerekir diye düşünüp geçmişe dönmek isterler. Hızlı sosyal değişmelerin meydana geldiği toplumlarda böyle düşünenler genellikle, “geri kafalılık” veya “gericilik” ile suçlanırlar.
Bilindiği gibi, insanın alıştığı, gördüğü, benimsediği ve yaşadığı şeylere karşı muhafazakâr davranması, değiştirmek istememesi yapısının gereğidir. Herhangi bir değişildik ilk anda, -değişiklik velev ki çok iyi ve mükemmel olsun-, bir tepki doğurur, zaman içinde ya azalır, kaybolur, ya da daha ziyade şiddetlenerek bir mücadeleye dönüşür. Onun için gelenekçilik eğilim ve düşünceleri, her toplumda, özellikle köklü ve hızlı sosyal değişmelerin ve değiştirmelerin yaşandığı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Sosyal değişme veya değiştirmenin şiddetine göre, bazan her iyi ve mükemmel şeyin kötü ve toplum için faydasız, gereksiz olduğunu iddiaya, hatta yeniliği savunanları idama mahkûm etmeye, veya aksi bir tavırla, özellikle ihtilal dönemlerinde böyle savunanların ölümüne kadar gider. Her milletin tarihinde bu tür kanlı hadiselere rastlamak mümkündür. Rönesans ve reform hareketleri döneminin Avrupa toplumlarındaki engizisyon mahkemeleri, bazı ülkelerdeki ihtilal mahkemelerinin kuruluşu ve aldığı kararlar, her iki durumun canlı birer örneğidir. Bazı sosyologlar, gelenekçilik temayüllerinin köklü ihtilâl ve devrimlerle ortadan kaldırıldığını söylerler. Fakat en sert ihtilâllerden sonra bile bir kısım geleneklerin kaldığı daima görülmüştür. İhtilâl ve devrim düşünce ve uygulamalarının zamanla gelenekleştiği, yeni ve farklı fikirlere kapılarını kapadığı görülür. Devrim ve ihtilâllerle gelen kurum ve değerlerin değiştirilmesinin teklifi, demode olduklarım ileri sürmek bile yasaklanmıştır. Ancak, kitle basın-yayın araçlarının ulaşım araç ve gereçlerinin her geçen gün gelişmesi, ihtilâl ve devrimlerle oluşan, değişmesi veya değiştirilmesi tabu yasak kabul edilen gelenekleri, iç baskılarla hafiflettiği görülür. Sovyetler’in “reorganizasyon”, Çin’in “dışa açılma” politikaları böyle bir oluşumun sonucudur. Günümüzde hiç bir toplum kulaklarım dış dünyaya kapayıp yalnız basma yaşama imkânına sahip değildir. Önemli olan nokta, bu gibi sosyal değişme ve değiştirme zamanlarında, her türlü peşin hükümlerden uzak olarak geleneklerin sosyal fonksiyonlarını ihmal etmeksizin ihtiyaç ve şartlara göre toplumun geleceğini kurmaktır.
İzzet ER – SBA
Tradisyonalizm
Tradisyonalizm, Tradisyonalist Ekol. Kişi veya topluluk düzeyinde ve gündelik yaşamdan bilgi anlayışına kadar pek çok alanda yönlendirici unsurun zaman ve mekanı aşan ilahi-kutsal ilkelere dayalı olması gerektiğini iddia eden felsefi ve mistik akım. çağdaş öncesi toplumlarda kutsal gelenek yaygın bir kabul gördüğünden ya da en azından muarız anlayışlar yaygın bir geçerlilik kazanmadığından tarihte “Tradisyonalizm” şeklinde bir düşünce ekolüne ve bu ekole mensubiyet anlamında “Tradisyonalist” şeklinde bir vasıflandırmaya rastlanmamaktır. Özellikle Aydınlanma çağı ve sonrasından başlayıp çağdaş döneme kadar geçen süreçte hemen her alanda tarihi ve geleneksel olandan kopuş bu kopuşu eleştiren ve kutsal kaynağından kopmayan geleneği savunan kişi ve düşünme tarzlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Tarihte Tradisyonalist sıfatıyla maruf kişiler olmasına karşın özel olarak ren gunon.png” border=”0 Tradisyonalizm ismiyle anılan ekolün ilk sözcüsü Fransız metafizikçi, yazar René Guénon ‘dur. Ekol, Perennializm, Perennial Felsefe veya Sophia Perennis olarak da bilinmektedir.
