Özgürlük (Hürriyet) Nedir? Tanımı (İslam Felsefesi)

ozgurluk-icin.gif 13 185 HÜRRİYET (ÖZGÜRLÜK)

Hür olanın niteliği. Hür, kölenin karşıt anlamlısıdır. Bununla birlikte hürriyet, köleliğin karşıtı anlamından çok daha geniş ve neredeyse tanımlanamaz bir kavramdır. Tutuklu olmayan bir varlığın durumu, zorlamanın yokluğu, bir eylemi yapma ya da yapmama gücü gibi tanımlar, kapsamlılık ve kuşatıcılıktan çok uzak tanımlama girişimleridir. Hürriyet, zaman zaman, ihtiyar, ihtiyarîlik, serbestlik, güç, muhtar irade, Şer’î ruhsat, istiklâl, serazatlık gibi kelimelerle ifade edilir ya da bu kelimelerin yerine kullanılır. Belli bir alanla ilgili hürriyet anlatılmak istenildiğinde de özel olarak belirtme gereği duyulur. Sözgelimi insanın seçme özgürlüğü manevî hürriyet, fiziki hürriyet, maddî ya da cismânî hürriyet, vatandaşlık alanındaki hürriyet, medenî hürriyet, siyâset alanındaki hürriyet, siyâsî hürriyet biçiminde ayrıca belirlenerek ifade edilir. Bu durum, bir bütün olarak tanımlanamayan hürriyet kavramının bir takım sınıflamalar içinde tanımlanması ihtiyacından doğmuştur.

Hürriyet kavramının tanımlanabilmesi için tarih boyunca çeşitli sınıflamalara gidilmiştir. Felsefi planda yapılan temel sınıflama, hürriyetin seçme ve eylem hürriyetleri biçimindeki sınıflanmasıdır. Eylem hürriyetinin toplumsal hayat içindeki tezâhürlerini tanımlayabilmek için de ayrı bir sınıflama yapılmıştır. Toplumsal plandaki hürriyetler önce kamu hürriyetleri ve ferdi hürriyetler olarak ikiye ayrılmıştır. Kamu hürriyetleri, kişinin kamu fonksiyonlarına katılma hakkı ile siyâsi haklardan doğan hürriyetleridir. Ferdi hürriyetler de kendi içinde maddî hürriyetler ve manevi hürriyetler olarak ikiye ayrılmıştır. Maddi hürriyetleri, fizikî hürriyet, barınma hürriyeti, mülk edinme hürriyeti, çalışma hürriyeti, üretim hürriyeti, tüketim hürriyeti gibi hürriyetlerden oluşur. Manevî hürriyetler de din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, basın ve söz hürriyeti, öğrenim hürriyeti, toplanma ve örgütlenme gibi hürriyetleri içine alır. İslâm kültüründe seçme ve eylem hürriyeti, kamu hürriyetleri ile ferdi hürriyetler gereğince ele alınmış ve belirlenmiştir.

ozgurlukmu.jpg 59 217 İnsanın seçme ve eylem hürriyetinin mâhiyeti, sınırları üzerindeki tartışmalar düşünce tarihi içinde önemli bir yer tutar. Seçme ve eylem hürriyetinin mâhiyet ve sınırlarının belirlenmesi, “insan seçerken bütünüyle kayıtsız mıdır, yoksa birtakım neden ve etkenlerle bağlı mıdır? Eğer seçimde kimi neden ve etkenler etkili oluyorsa, bir seçme hürriyetinden söz edilebilir mi? Seçimi doğrultusunda amacına ulaşmak için eyleme geçen kişi tam anlamıyla hür müdür, yoksa kimi kısıtlayıcı, sınırlayıcı engeller var mıdır?” gibi sayısız sorunun araştırılmasını gerektirir. Bütün bu araştırmalar insanın ne seçme, ne de eylem hürriyetinin sınırsız olmadığı gerçeğini ortaya koymuştur. İnsan seçerken tam belirleyici olmasa da kimi nedenlere bağımlıdır. Eylem aşamasında da kişi kendinden, fiziki çevreden, toplumdan, toplumun dinî ve ahlâkî inanç ve kabullerinden’ gelen birçok engelle karşılaşır. Bu nedenle hiçbir alanda sınırsız bir insan hürriyetinden sözedilemez. Buna karşılık bağımlı, sınırlı olsa da insanın seçme ve eylem hürriyetine sahip bir varlık olduğu da inkâr edilemez.

