ÖĞRENME
Öğrenme, yeni alışkanlıklar kazanmak için herhangi bir durum karşısında tepkilerin düzenleniş süreci olarak tanımlanabilir. İnsanı anlamaya yönelik tartışmaların en uzun süreli ve henüz bitmemiş olanlarından birisinin, insanın psikolojik özelliklerini doğuştan mı getirdiği, yoksa sonradan mı edindiği (nature-nurture dichotomy) sorunudur. Öğrenme, insan Özelliklerinin sonradan edinilmiş bütün yanlarını kapsar. Aslında öğrenme süreçleri yalnızca insana özgü değil, bütün organizmalar için geçerlidir. Öğrenme süreçlerinin incelenmesinde hayvan deneyleri ve hayvan modellerinden yola çıkılarak hareket edilmesi de bu yüzdendir. Ancak hayvanlardaki daha kolay ve daha kısa süreli uyum yetenekleri yüzünden öğrenme süreçlerinin insanlara göre daha tekdüze ve basit olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. İnsanın düşünen, dili ve tarihi olan ve toplumsal organizasyonlar kuran canlı olması, öğrenme süreçlerinin insandaki önemini arttırdığı kadar, süreçleri daha karmaşık ve yüksek düzeylere ulaştırmaktadır.
Modem bilimin gelişiminden önce de insanın nasıl bilgi sahibi olduğu; nasıl bazı tutumlar, alışkanlıklar geliştirdiği sorulan düşünürleri ilgilendirmiştir. Fakat onların yaklaşımları dini inançlarıyla tam bir uyum içinde olduğundan, modern yaklaşımlardan oldukça farklı mantık ve kavramlardan oluşmuştur.
Modern anlamda öğrenme süreçlerinin nasıl bir yol izlediği ve süreç içindeki değişimlerin neler olduğunu ilk ortaya koymaya çalışanlar, çağrışımcı psikologlar olmuşlardır. Psikolojideki çağrışımcılık, felsefi köken olarak birçok bilimsel yaklaşımda olduğu gibi, İngiliz deneyci bilgi teorilerine dayanır. İlk araştırılan konular sözel öğrenme ve hafıza, ilk araştırmacı Herman Ebbinghaus´tur. O´nun çağrışım yasalarını saptamaya çalışan deneysel çalışmalardan elde ettiği veriler bugün de geçerliliğini korumaktadır. Daha sonra Edward Thomdike hayvanlardaki çağrışım süreçlerini incelemiş ve hayvanları ödüllendirici tutumların öğrenme üzerindeki rolünü bilimsel yoldan göstermiştir. Bunu İvan Pavlov´un Rusya´da yaptığı ünlü klasik şartlandırma deneyleri izlemiştir. Artık araştırmalar fizyolojik süreçleri incelemeye başlamış; şartlanmış bir uyaranın, şartlanmamış bir uyaranla birlikte deney hayvanına verilmesi durumunda, denek üzerinde tıpkı şartlanmamış uyaran gibi etki yapacağı ortaya çıkmıştır. Yirminci yüzyıla gelindiğinde Ebbinghaus, Thorndike ve Pavlov sayesinde çağrışımın ne olduğu ve nasıl işlediğine ilişkin bilgide çok fazla artış olmuştur. Thorndike için uyaran ve onun tepkisi arasında varolan ve elde ettiği kazanımlar tarafından güçlendirilen bağın, Pavlov tarafından iki beyin hücresi merkezi arasında olduğu bulunmuş, böylece fizyolojik temellerine kavuşmuştur.
Davranışçı psikolojinin Önde gelen isimlerinden John Watson, oldukça ileri bîr mekanik maddeci adım atarak en karmaşık davranışın bile uyaran-tepki (response) birimlerine indirgenebileceğin! ileri sürmüştür. (Davranışçılar tarafından insanın bütün psikolojik süreçlerinin -düşünce dahil- davranış kavramı kapsamı içinde ele alındığı gözönüne alınırsa Watson´un görüşlerindeki mekanik yan daha kolay anlaşılır.) Fakat daha sonra görüleceği gibi onu izleyen davranışçılar, insanın tüm psikolojik özelliklerinin sonradan elde edilen, öğrenilmiş süreçler oldukları noktasında onunla hemfikir olmalarına rağmen, bu noktada Watson´a katılmamışlardır.
Bu arada Gestaltçı psikologlar, başta Wolfgang Köhler olmak üzere öğrenmenin Watson ve Thorndike´in ileri sürdükleri gibi parçaların bir araya getirilmesinden ibaret olmayıp kesintili bir biçimde geliştiğini; parçaların toplamının bütününü vermeyeceğini ispata çalıştılar. Bu, bir bakıma davranışçılann organizmaya öğrenme süreci içinde verdikleri edilgen rolün kabul edilmeyerek organizmanın algılanmalarının çok Önemli olduğuna dikkat çekmektedir.