Tradisyonalist Ekolün diğer kurucuları Seylanlı bilgin Ananda Coomaraswamy, ve İsviçreli ressam,şair ve metafizikçi Frithjof Schuon’dur. Sözkonusu ekole mensup diğer yazarlardan bazıları; Titus Burckhardt, Martin Lings, William Stoddart, Marco Pallis, Seyyid Hüseyin Nasr, Leo Schaya, Gai Eaton, William Chittick, Rama Coomaraswamy, James S.Cutsinger, Joseph Epes Brown, Huston Smith, Osman Bakar. Ayrıca tradisyonalist fikirlerden az veya çok etkilenen Julius Evola, Mircea Eliade, Henrich Zimmer gibi yazar ve akademisyenler de bulunmaktadır.
Temel İlkeler
Tradisyonalist ekolün aşağıda yer alan bazı ilkeleri tüm yazarlarınca benimsenmekte ancak çeşitli geleneklere yaklaşımları bakımında aralarında farklılar bulunabilmektedir. Hristiyan geleneği örneğin Rene Guenon tarafından inisiyatik niteliğini tamamen yitirmiş kabul edilirken Frithjof Schuon’un bazı yazılarında aksi bir görüşe rastlanabilmektedir. Bu noktada ekole mensup yazarlar arasında Guenon’un fikirlerini benimseyenler ile Schuon’un fikirlerini benimseyenler arasında bir ayırım yapanlar dahi bulunabilmektedir.
1. Tüm otantik dini gelenekler Primordial Gelenekten neşet ettiklerinden ortodoks (sahih)turlar. Aynı, biricik kaynaktan geliyor olsalar da formları itibariyle farklılık gösteren geleneklerin zahiri boyutlarının dışında ancak deruni sezgisi gelişmiş, manevi eğitimden geçmiş kişilerce anlaşılabilen bâtıni-mistik boyutları bulunmaktadır. Asli birliği en çok tezahür ettiren de zahir değil bu bâtıni boyuttur. Ancak her biri belirli bir ilahi amaca matuf olarak gönderildiğinden dinlerin birbirleriyle eşitlenmesi veya dinlerden kimi unsurları biraraya getirerek oluşturulacak bir senkretik hareket bu ilkenin doğasına aykırı bir beşeri müdahaleyi gerektireceğinden geleneğe uygun (sahih) bir tutum olmayacaktır. Ayrıca dini konularda bireysel tavır farklılığı istenilen bir durum değildir. Bkn. Manevi Yöntem Üzerine
2. çağdaş “ilerleme” idealinin aksine tüm geleneklerde ifade edildiği gibi dünya,(özellikle de batı dünyası) entelektüel ve manevi düşüş içindedir. Klasik Batıda Demir Çağı, Hindularda Kali Yuga, Müslümanlarda Ahir Zaman olarak bilinen bir zaman diliminde yaşamaktayız. Bunun sonucu olarak hem entelektüel dünyada hem de gündelik yaşamda ilkeye zıt hatta ona hasmane düşünme ve yaşama biçimleri yaygınlık kazanmıştır.
