Vahdet-i Vücud Nedir, Hakkında Bilgi (İslam Felsefesi)

Varlık birliği

Varlık birliği ya da Vahdet-i Vücud, tasavvuf düşüncesinde, yaratanla yaradılanın tek kaynaktan geldiğini ve “bir” olduğunu savunan görüştür.

“Vahdet-i vücud” tabiri bu öğretinin en büyük sözcüsü olan Muhyiddin İbn Arabî‘nin eserlerinde geçmez. İfadeyi ilk kullanan, İbn Arabi’nin öğrencisi Sadreddin Konevi‘dir.

Varlık
Felsefi anlamda “varlık” üzerine yapılan tartışmalar, İslamiyet’in doğuşundan çok sonra, özellikle Yunan felsefesiyle gerçekleşen temaslar sonucunda ortaya çıkmıştır. İslam coğrafyasında özgün bir epistemoloji ve terminoloji geliştiren kelamcılar, filozoflar ve sufiler varlık konusunda kimi zaman birbirine yaklaşan, kimi zaman da sert tartışmalara varacak kadar ayrımlaşan görüşler öne sürmüşlerdir. Tanrı’nın varlığı “varlık” yönünden bakıldığında “tek” ise bu durumda onun varlığı dışındaki diğer tüm varlıkların varlığı hangi anlamda bir “varlık”tır sorusu kafaları meşgul etmiş, bazı filozoflar Tanrı’nın varlığını “Mutlak varlık”, diğer tüm yaratılmışları ise var olup olmama açısından mutlaklık taşımadığı için “Mümkün varlık” şeklinde tanımlayan bir ayrım yapmışlar ve aralarında bazı farklılıklar olsa da kelamcılar ve filozoflar bu ayrımı zihin dışında, ontolojik bir ayırım olarak algılamışlardır. Vahdet-i vücud taraftarı sufiler ise bu ayırımın zihni bir ayırım olduğu, esasında varlığa bu şekilde bir ayrım getirilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Her ne kadar varlık birliği düşüncesinde Tanrı ve kullar arasında Tanrı’nın “Tanrılığı” kulun “yaratılmışlığı” korunuyor olsa da bir kısım istisnaları bir kenara bırakacak olursak özellikle fıkıh, hadis, tefsir gibi dini ilimler alanındaki bilginler bu anlayışın yaratıcı ile kul arasındaki farkı ortadan kaldıracak ve tüm dini emir ve yasaklara kayıtsızlığa sevk edecek bir sapkınlığa yol açacağı endişesine kapılmışlardır.

Terminoloji
Sûfilere göre kendiliğinden var olan (kaimun bizatihi) varlık (vücûd) birdir o da Hakk Teâlâ’nın varlığıdır. Bu varlık ezelidir; çoğalma, bölünme, değişme, yenilenme kabul etmez. Ancak Hak, zatı itibariyle değil; sıfat ve fiilleri itibariyle bütün suret ve şahıslarda mutlak olmaktan çıkmaksızın ve asla değişikliğe uğramaksızın tezâhür ve tecellî etmektedir. İçinde farklılıklar ve değişme barındıran tüm evren ve içindeki canlı ve cansız her unsur, ancak O’nun varlığı ile ayakta durmaktadır. Vahdet-i vücut Panteizm’deki gibi tek hakikatin parçalandığını ve sadece içkinliğini savunmaz. Materyalist panteizm veya monizm gibi ilk ilke ile evrendeki her şey arasında maddi bir bütünlüğü tasavvur etmez ve savunmaz.

Tarihte varlık birliği
Muhyiddin İbn Arabî ve vahdet-i vücut ekolünün tarihteki tesirlerinin en çok görüldüğü coğrafya Anadolu olmuştur. Endülüs’te doğup büyüyen Muhyiddin Arabi Anadolu’da yaptığı seyahatler esnasında Konya, Kayseri, Malatya, Sivas ve Aksaray gibi şehirlerde bulunmuş, oranın bilginleriyle görüşmüş, öğrenciler yetiştirmiştir. Bunların arasında en ünlüsü ve hocasının görüşlerini yaptığı şerhler ve izahlarla gelecekteki nesillere taşıyan kişi Sadreddin Konevi’dir. Annesiyle yaptığı evlilik sebebiyle aynı zamanda Muhyiddin Arabi’nin üvey evladı da olan Konevi yazdığı çok sayıda eserle vahdet-i vücut düşüncesinin de ilk sistematik izahını yapan kişidir.

