Ahmet Yesevî
Yesevîlik tarikatının kurucusu olan Hoca Ahmed Yesevî Doğu Türkistan’ın Sayram kasabasında doğdu, 1166 yılında Yesi’de öldü. Türkistan’da islâmiyet’in yayılıp benimsenmesinde önemli rol oynamstır. Bu işi de tasavvuf yoluyla yapmıştır. Çevresindekilere kendi dilleri ile sâde ve basit bir üslûpla hitab etmiş, davranışları ve tutumu ile büyük saygı görmüştür.
Tarihî bilgilere göre Ahmed Yesevî, ibrahim adlı bir şeyhin oğlu olup, küçük yaşta babasını kaybetti. Sonra Yesi şehrine gelip yerleşti. Burada ilk tahsilini yaptı. Karahanlılar’ın elinde bulunan Buhara’ya geldi. O devirde Buhara önemli bir İslâm ilim ve kültür merkezi idi. Ahmed burada Şeyh Yusuf Hemedânî’ye intisab etti. Ayrıca kuvvetli bir din tahsili gördü. Yusuf Hemedânî’nin halîfeleri arasında yer aldı. 1166’da Buhara’da Hemedânî’nin yerine geçti. Daha sonra Yesi’ye gelip hayatının sonuna kadar irşadla meşgul oldu.
Yesevî’nin kabri hâlâ önemli bir ziyaret yeridir. Timur tarafından türbe ve hankâh ilâvesiyle yeni baştan yaptırılmıştır. Menkıbeye göre Hz. Muhammed sünnetine aşırı bağlılığı bilinen Ahmet Yesevî, 63 yaşından itibaren, müridlerine hazırlattığı ve ancak bir insanın sığabileceği çilehaneye iner ve kalan ömrünü orada ibadet ve riyazetle geçirir, Yesevî’nin doğum tarihi bilinmediğinden kaç yıl yaşadığı konusu tartışmalıdır. Rivayetlere göre yüz yirmi, yüz yirmi beş veya yüz otuz üç yıl yaşamıştır. Öğretici mâhiyetteki manzumeleri daha sonra Dîvân-ı Hikmet adlı bir eserde toplanmıştır.
Ahmed Yesevî’nin etrafında İslâm’a yeni, fakat samîmi bir şekilde girmiş olan pek çok göçebe Türk vardı. Onlara yeni dini olduğu gibi, tasavvuf konularını da basit bir dille öğretmesini bildi. Onun tasavvuf anlayışı şeriatle sıkıca irtibatlıydı, Din kurallarının titizlikle uygulanmasını isterdi.
Fikrî ve Edebî Şahsiyeti
Ahmed-i Yesevî mürşidi Şeyh Yûsuf-i Hemedânî gibi Hanefî mezhebinde bir âlim ve şeriatçı idi. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, din ilimleri yanında Tasavvufu da iyice öğrenmişti. Bununla beraber devrinin birçok din âlimleri ve mutasavvıfları gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışmıştı. Bir mürşid ve ahlâkçı hüviyetiyle onlara şeriat ahkâmını, Tasavvuf esaslarını, tarikatının âdâb ve erkânını öğretmeye çalışmak, İslâmiyeti Türklere Sevdirmek ve Ehl-i sünnet akidesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gâyesi olmuştu. Hikmetlerinin lirizmden mahrum, san’at endişesinden uzak kabul edilişinin sebebi onlardaki bu öğreticilik vasfıdır. Şiirlerinde hece veznini kullandı, Türkçe yazdı. Divan-ı Hikmet adlı eseri Türk edebiyatı tarihinde çok önemli bir yer kazandı.
Şeyhi gibi Ahmed-i Yesevî de Hz. Peygamber’in şeriatine ve sünnetine sıkı sıkıya bağlıdır. Tarikat sahibi olmasına ve Tasavvufu benimsemesine rağmen, hikmetlerinde şeriate aykırı hiçbir ize rastlanmaz. Şeriat ile tarikati kolayca telif etmesi, Yesevîlik’in sünnî Türkler arasında sür’atle yayılıp yerleşmesinde, daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatler üzerinde ahmed-yesevi.jpg 73 260 müessir olmasında başlıça sebep olmuştur.
Şöhreti ve Kerametleri
Geçimini tahta kaşık ve kepçe yontup satmakla temin eden Ahmed-i Yesevî zamanını daha ziyade ibadet, tâlim ve irşadla geçirirdi. Şöhreti yayıldıkça mürit sayısı da artıyor ve hakkında pekçok kerametler rivayet ediliyordu. Hz. Hızır ile daimî sohbet hâlinde idi. Bir rivayete göre Hz. Hızır kendisine, “Her gün yedi iklimde yedi defa musahib ararım, fakat senden daha kabiliyetli ve gerçek bir musahibe rastlamadım.” demişti. Ahmed-i Yesevî’nin şöhret ve nüfuzunu gösteren başlıca keramet ve menkıbeleri şunlardır.
Rivayete göre Ahmed-i Yesevî’nin bir öküzü varmış. Üzerine bir heybe, içine de yonttuğu kaşık ve kepçeleri yerleştirir, pazara gönderirmiş. Kaşık veya kepçeye ihtiyacı olanlar heybeden alır, bedelini de heybeye koyarlarmış. Eğer bedelini koymasalar, hayvan peşlerinden ayrılmazmış.
An’aneye göre Horasan erenleri Ahmed-i Yesevi’nin büyüklüğünü ve kıymetini takdir etmekle beraber, eriştiği mertebeyi tayin edemiyorlarmış. Bir toplantı tertip ederek Hâce’yi davete karar vermişler. Haber vermek için de içlerinden biricaçı turna kılığına girerek yola çıkmış. Bâtın kuvveti ile bu durumdan haberli olan Ahmed-i Yesevî müridlerine yedi velînin kendisini ziyarete geleceğini bildirerek bazı dervişleri ile turna kılığına bürünüp karşılamaya çıkmış. Semerkand hududunda büyük bir nehrin üzerinde her iki taraf karşılaşmış. Hâce’nin bu kerametine şahit olan Horasan erenleri âciz kalıp mahcup olmuşlar. Nehir üzerinde sohbet ettikleri sıra Ahmed-i Yesevî suya nazar salınca bir bezirgânın suda çırpındığını, mallarının ise suda sürüklendiğini görmüş. Bezirgân bu felâketten kurtulur ve mallarına kavuşursa, yarısını bağışlayacağı yolunda adakta bulunmakta imiş. Hâce elini uzatarak bezirgânı sudan çekip kurtarmış. Mallarına da kavuşan bezirgân o sıra insan kılığına dönen Hâce’nin ellerine sarılıp kurtulan mallarının yarısını bağışlamış. Ahmed-i Yesevî de bu malları Horasan erenlerine dağıtılmak üzere gelenlere vermiş. Bu keramet Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde de yer almaktadır.
Timur’un Hoca Ahmed Yesevi’yi Rüyasında Görmesi (Tarihten Meşhur Rüyalar)