3. Diğer medeniyet ve kültürlerden farklı olarak Batı dünyası Primordial Gelenekle bağını ilk tohumları ortaçağda atılan ve rönesans ve reform çağında ivmesini gittikçe arttıran gelişmelerle hızla yitirmiştir. İlke’den uzaklığı açısından batı medeniyeti diğer medeniyetlerle karşılaştırıldığında “anomalilik” arzeder. (bk. Rene Guenon, “Doğu ve Batı, çağdaş Dünyanın Bunalımı”)
Tradisyon-Gelenek
Tradisyonalist ekolü yazarlarının “tradisyon” kelimesiyle kastettikleri, Türkçe’de de gelenek ifadesinin karşılığı olan ve sadece tarihi bakımdan ve bir sıfat olarak geçmiş günümüze gelen bir şeyi işaret etmemektedir. Rene Guenon, tradisyon ile halk arasında az veya çok anlamı kaybolmuş adetleri birbirine karıştırmamak gerektiğini ifade ederken bu ayırıma dikkat çekmektedir. Tradisyon burada kaynağı yaratıcı ilk ilke olan ve ancak ehil kişilerin gerçek manasına nüfuz edebildiği ezoterik bilgidir. Tradisyon, insanoğlunu semaya bağlayan, tradisyonel bilimler, ayinler ve erginleme (initiatory) pratiklerinin çeşitli formlarını işaret eder.
Genel inanan kitlesi ise tradisyonun en dış ve biçimsel yönüne iştirak edebilmekte, daha öte bir anlayışa kavuşmak için “inisiyasyon” denilen erginleştirme işleminden geçmek ve tüm irade ve anlayış kabiliyetini kullanmak gerekmektedir.
Guenon, çağdaş zihniyetin etkisiyle tradisyonel düşüncenin bazı çevrelerce kasıtlı bile olmaksızın çarpıtıldığını ve hakiki tradisyonel düşüncenin ortaya çıkarılması için nereye bakılabileceğinin bile artık bilinemediğini ve insanların, tradisyon ifadesi altında kendilerine sunulan ve özünde tradisyon karşıtı, hatalı düşünceleri kabule fazlasıyla hazırlıklı olduklarını söyler.
Guenon’un tradisyon ile ilgili dikkati çektiği bir başka nokta da çağdaş zihniyetin tradisyon kelimesini kullanma biçimidir. Tradisyon kelimesi “adet” veya “davranış biçimi” kelimeleriyle eşanlamlı kullanılmakta ve böylelikle tradisyon daha düşük beşeri düzeyle ve derin bir anlamdan tamamen yoksun şeylerle karıştırılmaktadır. Diğer ve daha incelikli deformasyonlar da bulunmaktadır ve hepsinin ortak özelliği tradisyon düşüncesini tamamen insani düzeye indirgemesidir. Oysa insanüstü düzenden bazı unsurları içermeyen hiçbir şey gerçek manada tradisyonel olamaz.
Tradisyonu tamamen insani düzeyle ve bu düzeyin psikolojik, sosyal boyutlarıyla ilişkilendiren çağdaş sapmanın bir başka biçimi de tradisyonun bazı şekillerini “dinler”le karıştıran, din ve tradisyonları sadece insani unsurlarla açıklamaya çalışan akademisyenlerdir.
Tradisyon ve “Dinler”
seyyidhseyinnasr.jpg” border=”0 Tradisyonalist yazarlar din kelimesinden ziyade içinde dinin ilke ve uygulamaları olduğu kadar mistik ve ezoterik nitelikli bilgi ve tavırları, toplumsal kaideleri vs. gibi çok daha geniş bir alanı kapsayan tradisyon kelimesini kullanmaktadırlar. Rene Guenon kökü ilkeye dayanan tradisyonun uzakdoğu tradisyonunun bazı kollarında olduğu gibi mutlaka dini bir biçim altında varlığını göstermesinin gerekmediğini çok net bir şekilde dile getirmiştir. Din, tabiri bu okulun yazarlarınca ezoterik bilgi değil daha çok zahiri, dışsal kulluk tavrını ifade eden bir kullanım kazanmış görünmektedir. Tradisyonalistler her dinin temel inanç ilkelerinin kutsal bilginin bazı farklı cephelerini gösterdiğini ve bu sebeple