Osmanlılarda, İznik’te ilk medreseyi kuran ve ilk Şeyhülislam olan Molla Fenarî’nin, Muhyiddin Arabi’nin “Fusûs” adlı eserinin de şarihi bir Ekber olması sebebiyle, vahdetivücuda karşı, Osmanlı topraklarında uzun süre doğrudan eleştiri yapılamamış; hatta İbn-i Arabi’ye karşıtlığıyla bilinen Şeyhülislam Çivizâde Mehmed Efendi görevinden azledilmiştir. Bu dönemde Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in emriyle İbn Arabi’ye yöneltilen itirazların cevaplandırıldığı Farsça bir kitap dahi kaleme alınmıştır. Ancak 17.yüzyıldan sonra bu durum değişmeye ve Vahdet-i vücud’ a yönelik eleştiriler artmaya başlamıştır.

Sadreddin Konevî’den itibaren günümüze kadar 7 asır boyunca İbn Arabî ekolünü Türkiye’de devam ettiren kişilerden bazıları:

1. Dâvûd-i Kayserî (v. 751/1350): Konevî’nin talebelerinden Kemaleddin Kâşânî’nin talebesidir.
2. Molla Fenârî (v. 834/1430): Babası Konevî’nin halifelerindendir.
3. Muhammed Kutbuddin İznikî (v. 855/1450): Molla Fenârî’nin talebesidir.
4. Yazıcızâde Muhammed Efendi (v. 855/1451): Muhammediye isimli meşhur eserin müellifidir.
5. Cemal Halvetî (Çelebi Halife, v. 912/1506): İbn Arabî’nin iki beytini şerh etmiştir.
6. İdris Bitlisî (v. 926/1520).
7. Sofyalı Bâli Efendi (v. 960/1552): Füsûs şârihi.
8. Üftâde Muhammed Muhyiddîn (v. 968/1580): Bursalı ve Celvetiye Tarikatı büyüklerindendir.
9. Aziz Mahmud Hüdâyi (v. 1038/1629): Üftâde Hazretlerinin talebesidir.
10. Nureddin Musliheddin Mustafa Efendi (981/1578).
11. İsmail Ankaravî (v. 1041/1631): Meşhur Mesnevî şârihidir.
12. Abdullah Bosnevi (v. 1046/1636): Füsus şârihidir.
13. Sarı Abdullah Efendi (v. 1071/1660).
14. Karabaş Veli (Ali Alâeddin Atvel, v. 1097/1685).
15. Atpazarî Osman Fazlı İlâhî (v. 1102/1690).
16. Niyâzî-i Mısrî (v. 1105/1693): En yaygın ve meşhur tasavvufî divanın sahibidir.
17. İsmail Hakkı Bursevî (v. 1137/1724).
18. Nasuhî Mehmet Efendi (v. 1130/1717).
19. Abdullah Salâhî-i Uşşâkî (v. 1196/1781).
20. Harîrîzâde Seyyid Muhammed Kemaleddin (v. 1299/1881).
21. Muhammed Nuru’l-Arabi (v. 1305/1887).
22. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî (v. 1311/1893): Tercüme-i Cânibü’l-Garbi fî Halli Müşkilâti İbn Arabî adlı bir eseri vardır.
23. Salahaddin Yiğitoğlu (v. 1937).
24. Ahmet Avni Konuk (v. 1938).

Eleştiriler
Vahdetivücut konusu İslam topraklarında asırlardır tartışılan ve tarafların kimi zaman birbirlerini cahillikle, sapkınlıkla (zındık, mülhid gibi) ve dinden çıkmakla suçladıkları çok tartışmalı konulardan biri olmuştur. Aralarında İbn Teymiye, Mustafa Sabri Efendi, önemli fakih ve şeyhülislamların da bulunduğu bu grup vahdetivücudu kıyasıya eleştirmişlerdir. Her ne kadar bu öğretinin kaynağı veya sözcüleri sufiler olmakla birlikte 14.yüzyıl sufilerinden Alâuddevle Simnânî kelamcı Sadettin Taftazani, 17.yüzyıl sufilerinden İmam Rabbani gibi sufiler de vahdetivücudu eleştirmişlerdir.

