objectivizm.jpg 80 122 NESNELCİLİK
Nesnelcilik, öznelciliğin tersine, özneden ve öznenin bilincinden bağımsız bir şekilde düşünme ve bilgi oluşturma aşamasında nesneden ve nesnel olandan hareket eden teorilerin ortak adıdır.
Nesnelcilik, nesneyi zihnin dışında, insan bilincine bağlı olmadan, özne dışında bir gerçekliğe sahip olarak görür. Latince “objektum” kavramından türeyerek Batı dillerine ve literatürüne objectivism, objectivisme, objektivismus şeklinde geçen nesnelcilik, nesneyi kendisine yönclinen, düşünülen ve tasarlanan ve kendisine yönelen bir edim olmadan var olmayan şey olarak tanımlanmaktadır. Nitekim nesne kavramı karşılığında kullanılan latince objeetum kelimesi de karşıda bulunan, karşıya konan anlamını ifade etmektedir. Bu anlamda nesne, bilincin kendisine yöneldiği şey olarak görülmektedir. Bu şey, yani nesne, somut bir nitelik özelliğini gösterebileceği gibi soyut bir konuyu, fikri de ifade edebilir bir özelliğe sahiptir. Diğer bir deyişle nesne, düşünsel veya zihinsel ve varlıksal veya somut nesneler olarak iki grupta ele alınmaktadır. Bilincin kendisine yöneldiği nesne, dış dünyada maddeselliğine veya cisimselliğine sahip bîr meta, bir somut var olan olabileceği gibi, zihnin veya bilincin kendi alanında ve bütünlüğünde bulunan bir zihinsel obje de olabilir. Nitekim ahlak ve sanat gibi değerler alanında değer yargıları ve nitelendirmelerin, sıfatların zihin dışında somut bir varlık alanları yoktur. Bunlar ve bu gibi objeler, zihinsel bir obje olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedirler.
Ontolojide (varlıkbilim alanında) varolanları veya bu tek tek var olanların oluşturduğu genel varlık bütünlüğü içinde bu iki tür nesneyi veya objeyi ifade etmek amacıyla, varlık alanını ikiye ayırmak bir zorunluluk ve tek çıkar yol olarak görülmüştür. Varlık alanı veya var olanların bütünlüğü, reel varlık alanı ve ideal varlık alanı olarak iki öbekte işlenme yoluna gidilmiştir. Bu nedenle obje veya nesne kavramı, sadece reel varlık alanına giren ve onun tarafından kapsanan somut, maddi, cİsimsel bir nitelikten ayrı ve yan bir anlam kazanmıştır. Varlık kategorisi, bir tarih, sanat, dil, hukuk gibi birer insan başarısı olan alanlarda da, gerçekliğin üslüne çıkan ve ideal, düşünsel bir dünyanın ürünleri, öğeleri olan objelere, nesnelere de sahiptir. Bu anlamda nesnelcilik, sadece doğal nesnelere, maddî objelere dayanma, onlardan hareketle bir düşünce ve sistem oluşturma yöntemi ve biçimi olarak görülmemelidir. Nesnelcilik, bir sanat alanında sanatsal objeleri, bir hukuk alanında hukukî objeleri (kavramları) vb. kapsayacağı gibi, aynı şekilde bunlar üzerine kurulan bir sistemin, düşünce çabasının ismi olarak da tanımlanabilir.
Bu bakımdan Nesnelcilik, ister reel, isterse ideal varlık alanı sözkonusu olsun, özneden ve onun bilincinden değil, varolanın kendisinden, onun varlıksal bütünlüğünden hareket eden genel felsefî bir yöntemin adıdır.
