Fransa’da Klasisizm’e ve genel olarak XVIII. y.y. edebiyatına karşı meydana gelmiş ve diğer milletlerin edebiyatlarına da yayılmış bir edebî akım.
18. yy.’in özellikle ilk yarısında Klasisizm’den gelme akılcı ve ahlâkı ön plânda tutan, kuru, eleştirici, hissîliği kontrol altına alan edebî anlayış, zamanla edebiyatta duygulara, muhayyileye ve insanî ihtiraslara yönelen bir ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Romantizm bu ihtiyacın doğurduğu bir harekettir.
Akımın fikrî zemîni XVIII. y.y.in ikinci yansında hazırlanır. Edebiyat tarihçileri bu dönemi “pre-romantisme” (Romantizm öncesi dönem) diye adlandırırlar. Bu dönemde Fransa’da Marivaux, Mme de La Fayette, Abbe Prevost, Mme de Tencin gibi yazarlar duygusal komedi (comddie sentimentale) ve duygusal roman (roman sentimentale) denilen türlerde aşk, ihtiras ve bunların doğurduğu duygu dalgalanmalarını konu edinen eserler vermeye başlarlar. Fakat 1750’lerden sonra bu akımın en büyük öncüsü ve hazırlayıcısı diyebileceğimiz şahsiyet “Julie ou La Nouvelle Heloise” ve “Confessions” adlı romanlanyla Jean Jacques Rousseau‘dur. Onu “Paul et Virgirâe” adlı romanıyla Bernardin de Saint-Pierre ile Chateaubriand ve Madame de Stael takib eder. Özellikle son ikisi Romantizm’i bir akım halinde hazırlayıcı ve yayıcı bir rol üstlenmişlerdir.
Mme de Stael, Edebiyata Dair (De la Literatüre, 1802) ve Chateaubriand “Le Genie du Christianisme” başlıklı eserlerinde, sonraları Romantizm’in ana karakterlerini veren bir takım görüşler ileri sürerler.
Aynı dönemde ingiltere’de Lord Byron, Shelley, Walter Scott, Keats; Almanya’da Tieck, Schlegel kardeşler, Schelling, Heine, Schiller, Fichte gibi yazarlar, Klasik edebiyat anlayışından uzak, duygulara, hayâl gücüne, melankoliye yönelen eserleriyle Romantik hareketin kendi ülkelerinde öncüleri ve Fransa’da da bir akım haline gelmesinin etkileyicileri olmuşlardır. Bilhassa daha eskilerden İngiliz Richardson, Young ve meşhur “Werther” adlı eseriyle Goethe, Fransız Romantizm’ini beslemiş edebiyatçılardır.
Mme de Stael, 1810’da yazdığı Almanya’ya Dair (De l’Allemagne) adlı eserinde Almanya’daki bu tarz edebiyatı Fransa’ya tanıtır.
1789 Fransız İhtilâli’nin getirdiği serbest düşünme, kişiyi sınırlayıcı kayıtlardan uzaklaşma fikirleri ile ihtilâlin toplumda doğurduğu çalkantı ve boşluğun da akımın doğmasında etkileri olmuştur.
Romantizm’in bir akım hâlini alışı 1820’lere kadar sürer.
Lamartine, 1820’de Meditations Poetiques adlı şiir kitabını yayımlar. Kitaptaki Dua, Göl, Yalnızlık, Umutsuzluk, Sonbahar, Akşam, Vadi, Hatıra v.s. başlıklı şiirlerdeki melankoli, tabiat, din, aşk, mistik düşünceler gibi temaslar Klasisizm’in tamamen dışında ve Romantizm’in ana özelliklerini oluşturan konulardır. Lamartine, bu kitabıyla, kendisinden önceki edebiyatçılarda da görülmeye başlanan bu konulan Fransız edebiyatına köklü bir şekilde yayar ve adeta Romatik devri açar.