Aralarında sufi ve selefilerin de bulunduğu bazı müslümanlar vahdetivücut ve panteizm arasında karşılaştırmalar yaparak ikisi arasındaki benzerliklere dikkat çekmişlerdir. Diğer bazı müslüman bilgin ve sufiler ise her iki kavramın birbirlerinden tümüyle ayrı anlamlar taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir.

Bazı selefi yazarlar vahdetivücut anlayışını onun Hindu felsefesiyle etkileşime giren Arapların üretimi olduğunu ileri sürerek eleştirmektedirler. Bazı selefiler Kabala ile benzerlikler üzerinde de durmaktadırlar.

İmam Rabbani (Ahmed Sirhindi/Müceddid-i Elf-i Sani) gibi önde gelen bazı sufi büyükleri de vahdetivücudun sufinin mistik yolculuğunda (seyr-i süluk) karşılaştığı ve Hakkın varlığında kendi varlığını yok olmuş görerek sadece tek bir varlık olduğunu zannettiği bir hal olduğunu ancak bu halin daha üstün makamlarda aşıldığını dolayısıyla da sufinin yaşadığı en üstün makam olarak görülmemesi gerektiğini söylerek eleştirmiştir. İmam Rabbani, Vahdet-ivücut kavramına karşı vahdet-i şuhut kavramını getirmiştir. Rabbani, evrenin mevcudiyeti ile mutlak varlık (Vucud-u Mutlak) arasında kesin bir ayırım yapılması gerektiğini özellikle belirtir.

Sufiler bu eleştirileri hem bazı ayet ve hadisleri kullanarak hem de vahdetivücudun Panteizm gibi bazı felsefi ekollerden farklarını ortaya koyarak yanıtlamaya çalışmışlardır. Bazıları da vahdetivücut için sadece içkinliği vurgulayan Panteizm değil hem içkin hem aşkınlığı içeren Panenteizm tabirinin kullanımının daha doğru olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Vahdetivücut ile ilgili müstakil bir eser sahibi olan İsmail Fenni Ertuğrul (1855-1946) eserinde, vahdetivücutta panteizmin aksine Tanrı’nın evrenin bütünü, toplamı olmadığı, sadece evrenin ayrı bir vücuda (varlığa) sahip olmayıp Hakkın vücuduyla ayakta durduğu (kaimliği), evrenin varlık (vücud) itibariyle Hakkın aynı ise de eşyanın zat, hususiyet ve belirtileri (taayyünleri) itibariyle Hakkın eşyadan ayrı olduğunu söyler. Tanrı’nın dışındaki her şey yani eşya varlığını Hakkın varlığına borçludur ve bir an bile ona muhtaç olmaktan azade değildir. Yani evren panteizmde olduğu gibi bizatihi mutlaklık taşımamakta ve Hakkın varlığı aleme ihtiyaç duymamaktadır. Ertuğrul bununla ilgili olarak Muhyiddin Arabi’nin Futûhatü’l-mekkiye’nin 371. babındaki şu ifadesini de aktarmaktadır: “Allah, Allahtır, alemin mevcut olması veya olmaması eşittir” (Ertuğrul:s.83-84) Ertuğrul’a göre vahdetivücut anlayışının pek çok dini, ahlaki ve irfani faydaları vardır. Bunlardan bazıları; vahdetivücut murakabesine devam edilerek Allah’a ulaşmanın kolay ve kestirme yol oluşu, kişinin kendisinde müstakil bir varlık görmeyişinden ötürü riya, gurur ve kibirden uzak kalabilmesi, tüm yaratılmışlara Hakkın tecelli aynaları olarak bakıldığında onlara daha iyilikseverce yaklaşılacağı, hakiki tevhid anlayışı ile gizli şirkten uzak kalınacağı.

Vahdetivücut ile ilgili Panteizmle de ilişkili olan itirazlar arasında evrenin (alemin) ezeliliği (kadimliği) bahsi geçmektedir. Vahdetivücudu savunanlar alemin Allah’ın ezeli ilminde bulunması sebebiyle ezeli olduğu ancak harici varlığı itibariyle ezeli olmadığı (hadis) yönünde savunma getirmişlerdir. Fusus şarihlerinden olan Ahmed Avni Konuk konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir: “Kevn-i câmi olan insân-ı kâmil sûretiyle hâdistir ve hakîkat-ı rûhiyyesiyle ezelîdir”

Daha yeni Daha eski