de kişilerin kendi dahil oldukları itikatları sebebiyle hemen reddetmelerinin doğru olmadığı görüşündedirler. Seyyid Hüseyin Nasr gibi bir müslüman tradisyonalist örneğin Hristiyanlığın üçlük ilkesinin kutsal bilgi evreninde bir yeri olduğuna ve bu sebeple sırf diğer dinlerin itikatlarında bulunmadığı için hemen reddedilmesi veya üçlük ilkesinin kaldırılmasının doğru olmadığını kabul etmektedir. Buna göre Tanrı’nın kendisini farklı yollarla, farklı dini dünyala izhar etmekte ve bu durumda İsa’nın İslam ve Hıristiyanlık’taki iki değişik tasvirinin ikisi de doğru olmaktadır. Bakınız;Dinler ve Mutlak Hakikat Kavramı-Seyyid Hüseyin Nasr ile söyleşi
Hristiyanlığın kendisine inananları kurtaran bir din olarak değil ve fakat ezoterik bilgiye ulaştıran inisiyatik bir yol olarak geçerli olup olmadığı hakkında ise tradisyonalizmin kurucu yazarları Rene Guenon ile Frithjof Schuon arasında farklılık bulunmaktadır. Rene Guenon Hristiyanlığın kutsal sembollerini günümüzdeki din adamları asıl anlamlarını bilmiyor olsa da içeren tek mezhebin Katoliklik olduğunu kabul etse de Hristiyanlığın inisiyatik karakterini hâlen korumadığı ve sembollerin asıl anlamlarının çoktan unutulduğunu belirtir. Frithjof Schuon için ise Hristiyanlık özellikle Ortodoks Hesikast gelenekte ve hatta Guenon’un reddetmesine rağmen Protestan mistik yollarda inisiyatik niteliğini devam ettirmektedir. Schuon ile ilişkili olan tradisyonalist yazarlar onun bu görüşünü kabul etmekteyken Guenon’u takip eden tradisyonalistler ise Guenon ile mutabık bir şekilde Hristiyanlığın inisiyatik niteliğini yitirdiğine kanidirler. Guenon için Hinduizm, İslamiyet, Taoizm ve Budizm inisiyatik niteliğini korumakta ve fakat Hinduizm bir Hindu kastında doğmamış olanlara kapalı, Taoizm ise ulaşılamazdır. Ancak her halükarda Guenon bile inisiyatik erdiriciliğini kabul etmese de Hristiyanlığın genel inanan kitlesi için bir kurtuluş yolu olduğunu reddetmemiş, kendisi tasavvuf yolunu seçmekle birlikte eserlerinde tasavvufun tek geçerli inisiyatik yol olduğunu ifade eden tek bir satır bile kaleme almamıştır. Bu sebeple Martin Lings’in tanıklığıyla Guenon’un okuyucuları onun tasavvuf yolundan giden bir müslüman olduğunu ancak ölümünden sonra öğrenmişlerdir.
Guenon ezoterik mesajını Batı’ya Hinduizmin kavramlarını kullanarak aktarmayı tercih etmiştir. Martin Lings, Guenon’un bu yolu tercih edişinin sebebini Hinduizmde ezoterik ve egzoterik alanlar arasında hakikati örtecek denli bir ayrılık olmayışı ve doğrudanlığında göstermektedir. Bakınız;René Guénon by Martin Lings
Tradisyonalizme Yönelik Eleştiriler
a) Olumsuz Eleştiriler
Kimi yazarlar Tradisyonalist ekolü, savundukları gelenekler ve dinlere aykırı olarak ve her ne kadar dinlerin zahiren değil ezoterik yönleri itibariyle “birlik”lerinden bahsediyor olsalar da “dini çoğulculuğu” savunduğu, eklektik hatta kökeninde Tradisyonalistlerin karşı çıktığı okült akımların yer aldığı çağcıl bir yapı arzettiği ve modernizm i eleştirdiği halde modernite yerine herhangi bir alternatif sistem getirmediği şeklinde eleştiriler yöneltilmiştir. Diğer bir eleştiri de Tradisyonalistlerin gelenek içerisindeki beşer kaynaklı unsurlar ile kutsal nitelikteki unsurların arasını ayırmamaları ve toptan bir yaklaşım sergiledikleri yönündedir.