İslâm kelâmcıları, seçme ve eylem hürriyetinin mahiyet ve sınırlarının araştırılmasını felsefeye bırakarak onların ulaştığı sonuçlardan hareket etmişlerdir. Bu nedenle kabul edilen biçimiyle insan hürriyetlerinin Allah’ın sonsuz hürriyeti, gücü ve takdiri karşısındaki yerini belirlemeye çalışmışlardır. Bu çaba ister istemez hürriyet kavramının irade, yaratma, kader, sorumluluk gibi konularla bağlantılı olarak ele alınması, incelenmesi gereğini doğurmuştur .

İslâm kelâmcıları insanın seçme ve eylem hürriyeti konusunda belli başlı dört görüş çevresinde kümelenmişlerdir. İlk görüş, Cehm b. Safvân (ö. 745) tarafından kurulan Cebriyye ekolü ve bu ekole bağlı kelâmcılarca savunulur. Buna göre insan hür bir varlık değildir. İnsan için ne seçme, ne de eylem hürriyetinden söz edilebilir. Her varlık gibi insan da Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır; hayatını O’nun kendisi için belirlediği kadere göre sürdürür. Cebriyye ekolü bu görüşüyle insanı cansız bir cisim durumuna indirgemiş, insanın sorumluluğunun açıklanması imkânını da ortadan kaldırmıştır.

mutezile-ozgurluk.png 68 169 İkinci görüşü, Vasıl b. Ata (ö. 748) tarafından kurulan Mu’tezile ekolü temsil eder. Bu ekole mensup kelâmcıların savunduğu görüş Cebriyye ekolünün görüşünün tam karşısında yer alır. Bu ekole göre insan irade sahibi hür bir varlıktır. Hür iradesiyle seçer, Allah’ın kendisine verdiği yapabilme gücü (istitaat) ile eylemini yapar. İnsanın seçimini Allah belirlemediği gibi eylemini de O yaratmaz. İnsan kendi eyleminin yapıcısı, yaratıcısıdır. İnsanın sorumluluğu da buradan gelmektedir. Allah insana bazı şeyleri yapmasını, bazı şeyleri de yapmamasını buyurmuştur. İnsan hür iradesiyle bu buyruklara uyar ya da uymaz. Uyması durumunda mükâfatını, uymaması hâlinde de cezasını görür. Dolayısıyla mükâfat da, ceza da insanın sorumluluğunun, seçme ve eylem özgürlüğünün bir sonucudur.

Üçüncü görüş, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş’arî (ö. 936) tarafından kurulan Eş’ariyye ekolü tarafından savunulur. Eş’arî kelâmcılar, Cebriyye mensuplarının insanın sorumluluğunu açıklama imkanını kaldıran Cebr görüşüyle insanı yaratıcı konumuna çıkaran mu’tezile’nin mutlak hürriyet anlayışı uzlaştırmaya, her iki görüşün de sakıncalarını gidermeye çalışmışlardır. Buna göre, insanda bir irade gücü, seçme gücü vardır. Fakat bu gücün yaptığı işler üzerinde bir etkisi yoktur. İşleri belirleyen ve yaratan Allah’tır. Öyleyse insan niçin sorumludur? Eş’arî kelâmcılar bunu kesb (kazanma) kuramı ile açıklamaya çalışırlar. Kesb, insanın belirlenmiş olan işe yönelmesidir. Bu yöneliş insana o işle ilgili bir sorumluluk yükler. Biçimsel bir farklılıktan başka, Eş’arî görüşün Cebrî görüşten bir farkının bulunduğu söylenemez. Bu nedenle Mezhepler tarihçileri bu görüşü cebr-i mutavassıt (orta cebr) olarak nitelendirmişlerdir .

