Kişilik. Genel anlamıyla, bireysel bir insanı hem birey, hem de insan kılan tüm faktörlerin toplamına kişilik denir.
Batı dillerindeki kişilik kavramı, latince persona sözcüğünden türetilmiştir, Persona, oyuncuların tiyatrodaki rollerine uygun olarak taktıkları maske anlamına gelmektedir. Kişilik kavramı, etimolojik anlamına yakın kullanıldığında, kişinin çevresindeki diğer insanlarla kurduğu ilişkilerde gösterdiği tepki ve kendini ortaya koyma biçimi olarak anlaşılabilir. Davranışsal açıdan, bir kişinin herhangi bir belirlenmiş durumda ne yapacağını belirleyen şey olarak tanımlanabilir. Eski bir kavram olmasına ve gündelik dilde yaygın kullanılışına rağmen, bugün kişiliğin doyurucu bir tanımının olduğu söylenemez. Psikoloji çevrelerinde Gordon W. Allport’un kişilik tanımı genellikle kabul görmektedir. Buna göre “kişilik, bireyin karakteristik davranış ve düşüncesini belirleyen psiko-fizik sistemlerin dinamik bir organizasyonudur.”
Gündelik dilde genellikle birbirlerine çok yakın anlamlarda veya birbirlerinin yerine kullanılsalar da, psikologlar kişiliği karakter ve mizaçtan ayırırlar. Karakter, daha sürekli ve yerleşmiş kişilik eğilimlerini veya bireyin ahlâkî niteliklerim belirlemede kullanılır. Allport’un deyimiyle “karakter, değeri yükseltilmiş kişilik; kişilik değeri düşürülmüş karakterdir. Mizaç ise kişiliğin duygusal ifadesidir.
Kişilik objektif ve sübjektif olmak üzere iki unsura ayrılabilir. Psikologlar çeşitli ölçme ve değerlendirme yöntemleriyle insanların özelliklerini, yetenek, tutum ve ilgilere, dürtü ve amaçlara, kendilerini bulundukları ortama uydurma biçimlerine ve kullanılan savunma mekanizmalarına göre belli gruplar halinde incelerler. Bunlara kişiliğin görünen, ölçülebilir, tespit edilebilir unsurları veya kişilik özellikleri denir. Elbette bir kişideki kişilik özelliği bunların kabaca toplamından ibaret değildir. Bu özellikler her kişide farklı bir biçimde organize olur ve sürekli olmaya, değişime direnmeye eğilim gösterirler.
Bir de kişiliğin sübjektif yanı vardır ki, bireyin kendi kişiliğini nasıl algıladığıyla ilgilidir ve kendilik (self) adını alır. Kendilik çocuklukta kendi bedenimizle diğer nesneleri ayırd etmemizle başlar ve üstlendiğimiz sosyal rollerle sürekli gelişir. Davranışlarımız ve tepkilerimizin oluşumunda, duygusal gelişimimizde kendilik algımızın rolü büyüktür. Kendi kendimize Önemli misyonlar atfediyorsak, karşımızdakini küçük görmemiz, daha katı ve hoş görüşüz bir duygu kalıbı içinde hareket etmemiz beklenilen bir tutum olacaktır.
Objektif ve sübjektif yanlarıyla, bireyin dürtülerinin, amaçlarının, yetenek ve İlgilerinin, kendini algılama biçiminin kendine özgü, kararlı ve tutarlı bütünlüğü kişiliği oluşturur. Fakat bu tanımdan yola çıkılarak kişiliğin yalnızca durağan ve tamamlanmış bir yapı olduğu sonucuna varılmamalıdır. Tanı tersine kişilik, bireyin hayatı boyunca öğrendiklerinin katkısıyla sürüp giden; bu arada dürtülerin engellenmesinden doğan çatışmaları altedebilmek, kendilik’in değerini muhafaza edebilmek için sürekli savunma mekanizmaları kuran dinamik bir uyum sürecidir.
Kişilik çalışmaları, bireyin karakteristik yapısını ortaya çıkarmayı amaçlamakta ve bu çalışmalar deneysel psikoloji, çocuk psikolojisi ve psikometri alanlarında yapılmaktadır. Fakat bu arada psikolojide ekollerin etkinliği unutulmamalıdır. Her psikoloji ekolü, insanı farklı bir yaklaşımla ye kendi terminolojisi ile ele alır. Böylece psikolojideki ekol sayısı kadar kişilik teorisi ortaya çıkar. Bütün ekol farklılıklarına rağmen yukarıda söylenenler ve biyolojik kalıtım, kültür ve bireyin aile içi yaşantılarının kişiliğin ana belirleyicileri oluşu genelde kabul edilmektedir.