1820 sonrasında Klasik edebiyat taraftarlarının hâlâ sürmekte olan tepki ve baskılarına karşı Victor Hugo adetâ Romantik ekolün başı olmuştur. Onun 1827’de yayımladığı Cromwell adlı tiyatro eserinin başına yazdığı Önsöz Romantik akımın esaslarının Üzerine oturduğu estetiği en vazıh bir şekilde ifâde eden bir manifesto mahiyetindedir. Hugo, 183O’da meşhur Hernani adlı dramı yazmış ve bu eseri aynı yıl Comedie-Française tiyatrosunda temsil edilmiştir. Oyun, Klasik edebiyatçıların büyük muhalefetine ve tahkirine rağmen basan kazanmış, bir bakıma Romantizm’in Klasisizm’e karşı kesin zaferinin sembolü olmuştur.
Yukanda adları geçenlerden başka Alfred de Vigny, Alfred de Musset, Theophile Gautier, Alexander Dumas Pere, Saint-Beuve, George Sand, Stendhal, Merimee, Jules Michelet, Thierry, Eugdnie Sue Romantik akımın Fransa’da önde gelen sanatçılarındandırlar.
Akımın edebiyat anlayışı ve estetik ilkeleri şunlardır
Akımın edebiyat anlayışı ve estetik ilkeleri şunlardır
a) Romantizm’in temelinde, Hugo’nun ifadesiyle “sanatla hürlük” ilkesi vardır. Bu yüzden de Klasİsizm’e, onun kurallanna ve “edebî türlerin ayınım” na karşı oluş esastır. Belli türlerle belirli konulann işlenmesi yanlıştır. Toplum ve insan hayatıyla ilgili herşey edebî eserin konusu olabilir.
b) Yazar, eserinde kendisini gizlemez gerektiğinde eserindeki olaylar karşısında duyduklan, düşündükleriyle kendisi de vardır. Klasisizm’deki gibi duygu ve hayalleri kontrol altında tutan akılcı tutum yerine, şahsî duygu ve heyecanlann serbestçe ifâdesi önplandadır.
c) Hissîlik, lirizm, aşk, ferdin yüceltilmesi, tutku ve heyecanlar Romantik eserlerin ana konularmdandırlar. Sanatkâr kendi duygularını ifâde ederken onlara genellik, evrensellik de kazandırabilmelidir. Konulan kendisiyle sınırlı kalmayıp, bütün insanlığı ilgilendirebilmeli, yazar duygu ve heyecanlarını onlara da taşıyabilmelidir. “Size kendimden söz ederken, sizden söz ediyorum” diyen Victor Hugo, Romantik ekolun bu yönünü vurgular.
d) Tabiata gidiş, tabiatın sanat eserinde renkli ve canlı bir şekilde tesviri Romantikler’de önemli yer tutar. Romantik tabiat, Klasik edebiyaün, kişinin iç dünyasını ifâde etmek demek olan tabiattan farklıdır. Onlarca, tabiat bitmeyen, zengin bir ilham kaynağı ve gerektiğinde sığınılacak bir melce’dir. Hugo, Cromwell önsözünde “Tabiatta var olan herşey sanatta da olmalıdır. Tabiat, şairin tek modelidir.” der. Tabiata gidiş Romantik sanatçılarda adetâ yeni bir din anlayışına dönüşür ve onlar için tabîat “tanrının ülkesi” olur.
e) Romantik yazarlar hem yabancı ülkelerin edebiyatlarından ve bu ülkelerin kendilerinde uyandırdığı egzotizm duygusundan faydalanmışlar, hem de millî kaynaklara önem vermişlerdir. Bu yüzden millî tarihe dönüş, tarihten alınan olaylar ve kahramanlarla mâzînin yüceltilişi, edebî eserlerde çokça işlenmiştir.
f) Tarih, Romantik ekolde yeniden ele alınmış, kuru bir bilgi ve belge yığını olmaktan çıkarılarak “yaşanılan bir duygu” hâlini almıştır. Olaylardan çok, düşüncelere bağlı kalmak ve olayların bir felsefesini yapmanın gerektiği tartışılmış, bu yolda eserler verilmiştir. Augustin Thierry (1795-1856), Guizot (1787-1874) ve Jules Michelet (1798-1874) Romantik ekolün en önemli tarih yazarlanndandırlar.