Dördüncü görüşü de Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö. 944) tarafından kurulan Mâtürîdiyye ekolü üyeleri temsil eder. Mâtüridi kelâmcılara göre insan tam bir irade hürriyetine sahiptir. Fakat eyleminin yaratıcısı Allah’tır. Yapacağı iş ve eylemler Allah tarafından belirlenmiş değildir; insan yapacağı eylemi kendisi seçer. Buna karşılık eyleminin yaratıcısı değildir. Mâtürîdiyye ekolü de Allah’ın yaratıcılığı ile insanın sorumluluğunu uzlaştırmak için kesb kuramına başvurur. Ancak kesb anlayışları Eş’arîlerden farklıdır. Mâtürîdîlerce kesb, yapılmasına kesin biçimde karar verilmiş kasıttır. Kesin bir kararlılıkla eyleme yönelince Allah, bu eylemi yaratır. Ancak burada da Eş’arî görüşten önemli bir fark görülür. İnsan, Eş’arîlerin söylediği gibi belirlenmiş olan eylemi seçmez; tersine, Allah insanın hür iradesiyle seçtiği eylemi bu iradeye bağlı olarak yaratır. Sorumluluk da eylemin olmasının, yaratılmasının bir sonucu değil, insanın seçmesinin ve eylemi için gücünü kullanmasının bir sonucudur. Mâtürîdiyye ekolünün görüşü, Cebriyye ve Eş’ariyye ekollerinden daha çok Mu’tezile ekolünün görüşüne yakındır.

İslâm hukuku, insanın toplumsal hayata ilişkin bütün hürriyetlerini tanımış ve garanti altına almıştır. İnsanın temel hakları olarak değerlendirilen bu hürriyetler siyasî haklar ve genel haklar olmak üzere iki başlık altında toplanır. Genel haklar da eşitlik ve hürriyetler başlıkları altında incelenir. Bu haklarla, bu haklardan doğan hürriyetler insanın tüm kamusal hürriyetleri ile ferdî hürriyetlerini içine alır.

Siyâsî haklar, ferdin siyâsî bir toplumun üyesi olması bakımından doğal olarak kazandığı haklardır. Kişi bu haklarıyla tüm kamu fonksiyonlarına katılma hak ve hürriyetine sahip olur. Siyasî hakların başlıcaları seçme hakkı, danışma hakkı, denetleme hakkı, görevden alma hakkı, seçilme ve adaylığını koyma hakkı ve kamu görevleri alma hakkıdır.

Genel haklar, insanın toplumun bir üyesi olması bakımından sahip olduğu vazgeçilmez haklarıdır. Bu hakların birinci bölümünü eşitlik oluşturur. İslâm’a göre bütün insanlar, insan olmaları bakımından eşittir. Eşitlik, kanun önünde, yargı önünde ve fırsatlar önünde eşitliği biçiminde tezahür eder.