Tradisyonalizm eleştirmenleri arasında isimleri en çok geçen iki kişi Mark Sedgwick ile Mahammad Legenhausen’dir. Kahire Amerikan Üniversitesinde görevli akademisyen Mark Sedgwick konuyla ilgili eleştiri ve değerlendirmelerini “Against Modernity: Western Traditionalism and Islam” adlı kitapta toplamış, ayrıca bazı makalele ve röportajlarıyla da görüşlerini açıklamıştır -bkz. Traditionalism: René Guénon’s legacy today-Interview- ve halen İran Akademisinde din felsefesi ve din bilimleri üzerine ders veren Muhammad Legenhausen de yazdığı ve başlığı “Why I am not a Traditionalist”olan makalesiyle Tradisyonalist ekolü ve iddialarını eleştirmiştir.
Geleneksel müslüman çevreler tradisyonalizmi, ayet, hadisler ve geleneksel fıkıh mezhepleri açısından eleştirmiş ve dinlerin aşkın birliği yaklaşımının İslam ile uyuşamayacağını öne sürmüşlerdir. Kendisi de sonradan İslamiyete girmiş ve Guenon gibi Şazeli tarikatına mensup olan Nuh Ha Mim Keller, Tradisyonalistlerin tüm dinlerin evrensel manada geçerliliğine ilişkin iddiaları ele aldığı yazısında ne İbn Arabi gibi sufilerde ne de geleneksel İslam’daki mezhep imamlarında böyle bir görüşe dayanak bulunamayacağını ifade etmektedir. Yazı için bkz. On the validity of all religions in the thought of ibn Al-‘Arabi and Emir ‘Abd al-Qadir
Aynı şekilde geleneksel Hristiyan çevreler de kilise dışında kurtuluş olduğunu kabul etmeyerek dışlayıcı (exclusivist) bir tutum takınmakta ve Perennial Felsefeye karşı çıkmaktadırlar. İnhisarcı (inclusivist) olan Hristiyanlar ise ancak Mesih’i bilmeyenler için kurtuluşun sözkonusu olabileceğini kabul etmektedirler. İsa Mesih dışında bir kurtuluş yolu olmadığını kabul eden Roma Katolik Kilisesi ise II. Vatikan konsülü sonrasında inhisarcı bir tutum seçmiştir. Bunun için bknz. Christianity and Perennial Philosophy
b) Olumlu Eleştiriler
Tradisyonalizme teolojik açıdan getirilen eleştirilerle birlikte Tradisyonalist yazarların dikkat çektikleri bazı noktaların önemli olduğu kabul edilmektedir. Bunlardan ilki modernizm eleştirisidir diğeri de modernite etkisiyle geleneksel dinlerin yorumunda oluşan dönüşüm ve geleneğin değer ve anlamının kaybıdır . Tradisyonalistler tarihi ve çağdaş dinler ve tarihi ve çağdaş mistik yollarla ilgili “otantiklik” problemini incelemişlerdir. Otantikliğin neyi ifade ettiği, tarihi dinlerin kendi bünyelerinde ve diğer dinlerle karşılaştırıldığında otantikliği ve çağdaş spiritüel hareketlerin otantikliği gibi konular önde gelen Tradisyonalist yazarlarca (özellikle Rene Guenon, Frithjof Schuon ve Ananda Coomaraswamy) derinliğine ve özgün bir hermenötik metodolojiyle incelenmiştir.
Tradisyonalist yazarların ekserisinin batılı oluşları ve batı literatürüne hakimiyetleri, batı ülkelerinin yaşadıkları sorunları yakından müşahede etmeleri bu noktada batı medeniyetine güçlü eleştiriler getirmelerini olanaklı kılmıştır. Tradisyonalizmin genellikle eleştirilmeyen ikinci yönü de çağdaş, küresel ekonomi-politiğin etkisi altındaki dinsel dönüşümlere ve dini oluşumlara karşı mesafeli bir duruş kazandırmasıdır. Sosyolojik perspektifler ve post-modern çoğulcu yaklaşımlar nevzuhur dini oluşumları sadece toplumsal işlevleri, bireylerin kendilerini ifade etme biçimleri ve sadece “insan hakları” açısından yaklaşımlarda bulunmalarına karşın tradisyonalistlerin bu oluşumlara karşı tutumu son derece keskin bir şekilde reddiyecidir.