Nesnelci bir tavrın kendi içinde barındırdığı ve sistemini kurarken ima etmeye çalıştığı önemli bir özelliği, bu tavrın veya kurulacak ve kurulmuş ofan düşünce yapısının nesnel bir niteliğe sahip olduğu gerçeğidir. Buradaki nesnellikten kasıt da, kurulmuş olan sistemin ve bu doğruKuda üretilen düşüncelerin genel-geçer ve zorunlu bir özelliğe sahip olduklarının bcliriilmesidir. Zira, Öznenin ve bilincin dışında varolan nesne, genci bir lakım özellikleri bünyesinde barındırmaktadır. Var olan nesne, geçirdiği değişimlerde bile bir genel-geçer ve zorunlu kurallar, kanunlar bütünlüğüne sahiptir. Nesnenin veya objenin bu kurallarını, niteliklerini ve onun tabi olduğu kanunları yakalayıp bulmak ve düşünce yapılarını bunlar üzerine kurmuş olmak, o mevcut düşünce yapılarının da genel-geçerliğini ve zorunluluğunu şart kılar. Nesnelcilik, özneden bağımsız, onun kendi duygu, görüş ve önyargılanndan uzak bir biçimde ve herhangi başka bir etki altında da kalmadan bir nesneyi kavrama, anlama niteliğidir. Bu takdirde nesnelcilik bireyüstü bir gerçekliği oluşturma amacı taşır ve bir genel-geçerliği kurmaya, yakalamaya çalışır gibi bir sonucu da kapsar. Nitekim, bilimin de temelinde gördüğü genel-geçer ve zorunlu (sentetik-apriori) önermeler peşinde olan Kant´ın, nesnelciliğin en belirgin bir siması ve hatta kimilerince gerçek kurucusu veya kaynağı olarak görülmesi bu tavrın iddialarını açık kılmaktadır.
17. yüzyılda Descartes (1596-1650)´ın nesneyi, bireyin dışında otonom bir var olan olarak kabul etmeyip, insan zihnî ile izahı, Descartes’çılar´ın ileri sürdükleri ve Kant´a kadar süren önemli bir öznelci tavrın ifadesiydi. Onun nesneyi ve nesnel dünyayı, “cogito” kuramı ile bireyden, nesneye giden bir tarzda açıklama çabası, Kartezyen düşüncenin genel bir niteliğiydi. Res Cogitans ve Res Extensa ayrımı ile nesneyi de ayrı bir cevher (öz, substance) olarak görmesi, nesnelcilik yolunda atılmış bir ilk adım olarak kant2.jpg 5 113″ align=”left” />görülüyor olsa da, Descartes´ın gönlü hep res cogitans´tan yanaydı. Bu ayrımın res extensa ucuna ağırlık veren ve nesnelciliğin gerçek ve belirgin olarak kurulmasında asıl önemli rolü oynayan Alman düşünürü Immanuel Kant (1724-18O4)´tır. Nesnelciliğe olduğu kadar, fiziğe ve aslında nesneye veya maddeye dayalı modern bilimin kurulmasında da Kant´ın bu kritik (eleştirel) felsefesinin önemli bir rolü vardır.
Nesnelciliğin, bir sistem olmaktan çok, çeşitli felsefî disiplinlerdeki problemlerin çözümünde ve bir düşünce yapısının kurulmasında önemli rol oynayan, genel bir yöntem önerdiği söylenebilir. Nitekim, modem bilimin vazgeçemediği ve onun temeli, metodu ve bakış açısı olarak görülen nesnelcilik, felsefe alanında da pek çok düşünür tarafından, ahlak, estetik gibi disiplinlere uygulanan bir yöntem olarak kabul edilmiştir.
Ahlaki nesnelcilik planında, öznel kelimesi gibi nesnellik kavramının da açık bir biçimde ele alınıp açıklanması oldukça zordur. Ahlaki nesnellik ifadesi ile neyin kastedildiğinin anlaşılması ve anlatılması da açıklıktan uzaktır. Ancak kimi ahlak filozofları, bir ahlaki yargının, onu ifade eden insandan ve söylendiği yer ve durumdan bağımsız bir biçimde ele alınması yöntemine dayanan ahlaki bir teorinin nesnellik (objectivity) özelliğini kazanabileceğini söylemektedirler. Fakat, bir ahlaki yargının, onun söylendiği yer ve şartlara ve ayrıca onu söyleyen kişinin niyetine ve amacına göre ayn bir anlam ifade edeceği ve farklı ahlakî ve hukukî normlara, değerlendirmelere tabi tutulacağı gözönüne getirilirse, bu niteliğin ona yüklenmesi de kolay olmayacaktır. Ancak, bir ahlakî teorinin nesnel olabilmesi için de ferdin iç dünyasında uyandırdığı duygulanımlardan uzak ve bağımsız bir biçimde ileri sürülmüş yargılamalar ve önermeler üzerine kurulmuş olması gerekir. Böyle nesnel bir teorinin kurulması için hangi ve nasıl bir ahlaki normlar düzenine dayanılması gerekliği de nesnelciliğin karşısında duran önemli bir problemdir. Çünkü bu durumda, bireyin veya insanın dışında somut bir ahlak dünyası ve bir değerler alanının varlığını kabul etmek kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim böylesi bir sorunu çözmek için, ahlak felsefesi alanında teolojik nesnelcilik veya teotojik ahlak teorileri ismi verilen bir kuram geliştirmek zorunluluğu doğmuştur. Dinin getirmiş olduğu normlar ve kurallar dizisine dayanmak, bir dinin değerler bütünlüğünü kabul etmek, insanlar arasındaki öznelci ve göreli değer anlayışı sorununu da çözüme kavuşturmaktadır. Böylece insanlar arasında bir genel-geçer değerler ve normlar oluşturmak mümkün olmaktadır.