Genel hakların ikinci bölümünü hürriyetler oluşturur. İnsanın maddî ve manevî hürriyetlerini içine alan hürriyetler İslâm hukukunda şahsî hürriyetler, inanç ve ibâdet hürriyeti, barınma hürriyeti, çalışma hürriyeti, mülk edinme hürriyeti, düşünce ve söz hürriyeti, öğrenme hak ve hürriyeti, toplumsal sigortadan yararlanma hak ve hürriyeti başlıkları altında incelenir. Buna göre insan, başkalarının hak ve hürriyetlerine zarar vermeme şartı ile serbest hareket imkânına sahiptir. Kanunsuz olarak tutuklanamaz, cezalandırılamaz, hapsedilemez, işkenceye uğratılamaz. Aleyhinde kesin deliller bulunmadıkça kimse suçlu sayılamaz. Seyahat hürriyeti kısıtlanamaz. Hiç kimse dinini değiştirmeye, belli bir dinin kurallarına göre ibadet etmeye zorlanamaz. Evlerin mahremiyet ve dokunulmazlığını zedeleyecek girişimlerde bulunulamaz. Herkes istediği işi yapar, hayatını istediği gibi kazanır İstediği zaman da işini değiştirme hürriyetine sahiptir. Kimsenin mülk edinmesi engellenemez. Düşüncelerini açıklama ve yayma hürriyetine müdahale edilemez. Öğrenme ve sanat edinme hakkı ortadan kaldırılamaz. Her insan gerektiğinde devlete başvurarak yardım taleb etme ve genel sigortadan yararlanma hakkına sahiptir. Bu hak, hiçbir şekilde ortadan kaldırılamaz.

Ahmet ÖZALP – Şamil İslam Ansiklopedisi

ÖZGÜRLÜK

İrade ile özgürlük kavramları arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Genelde, irade­nin, özgürlüğün bulunduğu bir alanda dışlaştırılabileceğini söylemek de yanlış değildir. Buradan hareketle Özgürlükle zorunluluk arasında karşılıklı bir ilişki olduğu da söylenir. Zorunluluğun olduğu yerde özgürlük yoktur; veya tersine, özgürlük varsa zorunluluk yoktur.

Kuşkusuz, bu tespitler, konu uç noktalarından ele alındığında ortaya çıkar. Özgür­lük, irade ve zorunluluk kavramları Baü düşüncesinde ilk çağlardan beri tartışılan ve ifratla tefrit arasında bir o yana, bir bu yana giden sarkaç halinde değerlendirilen konular arasındadır.

Özgürlük konusu aynı zamanda insanın “değerinin” tartışıldığı ve belirlendiği bir kapsam içinde ele alınmaktadır. İradeye ve zorunluğa yaklaşım tarzımıza göre, insanı tanrı veya köle yerine koymamız olasıdır. Varlığın bir irade ürünü olduğunu savunan öğretilere (iradecilik: volantarizm) göre insan var olmak istediği için var olmuştur. (Schopenhauen Varım, çünkü var olmak istedim). İradeciliğin zıddı olan mekanizmde ise insan, mutlak bir zorunlulukla hareket eder, davranışları doğanın yasalarıyla belirlenir ve onun dışına çıkamaz; insanın özgürlüğü yoktur, zorunlulukların kölesidir. Diyalektik materyalizm ise bu iki görüşü bir bakıma uzlaştırmaya çalışayarak insanın ne köle, ne tanrı olduğunu, fakat doğanın zorunluluklarına bilinçli olarak katılan ve o zorunluluğu bilinciyle etkileyen gerçek anlamda bir insan olduğunu ileri sürer.

Bu görüşler konuya bütünüyle materyalistik bir açıdan yaklaşmaktadırlar. Bu konuyla dini bütün Hıristiyan düşünürler de ilgilenmişler, açıklamalarında “irade-i cüz´iyye” kavramına da yer vermişlerse de, konunun temelinde yer alan sorulara doyurucu bir açıklık sağlayamamışlardır.

islam-ozgurluk.jpg 58 414 İslam, öteki sorunlarda olduğu gibi, bu konuyu da ayrı bir düzlemde ele almaktadır. Bir takım kavramları hareket noktası olarak kabul edip insanın değerini mi belirleyeceğiz, yoksa insan için belirlenmiş bir değere göre kavramlarımızın mahiyetini mi belirleyeceğiz îslamda, insan sadece “kul” olarak değerlidir. Ancak buradaki kulluğu Batı fikriyatında kullanıldığı biçimiyle, siyasal anlamda kölelik diye almamalı. İnsan, Allah´ın kulu olduğu hususunda bir bilinç taşıyorsa, Allah´tan başka her şeyden özgürdür. Böyle bakınca, insan özgürlükten de özgürdür (müstağnidir.) Yani özgürlük diye bir kavrama boyun eğerek yerini ve değerini ölçüp biçmeye kalkışmaz.

