oz.png 83 185 ÖZ
Öz kelimesi, bir şeyin, bir nesnenin varlığı (mevcudiyeti) veya gücü anlamında kullanılan bir kavramdır. Aynı zamanda, öz, içsel (dahili) zorunlu bir ilişki veya işlevi de dile getirmektedir. Felsefi terminolojide öz bir nesnenin, varlığından (existence) bağımsız olarak var olan doğasını ifade etmektedir. Bu anlamda varoluş karşıtı bir kavram olarak öz, birşeyin ne olduğu, nasıl olduğu; bir şeyi o şey yapan, öyle oluşunu sağlayan şey, bir varlığın yapısını kuran şey olarak tanımlanmaktadır.
Öz kavramı, mantıkta, bir şeyin öğeleri, elemanları veya tarifi, açıklaması anlamında kullanılmakta, bilgi teorisi alanında ise ileri sürülmüş belirsiz, müphem bir hükmü tanımlayan ve belirli kılan akledilebilir bir karakter, bir yeti olarak ele alınmaktadır. Ayrıca bilgi teorisi öz kavramım bir nesnenin tümel olasılığı, olabilirliği şeklinde de tanımlamaktadır.
aristoteles.png 44 156″ align=”left” />İlkçağ Yunan felsefesinde öz kavramı, Aristoteles´in çalışmalarında temel kavramlardan birisi olarak bulunmaktadır. Aristoteles, bu kavramı, “ousia” karşılığında “özgülük” veya “mülk (property)” anlamında kullanan erken dönem Yunan yazarlarından almıştı. O dönem Yunan sitelerinde bu kavram, genel olarak, sahip olunan şey anlamına gelmekteydi. Ousia kavramı, Aristoteles´ten önceki felsefe çalışmalarında Yunanca physis kelimesi ile eşanlamda kullanılıyordu. Physis´in taşıdığı ya bir nesnenin menşe´i, ya da o nesnenin doğal yapısı anlamıyla ele alınmaktaydı. Daha sonraki felsefe çalışmalarında Yunanca iki kelimenin öz kavramı karşılığında kullanıldığı görülmektedir. Altta bulunma, altında yer alma anlamında kullanılan “hypostasis” ve birşeyin altında yer alan şey anlamına gelen “hypokeimenon” kavramları özellikle Platon ve Aristoteles´in felsefe çalışmalarında karşılaşılan terimlerdir. Ancak daha sonraki dönemlerde, özellikle skolastik felsefede, Öz (essence) ile töz (substance) arasında önemli ve derin farklar gösterilerek bu iki kavram arasında belirgin ayrımlar yapılacaktır.
Felsefe tarihinde öz kavramı konusunda en etkili ve meşhur sima Aristoteles´tir. Kimi Aristoteles yorumcularına göre, onun bu konudaki fikirleri oldukça kapalı ve zor anlaşılır bir nitelik taşımaktadır. Hatta muhtemelen birbirini tutmayan, görüşler ileri sürdüğünü söyleyenler de vardır. Ancak, Aristoteles´in öz konusundaki düşüncelerinin karanlık ve gizli kalmalarının önemli bir sebebi, onun, zamanından günümüze kadar gelen yorumcularının farklı görüşlerinin birleştirilerek, uygun ve uyumlu bir sonuca ulaşılmasındaki zorluktan dolayıdır,
Aristoteles, öz kavramını “Kategoriler” isimli eserinde geniş bir şekilde ele alarak, onu, kelimenin en temel, en doğru ve en belirgin ifadesiyle, ne bir konu içinde, ne de bir konu hakkında tasdik edilmiş olan şey olarak tanımlamakta ve örnek olarak da “bu insan”, “bu at” gibi kavramları göstermektedir (Kategoriler, 2A.11). İfadenin oldukça gizli ve zor anlaşılır olmasına rağmen, kelimenin en basit anlatımıyla Aristoteles´e göre öz, somut, bireysel, tek tek varolan şeydir. Ancak Aristoteles´in bu konudaki farklı ve dönemine göre Özgün yaklaşımı, onun özü, birinci ve ikinci öz olmak üzere ikiye ayırmış olmasıdır. İkinci öz (deutera ousia), birinci anlamda alınan özlerin içinde bulundukları türlere denilir. Türlere de bu türlerin cinslerini eklemek gerekir. Öyleyse bu ikinci özler, bir konu hakkında tasdik edilmiş olabilirler. Sözgelimi insan, bir konu hakkında, yani fert olarak insan hakkında tasdik edilmiştir. (Kategoriler, 2A. 21-22) Daha açık bir ifade ile söylenecek olursa, Aristoteles´in birinci öz kavramı, tek tek varolanların özlerini ifade etmektedir, ikinci öz ise bu tek tek varolanların Özleri ile ilişkili olan tüm kavramları dile getirmektedir. Aristoteles´in Platon´a karşı ileri sürdüğü bu öz anlayışı, Ortaçağ´ın tümeller tartışmasına da önemli bir zemin hazırlamıştır.