g) Romantizm’e göre, edebiyatın sosyal bir görevi de vardır. Romantik yazar bir misyon adamıdır, kendisini topluma, insanlığa adamış kişidir. Özellikle 1830’lardan sonra kendisini kuvvetle hissettiren bu görüşte, Temmuz 1830’da Parisliler’in Kral X. Charles’a karşı başlattıkları ayaklanmanın ve toplumdaki siyâsî ve sosyal çalkantıların büyük tesiri olmuştur. Bu konuda Alfred de Vigny: “Bana verilmiş olan söylenmesi güç bir göreve sarsılmaz şekilde inanıyorum. İnsanların, büyük yoksulluk içindeki arkadaşlarımın bende yarattığı sınırsız acıma duygusu sebebiyle, kendimde duyduğum onlara el uzatma arzusu, onları acıma ve sevgi sözleriyle durmadan yüceltme arzusu sebebiyle bu göreve inanıyorum.” derken, Lamartine 1834’teki bir yazısında edebiyat için “halkla bütünleşmeli, din, akıl ve felsefe gibi halka dönük olmalıdır” der.
h) Romantik sanatkârlar, din duygusuna önem verirler. Onlar Klasikler gibi Eski Yunan ve Latin mitolojisini işleme veya eski Yunan ve Latin yazarlarını taklid etme yerine Hristiyanlığın mucizelerini, azizlerin hikâyelerini ve efsânelerini işlemeyi tercih ederler.
ı) Mahallî Özellikler, Fransız halkının yaşayışı ve mahallî renk (couleur locale) de Romantik eserlerde çokça rastlanan konulardandır.
Edebî türler içinde şiir, roman, tiyatro, tenkit ve tarihi tercih eden Romantik akımın gücü 1840’tan sonra (bilhassa Victor Hugo’nun 1843’te yazdığı Burgraves dramının temsilinin başarı sağlayamaması sonrasında) zayıflamaya başlamakla birlikte, etkisi 1850’lere kadar sürmüştür.
Esasen 1830’lardan sonra akım içinde iki ayrı görüş belirmişti:
- Sanat sanat içindir.
- Sanat toplum içindir. (Sosyal Romantizm).
Sosyal Romantizm 1850’lerden sonra yerini şiirde Parnas ekolüne, romanda ise Realizm’e bırakır.
Türk edebiyatında, Tanzimat’tan sonra yetişen Türk şair ve yazarlarının pekçoğunda Fransız Romantik ekolünden ve özellikle Victor Hugo’dan gelme tesir ve izler geniş bir yer tutar. Romantizm bizde kavram olarak önceleri “meslek-i hayâliyyûn”, Romantikler ise “hayâliyyûn” kelimeleri ile karşılanmıştır.
Tanzimat sonrası edebiyann ilk edebî nesline mensup olan Namık Kemal, Klasik ekol ile akılcı filozoflardan Montesquieu ve Voltaire‘den tesir almasının yanısıra Romantizm’in de kuvvetle etkisindedir Onun, konusunu Türk ve İslâm tarihinden alan tiyatro eserleri yazmasında, Türk tarihi ile ilgilenişinde Romantizm’in, millî tarihin edebî eserlere kaynaklık etmesi fikrinin rolü büyüktür. Bu konuda, bilhassa Celâleddin Hârezmşah adlı tiyatro eserinin mukaddimesinde, tiyatro hakkında ileri sürdüğü fikirler bu tesîrin en açık belirtileridir. Yazarın bu mukaddimesi ile Victor Hugo’nun Cromwell önsözü arasındaki benzerlik aşikârdır. Namık Kemal, bu yazısında Romantik tiyatroyu tercih ettiğini söyler. Ona göre “…temaşayı tabiîlikten çıkaracak ve tahayyülü kıracak bir şey var ise” o da Klasik tiyatronun “üç birlik kâidesi”dir. Edebî türlerin ayırımı ve belirli konulara tahsisi de yanlıştır. Bir tiyatro eserinde hem komedi hem de trajedinin bir arada bulunması tabiîdir. Klasik tiyatrodaki trajedilerin mutlaka manzum olarak yazılmaları şartı da saçmadır: “Halbuki, bir facia yazılırken, yeni görüşen iki adam birbirinin nazım ile hatırını suâl ederse, meclisin hâli ne kadar maskara birşey olacağı ednâ mülâhaza ile anlaşılır.” Ona göre Klasik tiyatro, “bâzı üdebâ beyninde ta’yîn olunan kavâide” Romantik tiyatro ise “sırf sevk-i tabiata tâbidir” ve Klasik ekolde “sanatkâr için bir takım şartlara esîr olmak lâzım gelir.”