hegel.jpg 0 116 Nesnel bir değerler alanının tespit edilmesindeki zorluğu, kimi düşünür ve filozoflar da adeta bir kutsallık niteliği atfettikleri bir üstün güç veya bir ilk ve temel öz (cevher, substance) kabul etmek suretiyle aşmaya çalışmışlardır. Nitekim Hegel (1770-1831)´in “geist” kavramı bu gözle görülebileceği gibi, N. Hartmann (1882-1950)´ın en üst varlık alanı olarak kabul ettiği “geist” varlık tabakası da sanat, ahlak, hukuk ve irreel veya ideal varlık alanlarındaki benzer problemlerin ve nesnellik çabalarındaki zorlukların çözülmesi ve aşılması için ileri sürülmüş birer genel kabulden ve soyutlamalardan ibarettir.
Nesnelci ahlak anlayışlarını, doğruluk ve hayır gibi ahlaki kavram ve benzeri yargıların, fertlerin yeteneklerine bağlayarak değil de, mevcut ve belirli potansiyel durumun fiili alana aktarılması, yansıtılması olarak görmek sureliyle açıklayanlar da mevcuttur. Bu anlayışın en önemîi siması ise James-Mark Baldwin (1861-1934)´dir.
Sanat alanında da nesnelcilik, sanatçıdan değil de sanat eserinden, yani sanatsal nesneden (sanatsal objeden) hareketle kurulan teorilerin ifadesidir. Böylesi bir nesnel tavra sahip sanat felsefecisi veya bir sanat eleştirmeni, sanat eserinin somut bütünlüğünden ve ontik (varlıksal) yapısından yola çıkar. Sanatsal planda sözkonüsu olan nesnelcilik, aynı zamanda, ilk olarak Hume´da kendini gösteren ve Husserl (1859-1938)´de sistemleştirilen fenomenolojik bakış tarzının sanat alanına yöneltilmesinden oluşan bir yöntemin de adıdır. Nitekim Husserl´in “Şeylere dönelim (Zurück zu den Sachen)” sesine kulak veren Moritz Geiger (1880-1937)´in fenomenolojik estetik anlayışı, sanat eserinden yola çıkan nesnelci bir sanat anlayışı olarak kabul edilmektedir. Ancak Moritz Geiger, sanat eserinin değil, sanatsal hazzın fenomenolojsini yapmaya çalışır ve nesnelci tavrını bu alana yansıtır.
Nesnelciliğin, sanat alanına yöneltilmesi ile fenomenolojik estetiğin yanında, yapısalcı, hermeneutik, marxist, meta ve information estetikleri gibi, sanat teorileri de ortaya çıkmıştır.
özneden bağımsızlığı ve nesnenin kendisine uygunluğu olarak tanımlanabilecek olan nesnelliği ve nesnel oluşu amaçlayan nesnelcilik, özellikle yüzyılımızda, bilimin temeli olarak görülen ve kimi felsefî akımlarca da felsefenin temeli yapılmaya çalışılan en tartışmalı ve yoğun bir problemler ağını bünyesinde barındıran önemli bir felsefi tavır olma özelliğini korumaktadır.
Ali DÖLEK – SBA