grn.png” border=”0 GÖRÜNÜŞ
Görünüş belli, açık, beş duyuya hitabeden, gözlem ve deneye giren demektir. Varlık felsefesinde “gerçek”in bulunması ve bilinmesi insan zihnini bir takım analizler yapmaya sevketmiştir. Şöyle ki bizi içten-dıştan kuşatan hadiseler vardır. Acaba, “gerçek” bunlardan mı ibarettir, yoksa bunların gerisinde, altında, derininde yatan başka şeyler; “temel” ya da “temeller” mi vardır?
Tarihin çok eski devirlerine uzanan bu sorulara, yine tarihin eski devirlerinden beri birçok mütefekkir: “Hadiselerin gerisinde, duyularımızla doğrudan doğruya temas edemediğimiz temel ya da temeller vardır” diye cevap vermiştir. Ancak, hadiselerin altında bulunan bu temel, fılozofdan filozofa değişik isim ve sıfatlarla anılmaktadır. Kimine göre bu; “su, toprak…” gibi madde cinsinden birşey, kimine göre; “sayı, kanun…” gibi madde dışı, akılla kavranabilen ve fakat “zat-şahıs olmayan gayri müşahhas birşey”, kimine göre de; “akılüstü bir zat bir Tanrı”dır. Yine bu temel (ister madde cinsinden birşey, ister akılla kavranabilen türden bir kuvvet, Dukamın, isterse akıl üstü bir zat olmuş olsun) kimine göre bu, “bir tek”, kimine göre ise “birden fazla” dır.
İşte bu temel ya da temeller çeşitli şekillerde ortaya çıkmakta, “oluş” ve “hadiseleri” meydana getirmektedir. İşte bu (kabul edilen) temelin meydana getirdiği “oluş” ve”hadiselllerin bize, duyularımıza hitabede ayanına”görünüş” denmektedir. Görünüş’ün “temel’i nasıl ve ne derecede temsil ya da aksettirdiği, kabul edilen “teraerin mahiyetine, onun idrak edilme şekline bağlı bulunmaktadır.
Gerçeklik ise, bir şeyin kendi özüne, aslına, temeline, mahiyet ve hakikatine bağlılığı, hakikat ve mahiyetine bağlı olarak ortaya çıkması, gerçek, müşahhas hale gelmesi, dış dünyada fiilen mevcud bulunması halidir. Görünüşün, özü-aslı olduğu gibi yansıtmasıdır. Gerçek -müşahhas olanın vasfı, dış dünyada gerçek olarak bulunan ile zihin arasındaki uygunluk hali, doğruluk demektir.
Biz çeşitli tarzda düşünür, farklı tasavvurlarla değişik kavramlar oluştururuz:
Üçgen, açı, ordu, eşsiz, sonsuz, aşk, nefret, azlık, çokluk, kaf dağı, rüyada zevk, Venüs’de hayat, cennette keyif gibi çeşitli türden yüzlerce kavram zihin dünyamızı süsler.
Düşünce dünyamızda bulunan bir fikir, bir tasavvur, bir kavram, mücerred alanları geçer, nisbet ve imkân sınırlarını aşar, zihnimizin dışındaki alanda ya da alanlarda, kendi özüne uygun olarak mevcud olur, gerçekleşir. Sözgelimi zihin dünyamızın soyut (mücerred) kavramını oluşturan “insan” kendi özüne uygun olarak ortaya çıkar ve fiil alanında “A, İNSAN”, müşahhas olarak gerçekleşmiş olur. İşte, müşahhas olarak gerçekleşmiş olan bu “A”nın kendisi ‘Gerçek’ kazandığı hal ise ‘Gerçeklik’tir.
Eşya (şey), kendi özüne uygun olarak zihnin dışındaki dünyada yerini alır, gerçek olur ve zihin de bu gerek’i olduğu gibi kavrarsa, “zihin” ile “gerçek” arasında, doğru olan bir bağ kurulmuş olur. Bu bağa da “Gerçeklik” denir.
Gerçekleşen şey ile zihin arasında kurulan bağ, kelime ya da cümlelerle ifade edilir. Burada kullanılan kelime ya da cümle dolaylı (sembolik) değil, doğrudan doğruya, yani maksadı, işaret edileni doğrudan doğruya gösteren bir ifade ise, buna da dildeki gerçeklik ya da gerçek anlatım denir.
Görünüş ve gerçeklik sorunu filozofları uzun süre meşgul etmiştir. Batı felsefesinde bu konuyu ilk ortaya atan Berkeley olmuş ve modern felsefeye daha çok Bradley Bertrand Russell kanalıyla girmiştir. Görünen şeyler gerçek midir, yoksa yalnızca duyuların aldatması mıdır? Ya da, bize görünen dünyanın ötesinde ‘gerçek’ bir dünya, Kant’in deyişiyle numenler alemi var mıdır? Yoksa biz hep fenomenler, görünüşler içinde mi yaşayıp ölürüz? vb. Bu tür sorulara nihaî bir cevap verilemeyeceği farkedilince ‘görünüş ve gerçeklik’ problemi felsefenin dışında bırakılmış ve felsefenin daha somut konularla uğraşması gerektiği ifade edilmiştir. Konu günümüzde daha çok din eğilimli yazarlar ve teologlarca sorgulanmaktadır.
Fahrettin OLGUNER – SBA