Fakat özgürlüğün anlamını, değerini, yerini belirler. Özgürlüğe köle olmaz. Belki özgürlüğü kendine köle kılar. Kulluk bilincini bütün boyutlarıyla kavramış olan insanın aynı zamanda Allah´ın vekili veya halifesi kabul edildiği düşünülürse, onun iradesinin Allah´ın İradesinden bağımsız olmadığı da anlaşılabilir. Başka bir deyişle, böyle bir kul, esasen Allah´ın iradesine aykın düşebilecek bir irade izharında bulunmanın kendi özgürlüğü ile çelişkiye düşmek olacağını farkeder. Böylelikle Allah´ın iradesi ile kulun iradesi en yüksek düzeyde her zaman uzlaşma (tetabuk) halinde bulunur. Başka bir söyleyişle irade ile zorunluluk bütünleşmiş, özdeşleşmiş olur.

Olaya bu açıdan yaklaşıldığında, Allah´ın önceden koyduğu buyruklara boyun eğmenin insanın özgürlüğüne ket vuracağı hususundaki görüşün yapma bir sorun olarak ortaya ıkacağı da anlaşılabilir.

Ünlü mutasavvıf Beyazid el-Bestami´nin: “irade etmemeyi dilerim” sözü, Öylesine bir özgürlük kavramını dile getiriyor ki, irade etmeme özgürlüğünü kullanarak kendi iradesi ile Allah´ın iradesini özdeşleştiriyor. Özgürlüğe bunun ötesinde bir sınırsızlık biçmek kuramsal olarak da mümkün değildir. Fakat dikkat etmeli ki, özgürlüğe tanınan bu sınırsızlık, özgürlüğün hatırı için değildir, Allah´ın hükümlerine inkiyad etme halinin tezahürüdür.

Öyleyse kimdir özgür insan İlk bakışta, dilediğini, dilediği biçimde gerçekleştirebilen kişiyi özgürdür diye düşünmek mümkündür. Değil mi ki, o kişi, bir işi yapmayı diliyor, yapmayı dilediği bu işi de yapıyor, onu kimse o işi yapmaktan alıkoymuyor, öyleyse o kişi özgürdür, diyoruz.

Gerçekte, o kişinin, sahiden özgürlüğünü elinde tutup tutmadığını kestirebilmemiz için, onun neyi dilediğini, dileğinin neyi gerçekleştirmeye yöneldiğini anlamamız gerek.

Daha ileri giderek, bir takım dilekleri olan kişinin, gerçekte özgür olup olmadığı sorulabilir.

Böylece dilek (dileme) kavramıyla özgürlüğün bağdaşıp bağdaşmadığı ve özgürlük denen şeyin kendi başına bir amaç taşıyıp taşımadığı sorusu ortaya çıkar: İnsan, niçin bir şeyi diler Dilediği şeyle (dileğin objesi) ile o kişi arasında ilişki nedir O kişi, niçin o şeyi dilemektedir Bu sorunun ceva­bı basittir: Bir kimse, bir şeyin gerçekleşmesini (olmasını) veya bir şeye sahip kılınmasını istiyorsa, o şeye ihtiyaç duyuyor demektir. Yani, dileyen kişi, halen yoksun bulunduğu o şeylere sahip olmadıkça, onların eksikliğini duyumsuyor ve o ihtiyaçlara mahkumiyetini belirtiyor, diye düşünmeye zorlanıyoruz.