İslam Dünyası ve Tradisyonalizm
Tradisyonalist okul ile karşı karşıya gelen ilk müslüman ülke İran’dır. Bunun en önemli ve belki de başlıca sebebi Frithjof Schuon’un izinden giden ünlü müslüman Tradisyonalist ve akımın yaşayan en önde gelen temsilcisi Seyyid Hüseyin Nasr’ın anavatanı oluşudur. Nasr’ın İslam devrimi öncesinde Şah ile iyi ilişkileri ve İran Felsefe Akademisi’nin başında bulunuşu devrim sonrası mollaların Nasr ile arasını bozmuş ve ülkesine girmesi yasaklanmış olsa da Nasr’ın çalışmaları Tradisyonalizmin ülkenin entelektüelleri arasında tanınmasına yol açmıştır. Nasr’ın akademisinin ilk üyelerinden olan Daryuş Şayegan İslam devrimi sonrasında ülkesini terketmiş ve Fransa’ya yerleşmişti. Şayegan 1960’ların sonunda herhangi bir geleneksel toplumun var olup olmadığını araştırmak amacıyla Sanskritçe çalışmış ve Hindistan’a seyahat etmişti. Seyahatları sonucunda herhangi bir geleneksel toplumun olmadığını sadece modernliğe yönelik geçiş aşamasında uygarlıkların bulunduğu sonucuna varmış ve liberaller arasına katılmıştı. Ancak tradisyonalizme yönelik ilgi İran entelektüelleri arasında var olmaya devam etmiş ve 1990’ların ortalarında Guenon, Schuon, Nasr, Burckhardt ve Lings gibi tradisyonalist yazarların eserleri Farsça’ya çevirilmişti.
Arap dünyasında genel olarak Tradisyonalizme kayıtsız kalınmış olmakla birlikte Cezayir ve Fas gibi bazı Kuzey Afrika ülkelerinde birkısım entelektüellerin manevi arayışları için bir seçenek olmuş ancak genel toplum katında önemli bir etki bırakmamıştır. Küçük bir grup Cezayirli entelektüelin Guenon’u okuyuşu yaklaşık 1967 yıllarına kadar geri gitmektedir. Cezayir’in önde gelen entelektüellerinden Raşid bin İsa modernizme yönelik eleştirilerinin merkezinde tradisyonalist analizleri yerleştirmiştir. Raşid bin İsa Tradisyonalizmin eğitimli kitleyi İslamiyete döndürmekte yardımcı olacağını ancak eğitimsiz veya az eğitimli kitlenin ise tradisyonalizmi muhtemelen yanlış anlayacağını ve onu islam dışı ve hatta İslam karşıtı görebileceğine dikkati çekmiş ve bu sebeple Tradisyonalistlerin eserlerinin Arapça’ya çevrilmesine karşı çıkmıştır.
Cezayir’e göre daha rahat politik ve ekonomik koşulları olan Fas’da ise Tradisyonalizm daha başarılı olmuş ve 1960’larde frankofon çevrelerde Guenon tanınan biri haline gelmişti.
Türkiye’de ise Tradisyonalizm diğer ülkelerdeki gibi bir yapılanma içerisine girmemiş, Tradisyonalist bir grup, organizasyon oluşmamış bunun yerine Yeryüzü Yayınları, Ağaç Yayıncılık, İnsan Yayınları ve İz Yayıncılık gibi yayınevlerinin geniş çeviri çalışmalarıyla Tradisyonalist yazarların eserleri Türkçe’de de ulaşılabilir hale gelmiştir. Türkçe’de ilk Tradisyonalist metin 1979 yılında Guenon’un “La tawhid” adlı makalesinin Kubbealtı Akademi Mecmuası’nda Mustafa Tahralı tarafından yapılan çevirisiyle yayınlanmıştır. Tahralı 1960’lı yıllarda Paris’deyken Guenon’un varlığını öğrenmiş ve tradisyonalist yazar Michel Valsan’ın oğlu Ahmed Valsan ile temas kurmuştur. 1973 yılında Sorbonne’da doktora tezini verdikten sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde göreve başlamış ve fakültenin tasavvuf bölümünün başına geçmiştir.