Aristoteles´in öz ile ilgili görüşleri Metafizik isimli eserinde de geniş bir biçimde ele alınmıştır. Metafizikte Aristoteles, öz kavramını iki anlamda ele alır. Birincisi, özün bir yandan en son dayanak, başka hiçbir şeyin yüklemi haline getirilemeyen olarak tanımlanması, diğeri de özü bakımından ele alınan birey olarak, (maddeden) ayrılabilen şey, yani her varlığın şekli veya formu biçimindeki tariftir.
îlkçağ´da Leukippos ve Demokritos taraflarından kurulan ve Epikuros tarafından geliştirilen antik atomcu öğreti, özellikle Latin şair Lucretius´un De Rerum Natura isimli eserinde, öz konusunda bazı görüşler ileri sürmüştür. Ancak, bu konuda atomculuğun geniş bir tartışma alanı açtığı sanılmamalıdır. Fakat, Aristoteles´in ortaya attığı soru açısından bir cevap olması dolayısıyla bu öğretiden oldukça bilgi toplamak da mümkün görünmektedir.
aristoteles-platon.jpg 63 121 Ortaçağ skolastik öğretilerde öz kavramı konusundaki görüşler özellikle Aristoteles ve Platon arasındaki görüş ayrılıklarının devamı şeklinde görülmekte ise de bu dönemin öz (essence) ile varlık (existence) arasındaki ayrımı oldukça önemli ve oldukça ileri bir görüştür. Nitekim bu aynm, çağımız varoluşçu felsefe sistemlerinde de mevcuttur. Ortaçağ´daki öz tasarımı, nesnenin varlığından bağımsız bir şekilde varolan o nesnenin doğası anlamındadır. Aynı zamanda varolmayan şeylerin de birer özleri vardır.
17. yüzyılda felsefenin yeni bir kimlik kazanması ve kimi düşünürlerce bir yenilenme geçirmesi ile öz kavramı da temel felsefi problemlerden birisi olma Özelliğini kazanmıştır. Gerçekte, felsefe tarihinde, Öz üzerinde düşünmemiş ve kendince bir fikir ileri sürmemiş bir filozofa rastlamak mümkün değildir. Bu dönemin önemli ismi Descartes, Aristoteles´e benzer bir (arzda, özü birden çok türlere ayırmıştır. O, “aklın doğal ışığı” ile bakıldığı takdirde, mantıkî bir demlendirmeyle özün üç tür olduğunun görüleceğini söyler. Bunlar, bedenler (madde), zihinler (ruh) ve Tanrı´dır. Descartes, bu türleşmeye de Öz konusunda ancak yer kaplayan (res extense) ve yer kaplamayan veya düşünen (rescogitans) özler aynmı ile gidilebileceğini belirtmektedir.