N. Kemal’in İntibah, Cezmî, Vatan yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Kara Belâ, Celâleddin Hârezmşah, Akif Bey, Gülnihal v.s. eserlerinin hepsinde aşk, lirizm, aşırı hissîlik, heyecan, millî tarihe, mahallî yaşayışa yöneliş, vatanperverlik gibi konularda Romantik İzler hemen kendisini gösterir. ayrıca şâir, hayatta bir dâva, bir misyon adamı oluş yönüyle de Romantik sanatkârın aslî hususiyetlerinden birini benimsediğini ortaya koyar.
Tanzimat sonrası edebiyatımızın ikinci nesli olan Abdülhak Hâmid, Recaizade Mahmut Ekrem ve Sâmipaşazâde Sezai’de Romantik eğilimler daha bariz bir şekilde belirir. Hâmid, şiir vadisinde, özellikle V. Hugo ile büyük benzerlikler arz eder. O da Hugo gibi şâirin dâima bir kâhin yâni gâibden haber veren bir insan olduğu görüşündedir. Victor Hugo’nun, nehirde boğulan kızı için yazdığı şiirlerin, Hâmid’in karısı Fatma Hanım’ın Ölümü dolayısıyla kaleme aldığı Makber üzerine pek çok noktada gölgesi düşmüştür. Sefiller (Les Mise”‘rables)inin bir bölümü olan Causette’den aldığını söyler. J. Jacques Rousseau’nun “tabîat güzel, medeniyet çirkindir” görüşü kendisini Hâmid’in Sahra adlı şiir kitabında kuvvetle hissettirir. Ayrıca sanatkârın diğer eserlerinde görülen geniş tabîat tasvirleri, tiyatrolarında gülünçle acıklıyı ayırmaması, ihtiraslara, kuvvetli aşklara, ölüme, mezarlık sahnelerine v.s. fazlaca yer vermesi hep Romantizm’in izleridir.
Recâîzâde M. Ekrem’in Romantizm’i Chateaubriand, Lamartine ve Alfred de Musset’nin yol göstericiliği altında yürür. Türkçe’de Chateaubriand’dan ilk tercümeyi 1870’de Amerika’da Bir Gece adıyla o yapmış ve Terakki gazetesinde neşretmiştir. Şiirlerinde şahit olduğumuz gözyaşı, tabiat karşısında kendi iç alemiyle birlikte oluş, murakabe ve soluduğumuz hüzünlü havanın yanışına, şiir kitaplarının ismi bile (Tefekkür ve Zemzeme) Lamartine’den gelir. Ekrem’in tercümelerinin hemen hepsi Romantiklerdendir. Bunlardan ikisi nesillerin beğenisini kazanmış, çeşitli antolojilere alınmış ve edebiyatımızda asıl şairlerini unutturacak kadar Recâîzâde’nin malı olmuştur. Bunlar V. Hugo’dan Vecd adıyla çevirdiği şiir ile A. de Musset’den Yâd Et başlığıyla tercüme ettiği şiirdir. Ekrem, Chateaubriand’ın Atala romanını da Türkçe’ye çevirmiş, daha sonra bunu Atala Yahut Amerika Vahşîleri adıyla piyes haline de getirmiştir. Ayrıca yazar, İtalya’daki Avusturya hâkimiyetine isyan eden ve bu yüzden 15 yıl hapis yatan İtalyan Romantik yazan Silvio Pellico’nun Mes Prisons (Hapishane Günleri) adlı eserini de tercüme ve 1870’de Terakki gazetesinde tefrika hâlinde neşreder. Namık Kemal’in Magosa’ya sürgün edilmesini protesto eden bir esere benzeyen bu tercüme üzerine, N.Kemal, Mes Prisons Muahezesini yayımlar.