Ayrıca, burada sözü edilen dileğin muhtevasmdaki nefsaniliğe dikkat etmek gerek: Nefsaniliğe bulaşmış her dilek ona bulaşmışlığı ölçüsünde, sahibi üstünde bir hükümranlık sahibidir.

Bu yüzden denebilir ki, özgürlük insan zihninin yaman aldatmacalarından biridir. Özgür olmak isteyen insan, özgürlüğün hakikatini kavramadıkça, neye karşı özgür olmak istiyorsa, aslında ona köle olmaktan başka bir şey yapmıyor, denebilir.

Özgürlüğün hakikatine biraz daha yaklaşılırsa, o, yalnız ve ancak Allah´a teslim olmak diye değerlendirilebilir. Özgürlük, kendi anlamını sadece bu teslim oluşta bulacaktır. Allah´a teslim olmanın sımnı elinde tulan, başka hiç bir şeye teslim olmaz, O´na karşı özgürlük ilanına kalkışansa, her şeye karşı köleliğini açıklamış olur.

İnsanın, her şeye karşı özgürlüğünü ilan ve elde ettiğini düşünsek bile, bu kez, özgürlüğüne karşı özgürlük ilan edebilme gücünü gösterebilir mi örneğin ölüme karşı özgürlüğünü ilan etmeye girişen kimse, özgürlüğünü kanıtlamak için, kendini Öldürmekten başka ne yapabilir O, aslında böyle yapmakla Ölümünü bile çabuklaştırabilmiş değildir, sadece vehminin kurbanı olmuştur, demek mümkündür.

Allah´a karşı, insan, nefsinin özgürlüğünü neyle, nasıl kanıtlayabilir Bu noktada, insan natıkasının varacağı en çılgın doruk ancak kendisini öldürmek olabilir. Fakat kendisini öldüren kimse, de neyi isbat etmiştir Allah´a karşı özgürlüğünü mü, yani Allah´ın bilinen ve bilinmeyen, söylenen ve gizlenen her şeye sari ve şamil olan irade­sinden azade olarak bir fiil işlediğini mi isbat ettiğini sanmakla Yoksa çılgınlık nöbetindeki dimağın icadı olan vehimlerine nefsini kurban ettiğini mi isbatlamış olmakta

Burada, nefsin aczi o kadar bellidir ki, nefs, özgürlüğünü isbat sadedinde ölümden başka bir yol bulamamaktadır. Üstelik ölme veya kendini öldürme fiili, o farkına varmasa da, ancak Allah´ın dilemesiyle vuku bulmuştur. Çünkü Allah´ın izni olmadıkça hiç kimseye ölmek yoktur (Ali îmran: 145).

Ölüme karşı özgürlüğünü kanıtlamak isteyen insan, ölüme baş eğmiş oluyor. Yoksa Ölüme karşı özgürlüğünü kanıtlamış olmuyor.

İnsan, farkında olsa da, olmasa da, gerçekte sadece Allah´a karşı kulluğu aramaktadır. Allah´a karşı Özgürlüğünü ilan etmeye kalkışanı, Allah her şeye kul haline getiriyor. O´na kul olmanın sırrını kavrayabilense, başka her şeye karşı özgür ve müstağni kılınıyor.

Öyleyse İslam yönünden özgürlüğe nasıl bir anlam yüklenebilir

Bu açıdan özgürlük Allah ve Resulünden başka her şeye müstağni kalmaktan başka bir anlam taşımaz.

Kelime-i şehadet: Allah ve Resulünden (îslam)dan gayrısına istiğnadır.
namaz.kulluk.jpg 06 161
Namaz: Bütün putlara istiğna.

Oruç: Nefsin kendinden istiğnası.

Zekat: Kişinin malından ve malın maldan istiğnası.

Hac: Kabe dışında, bütün mekana istiğna.

İslam´da özgürlük, bir istiğna disiplini­dir, diye düşünmek mümkündür.

Rasim ÖZDENÖREN – SBA

Daha yeni Daha eski