Psikanaliz literatüründe kişilik kavramının yerine daha çok ‘karakter’ kavramı kullanılır. Karakterin anlamı da psikanalitik teorideki değişikliklere paralel olarak değişmiştir. Freud içgüdü teorisini geliştirdiği sıralarda özel psiko-seksüel unsurlarla belirli karakter eğilimleri arasında bir ilişki olduğunu belirtmiştir. Psikanalitik teoriye göre kişilik gelişimi belirli dönemlerden geçerek olur. Belli başlı oral, anal, faİlik, latans ve genital olmak üzere beş gelişim dönemi vardır. Bu dönemlerin özelliklerinin bireyin psikolojik yapısındaki etkinliği onun karakterini belirler. Örneğin hayatın ilk yılı, ağız boşluğunun erotojenik bölge olduğu, her türlü ihtiyacın ebeveynler tarafından karşılandığı, beden ile dış dünya ayrımının yapılamadığı oral dönemdir. Erişkin olmasına rağmen oral döneme takıntıları bulunan kişilerde açgözlülük, bağımlılık ve pasiflik şeklinde oral kişilik Özellikleri olacaktır. Yine İki ve üçüncü yaşlar, örneğin anü-sün erotojenik bölge olduğu, tuvalet eğitiminin yapıldığı, çocuğun özerklikle bağımlılık arasında bocaladığı anal dönemdir. Anal kişilik özellikleri baskın olan bireylerde bu nedenle düzenlilik, titizlik, inatçılık, cimrilik ya da tam tersine dağınıklık, kirlilik, boşvermişlik veya bonkörlük eğilimleri bulunacaktır. Psikoanalitik teoriye göre ruhsal aygıt alt-ben (id), benlik (ego) ve üst-ben (super-ego) olmak üzere üç yapısal katmandan oluşur. Benlik, alt-ben’den gelen içgüdüleri geri iterek bastırmakla görevlidir. Fakat benlik yapısı gelişmediğinde geri itilmiş içgüdüler bu kez biçim değiştirerek psikolojik rahatsızlıklar (nevroz) şeklinde ortaya çıkarlar. Freud daha sonra nevrozlarla karakter eğilimleri arasında önemli bir ayrım olduğunu söyler. Eğer benlik geriye ittiği içgüdü malzemelerini belli savunma mekanizmaları kurarak dışarı kaçırmamayı başarabilirse, kişinin kullandığı savunma mekanizm asınagöre belli karakter eğilimlerinden söz edilir. Hangi savunma mekanizmasına başvurulacağını belirleyen de, yine hangi gelişim dönemi özelliklerinin bireyde baskın olduğudur. Freud en son olarak benlik’in özdeşleşme (identification) işlevinden söz ederek kişilik yapışma göndermede bulunur.
Freud sonrasında da psikanalitik kişilik teorisine katkılarda bulunulmuştur. Bunlar arasında Kari Abraham ve Wİlbelm Reich’in katkıları özellikle Önemlidir. C.Gustav Jung’un da ‘Psikolojik Tipler’ adında bir çalışması vardır.
Adlerci bireysel psikoloji okuluna göre ise kişilik gelişimini aşağılık duygusu ve onu telafi etmek için bireyin başvurduğu yollar belirler.
Psikanalitik okuldan kopan ve sosyo-kültürel analistler arasında sayılan Karen Horney ve psikolog Henry Murray’e göre her bireyin psikolojik ihtiyaçları onların kişilik yapılarını biçimlendirir.
Yakın zamanlarda transpersonal (kişi-üstü) psikoloji okulunu kuran ve teorisinde Doğu psikolojisinin tecrübelerine önemli bir yer veren Abraham Maslow, her organizmanın amacının kendini gerçekleştirme olduğunu; bunun yolunun da beş aşamalı, yalından karmaşığa doğru bir hiyerarşi içinde olan ihtiyaçların karşılanmasıyla olabileceğini söyler. Ama her kişinin potansiyelleri ve bu ihtiyaçların taşıdığı anlam, dolayısıyla kişilikler de farklıdır. Öğrenme teorisyenleri ise kişilik özelliklerinin doğrudan doğruya çevreden öğrenildiği kanaatindedirler.
İngiliz psikolog Hans Eysenck, bireyleri dört farklı kategoriye bölen bir kişilik teorisi geliştirdi. İlkin insanları dışa-dönük ve içe-dönük olup olmadıklarına göre ikiye ayırır. Bundan başka bir de tüm bireyleri kararlı ve değişken olmalarına göre tasnif eder. Kararlı bir kişi, dışarıdan gelen baskılarla başa çıkabilen ve kolay pes etmeyen kişidir; değişken birey ise genellikle kronik biçimde kaygılıdır ve çabuk yılar.
Öte yandan Amerikalı bir psikolog olan Cattell ise, çok daha fazla sayıda (171 adet) kategori gerektiğini ve ‘kategoriler’in kişilik yapılarını (özelliklerini) ifade ettiğini söyler.
Kişilik kavramıyla ilgili tartışmalar, sonunda ‘kişilik oluşumu’nun nasıl olduğu (niçin bir birey içe-dönük olurken, diğeri dışa-dönük olmaktadır?) sorusunda düğümlenmektedir. Bu alandaki tartışmalar ise kişiyi çevresinin mi, yoksa genetik kuruluşunun mu belirlediği konusuna yöneliktir.
Kişilik özellikleri, katı ve uyumsuz nitelikler gösterdiğinde, kişinin zararına veya önemli işlev kaybına yol açtığında attık kişilik bozukluklarından söz edilir. Kişilik bozukluğu olan bireylerin diğer insanlarla ilişkilerinde Önemli sorunları, tatminsizlikleri vardır. Fakat onlar ne kadar güç durumda olursa olsunlar, bu güçlüklerin sorumlularını başkaları olarak görürler ve bundan rahatsız olmazlar. Bazı rahatsızlıklar duymaları halinde bunları değiştirmek için büyük bir çaba göstermelerine rağmen başarılı olamazlar.
(SBA)