Tanzimat sonrası edebiyatıyla Servet-i Fünun Edebiyatı‘nın başladığı 1896’ya kadarki süreyi içine alan Ara Nesil edebiyatına mensup sanatkârların ekseriyeti (bilhassa Recâîzâde Ekrem çevresinde toplananlar) Romantikdirler. Bunlar arasında Menemenlizâde Mehmed Tahir, Selânikli Fazlı Necib, Mehmed Celâl, Mustafa Reşid, Ali Ferruh v.s.yi sayabiliriz. Recâîzâde M. Ekrem etrafındaki bu Romantik grubun karşısında Realizm’i müdafaa eden Beşir Fuad, Nâbizâde Nâzım, Recep Vahyî, Ahmet Rasim gibi İsimler vardır.
Beşir Fuad’ın Victor Hugo’nun ölümü üzerine yazdığı (1886) ve Türk edebiyatının ilk ciddi tenkîdî biyografisi olan Victor Hugo adlı iki ciltlik eserinin yol açtığı Romantizm-Realizm münakaşasından Realist taraftarlar baskın çıkarlar.
Bu dönemde Fransız Romantiklerinden, en çok da V. Hugo’dan tercümeler yapılmıştır. 1885’de Hugo’nun hastalığı, ölümü, cenaze merasimi İstanbul gazetelerinde günü gününe takib edilir. İlk defa bir Türk hükümdarı (II. Abdülhamid) yabancı bir yazarın ailesine taziye telgrafı çeker. Yine ilk defa olarak Türk düşmanı ecnebi bir yazar için (birisi Ali Ferruh’un, diğeri Menemenlizâde M. Tahir’in olmak Üzere) iki mersiye kaleme alınır. Bunlardan Ali Ferruh’unkindeki üslûb ve fikirler, İslâmî inançlara aykırı bulunarak şiddetli tenkîdlere maruz kalır.
Servet-i Fünûn edebiyatı devresinde (1896-1901) Romantik ekol tesir gücünü kaybeder. Yerini Parnas, Realist ve Sembolist ekoller alır.
II. Meşrûtiyet sonrasında ise, (ülkede gelişen milliyetçilik akımının da büyük rolü olmakla birlikte) Romantizm’in millî tarihe, millî kaynaklara dönüş fikri ve Fransız edebiyatçılarının bu yolda yazmış oldukları eserler Türk edebiyatçısının yeniden ilgisini çekti. Bu devrede bilhassa Ziya Gökalp, Türk tarihini ve efsanelerini konu edinen şiirleriyle edebî plânda Romantizm’e yaklaşır. Yahya Kemal Beyatlı, Paris’de bulunduğu öğrencilik yıllarında Romantik tarihçi Michelet ve onun talebesi Albert Sorrel’in derslerini takib eder ve bu tarihçilerin “tarih ve coğrafyaya bağlı milliyetçilik” görüşünü benimser. Y.Kemal, edebî eserlerinde duyuş tarzı ile de Romantizm’e yaklaşır.
Millî Edebiyat ve Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında da Reşat Nuri Güntekin, Faruk Nafiz v.s. gibi yazarlarda bilhassa Anadolu’ya ve Anadolu insanına bakışta, onu eserlerinde işleyişte Romantik duyuş ve temayüllere rastlamak mümkündür.
M. Fatih ANDI