Rene Guenon’un Türkçe’ye ilk çevrilen kitabı ise [Yeryüzü Yayınları] tarafından 1979 yılında yayınlanan Modern Dünyanın Bunalımı’dır (Çeviren: Nabi Avcı). Yeryüzü Yayınları, Modern Dünyanın Bunalımı’ndan sonra, 1980 yılında Guenon’un Doğu ve Batı (Çeviren: [Fahrettin Arslan]) adlı eseriyle Martin Lings’in Antik İnançlar Modern Hurafeler (Çevirenler: Nabi Avcı-[Ufuk Uyan]) adlı eserini yayınlamıştır. Yeryüzü Yayınları tarafından 1982 yılında da Martin Lings’in Yirminci Yüzyılda Bir Veli (Çevirenler: [Ufuk Uyan]-[Bekir Şahin]) adlı eseriyle Seyyid Hüseyin Nasr’ın İnsan ve Tabiat (Çeviren: Nabi Avcı) adlı eserleri yayınlanmıştır.
Türkiye’de en popüler Tradisyonalist yazar Seyyid Hüseyin Nasr olmuştur. Öyle ki Nasr’ın kendi anadilinde yayınlanan ve İngilizce’ye çevrilmeyen kitapları bile Türkçe’ye çevirilmiştir. Nasr’ın Türkiye’de diğer tradisyonalist yazarlardan daha fazla tutulmasının muhtemel sebeplerinden biri onun diğer yazarlardan daha çok İslamiyet üzerinde durması olduğu düşünülebilir.
Türkiye’de daha az felsefi ve daha çok İslami vurgusuyla sunulmakla birlikte Tradisyonalizm Kuzey Afrika ve İran’dan çok daha fazla İslam dışı olduğu iddiasıyla eleştirilmiştir. Tradisyonalistlerin eserlerinin Fas ve Cezayir’de Fransızca bilen bir kesim tarafından okunmasına karşılık Türkiye’de aynı eserlerin geniş bir kitle tarafından Türkçe’de okunabilmesi sözkonusu eleştirilerin daha güçlü yapılabilmesine imkân tanımıştır. Bunun en belli başlı örneklerinden bazıları arasında İslamcı hareketle ilişkili olan Zübeyir Yetik adlı gazetecinin 1992’de yayınladığı İnsanın Yüceliği ve Guenoniyen Batınilik adlı eser ve Haksöz adlı dergideki bazı makaleler yer almaktadır.
En geniş müslüman topluluklarına sahip olan Rusya’da ise Tradisyonalizm Dugin’in Avrasyacılığındaki gibi öncelikle politik olarak algılanmıştır. Gaydar Cemal sol Pamyat’ı Alexandr Dugin ile birlikte terketmiş ve 1990 yılında Ahmet Kadı Aktaev tarafından Astrakhan’da 1990’da kurulan İslami Rönesans Partisinin (PIR) kurucu üyelerinden biri olmuştur. PIR’ın yayın organı Tevhid’in editörü ve Moskova’daki araştırma merkezinin müdürü olan Cemal dergide İslamiyeti Tradisyonalist terimlerle analiz etmiş ancak diğer tradisyonalistlerde görülmeyecek şekilde bir tarih perspektifini de bu analizine eklemiştir. Julius Evola’nın etkisinde kalan Cemal’e göre otantik İslam konformist değildir ve hayati karakterini, muhalefet, özdeşleşmemek, uyuşmazlık oluşturur. Bir Hristiyan için Tanrı hiper-konformizmle eş anlamlı olsa da İslam Tanrı’nın ‘konsensus’a indirgenmesine karşı bir protestodur. Bu nedenle İslam kişinin kendisini tanrılaştırmasına ve profan elitciliği de içeren dünyanın kötülükleriyle savaşır. Pek çok kişi için aşırı bulunan Tradisyonalist İslamcılığın temsilcisi olan PIR 1992’de Yeltsin ile ve onun Rusya demokrasisi projesiyle tüm ilişkilerini koparmıştır.
Vikipedi