spinoza.jpg 66 212 Descartes ardılı filozoflardan Spinoza, Descartes´in öz konusundaki görüşlerini farklı bir tarzda ele alarak Elhica isimli eserinde dile getirmiştir. Spinoza, eğer bizim anladığımız anlamda öz, kendinde birşey ve kendinde düşünülebilir özelliğe sahip ise onun ancak bir tane olabileceğini göstermek zor değildir, demektedir. Bu bir olan ise, Spinoza´da, tüm bir evren veya Tanrı´dır. Spinoza´nın felsefi terminolojisinde Öz, evren ve Tann kavramları eşanlamlı kelimelerdir. Hume´un alaycı ifadesiyle bu “iğrenç varsayım”, Spinoza´nın panteist ve hatta ateist bir kimlik kazanmasına sebep olmuştur. Spinoza, monist bir öz anlayışının kendi felsefi sistemi içinde yaratacağı güçlükleri önlemek amacıyla, Descartes´a benzer biçimde, natura naturata (yaratılmış doğa) ve natura naturans (yaratıcı doğa) ayrımını zorunlu görmüştür. Yaratıcı doğa ile Spinoza Tanrı´yı kastetmekte ve böylece Tanrı´ya en sonunda bir farklı özellik atfetme yoluna gitmektedir.
Bir diğer önemli rasyonalist filozof olan Leibniz´de öz kavramı, sisteminin temelini teşkil etmektedir. Leibniz, Aristoteles´in “değişmenin merkezi olarak öz” ve “mantıksal öz” kavramlarına basitlik özelliğini de ekler. Leibniz´in metafizik sisteminde özler, basit öğeler olup monad ismiyle adlandırılırlar. Monad, hiçbir şey fakat, basit bir öz, şeklinde tanımlanır. Buradaki basitlik özelliği ile belirtilmek istenen anlam ise parçasız, parçalanamaz olmaktır. Bu anlamda monad, ilkçağ atomcularının atom kavramı ile yakın ve hatta aynı gibi görünüyor olsa da, Leibniz monadların, maddi olmayan özler olduklarını söylemektedir. B. Russell, Leibniz´in Felsefesi isimli eserinde, bu anlamdaki bir özü, anlamdan tamamen yoksun, bir hüküm vermekten de uzak olarak nitelendirmektedir.
kant.jpg 10 129″ align=”left” />18. yüzyılda Immanuel Kant´ın Saf Aklın Eleştirisi (1781) isimli eseri ile öz kavramı yeni bir değişime ve adeta bir evrime tabi tutulmuştur. Kant´a göre öz, insan düşüncesinden bağımsız bir biçimde objektif dünyanın bir özelliği olarak görülemez. Tam tersine, özlerin birliği ve devamı, nesnel dünyaya insan zihni tarafından yüklenmiş özelliklerdir. Bu görüş, öz kavramı konusundaki görüşlerin çok radikal bir değişimini temsil etmektedir. Böylece öz kavramı, nesnel (fenomenal) dünyanın temel bir özelliği olmaktan çıkıp insan zihninin, insan tecrübesini açıklamada kullandığı ve dış dünyaya yüklediği bir kavrama indirgenmiştir.
Kant´tan sonra kimi filozoflar, özellikle bilim felsefecileri, Kant´ın bu anlayışına karşı çıkarak onun bu görüşlerinin ve dış dünya tasarımının Newton fiziğine, Euclides geometrisine ve Aristoteles mantığına dayandığını söylemektedirler. Bilimlerdeki yeni gelişmeler ile öz problemine bir çözüm getirildiği iddiaları mevcut olsa bile, bilim felsefesi alanındaki yeni problemler ile sorun daha kompleks bir duruma sürüklenmektedir. Değişik anlayış ve bakış tarzlarınca cevaplandırılmaya çalışılsa da, öz sorunu felsefenin aslî ve temel bir problemi olmaya devam edeceğe benzemektedir.
Ali DÖLEK – SBA
Öz İng. essence
1. Varlığın aslını kuran şey; temel özellik. Karşıtı bk. ilinek. 2. Bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğu olgusu; bir şeyi o şey yapan, öyle oluşunu sağlayan şey; bir varlığın yapısını kuran şey. Karşıtı bk. varoluş. 3. Kalıcı, değişmez olan, gelip geçici olmayan, her zaman var olmakta olan varlık. Karşıtı: Değişen, değişmekte olan varlıklar. 4. Bir şeyin bireysel ve gerçek olan kendine özgü biçimi; kendine özgü belirtisi. 5. Fizikötesinin konusu olarak: Kendinde varlık. Karşıtı bk. görüngü. 6. İç, çekirdek. Karşıtı: dış, kabuk.
BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü 1975