1930 ve 1950´li yıllarda, öğrenme teorisi alanında belirli noktalarda benzerlikler göstermelerine rağmen karşımıza dört yeni model çıkmaktadır. Bunlardan Edward Tolman tarafından önerilen modelde Tolman, davranışçı olmasına rağmen organizmanın yalnızca uyaranlara tepki vermeyip, eylemlerinin sonuçlarım da bildiğini söyler. Ona göre öğrenme çevredeki nedenler ve etkiler üzerine temellenmiş beklenti formasyonlarından oluşur. Öğrenme için pekiştirme zorunlu değildir. Böylece Tolman bir bilişsel Öğrenme modeli kurmuş oluyordu. Diğer önemli öğrenme modeli ise uyarımsız şartlandırma olup kurucusu B. F. Skinner´dir. Skinner´in uyanmsız şartlandırma teorisi daha sonra klinik ve eğitim alanında kullanılarak yaygınlık kazanmıştır, öteki modeller Edwin Guthrie ve Clarck Hull tarafından ileri sürülmüştür. Guthrie modeli, öğrenmede Ödülden daha çok, sürekliliğe önem vermesiyle tanınırken, Hull´un motivasyona önem veren dürtü indirgenmesi teorisi sosyal öğrenme ve kişilik teorilerinin mekanizmalarının açıklanmasında kullanılmıştır.
1950´lerden günümüze uzanan süreçte ise bu modellerin doğruluklarını kanıtlamaya çalışan ve çoğu kere birbirlerini geçersiz kılan birçok araştırma yapılmış, yeni yöntemler ve daha özgün teoriler ileri sürülmüştür. Aynı çabalar öğrenme, algı, hafıza alanındaki sorulan açıklığa kavuşturmak için bugün de sürüp gitmektedir.
Bugün Öğrenme ile ilgili bilgilerimizi şöyle özetlemek mümkündür; Öğrenme için en gerekli önşart organizmanın ne eksik (Örneğin uyku), ne fazla (Örneğin panik hali) olmadan yeterince uyanık ve çevreyi farkedebilir bir halde olmasıdır. Bir diğer ön şart ise, öğrenmeye güdülenme, yani öğrenme sonucunda ödüllendirileceğini anlamadır. Bir organizma ancak türe özgü genetik donanımının elverdiği ölçüde öğrenebilir.
Bilinen üç tür öğrenme vardır. Bunlardan birincisi klasik şartlandırma yoluyla öğrenmedir. Bu tip öğrenmenin temeli Pavlov´un köpeklerle yaptığı deneylere dayanır. Bu deneylerde nötr bir şartlandırma uyarıcısı (zil sesi), belli bir tepkiyi (ağızdan salya gelmesi) uyandıran şartlandıncı olmayan bir uyarıcıyla (yiyecek) aynı anda birçok kereler deney hayvanına uygulanmış, sonuçta şartlandırma uyarıcısı da şartlandırıcı olmayan uyarıcının ortaya çıkardığı tepkiyi ortaya çıkarmıştır. Buna şartlı refleks denir. Bu tür şartlandırma Öğrenmesinin tarihsel bir örneği de Watson ve Payenr´in 1920´de Albert adlı onbir aylık bir çocukta aynı yolla bütün beyaz nesnelere karşı fobik bir durum oluşturmalarıdır. Klasik şartlandırmanın bazı insan tutumlarının oluşumunda da önemli bir yer tuttuğu sanılmaktadır.
İkinci öğrenme türü uyarımsız şartlandırma yoluyla olandır. Bu tip şartlandırmada şartlandırıcı olmayan uyarıcı yoktur, uyarıcı ve tepki, klasik şartlanmada olduğu gibi kısa süreli olarak ortaya çıkan belirli bir olay değildir. Uyanmsız şartlandırma yaşamın karmaşası içinde organizmanın hangi davranışın Ödüle, hangi davranışın cezaya karşılık geldiğini öğrenmesidir, öğrenilen tepki, klasik şartlandırmadan farklı olarak, denek ödüllenen tepkiyi yaparsa pekiştirilir. Uyarımsız şartlandırma Skinner´in ünlü kutusunda farelerle yaptığı deneylerle saptanmıştır. Gündelik hayatımızdaki kaslarımızı kullanarak yaptığımız bütün işlevler, uyarımsız şartlandırma yoluyla öğrenilmektedir.
Üçüncü öğrenme türü, diğer organizmalardan ziyade insan organizmasıyla ilgilidir. Bilişsel öğrenme adı verilen bu türde diğerlerinden farklı olarak pekiştirici bulunmaz; ağırlığı bilgi depolama ve bilgi işleme oluşturur. Bir kitaptan, bir sohbetten öğrendiklerimiz bilişsel öğrenmeye girer.
Bunların yanısıra insan öğrenmesiyle ilgili genel olarak şunlar söylenebilir: Bireyin öğrenme yeteneğini etkileyen en önemli etken zekadır. Zeka yüksekliğiyle öğrenme hızı doğru orantılıdır. Yaş, öğrenmeyi etkileyen bir diğer etkendir. Öğrenme ilk yetişkinliğe kadar artar, sonra bir süre aynı kalır, orta ve ileri yaşlarda azalır. Bireyin daha önceki Öğrenmeleri yeni bir öğrenme durumunda tavrının ne olacağının belirlenmesinde önemlidir. Birey öğrenmek için daha önceki Öğrenmelerine benzer durumları tercih eder. Eğer öğrenilecek malzeme toplu olarak Öğrenilemeyecek kadar uzunsa parçalar halinde öğrenilmesi, öğrenmenin verimini arttırır. Öğrenmenin sonucunun nasıl olacağının bilinmesi öğrenmeyi kolaylaştırır. Diğer nesnelerden algı düzeyinde farklılıklar gösteren nesneler, öğrenen bireyde fazla çağrışım uyandıran malzemeler daha kolay öğrenilir. En kolay öğrenilen malzemenin kavram basamakları dizisi şeklinde düzenlenen malzemeler olduğu araştırmalarla gösterilmiştir.
Erol GÖKA – SBA