<img src="images/stories/Tarihi-eserler-3/rumeli_feneri_5.png 15 287 Rumeli Feneri
İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasında, Boğaz’ın Karadeniz’e açıldığı kuzey ucundadır. Çeşitli efsanelerde adı geçen bu fenerin önündeki kayalıklar ile ilgili en eski mitolojik öykü Argonatlar’a dayanmaktadır.
Mitolojiye göre altın postu bulmak için Karadeniz’e doğru kürekli gemilerle yola çıkan Argonatlar buraya da uğramışlardır. O çağda kıyıdan 100 m. kadar açıkta yer alan çarpışan kayalıklar diye bilinen Simplegat kayaları aralarından geçen gemileri birbirlerine çarparak yutarlarmış. Argonatlar bu kayalıklardan geçmek için yanlarında getirdikleri kuşları kayalara yaklaşınca serbest bırakmışlar kuşların hareketinde çarpışan kayalıklar bir daha açılarak birbirlerine vurmak üzere iken Argonatlar gemilerini bu kısa andan yararlanarak geçirmişler. Yine mitolojiye göre onlara bu fikri bugünkü Garipçe’de oturan ve lanetlenmiş Kral Phineas kendisini Harpilere karşı savundukları için vermiştir.
Osmanlı deniz haritalarının en eskilerinden biri olan 1567 tarihli Ali Macar Reis haritasında <img src="images/stories/Tarihi-eserler-3/rumeli_feneri_1.png 16 146 bu fenerin yeri işaretlidir. Rumeli Fenerinden ilk bahsedenlerden biri olan P. Gyllius’un tanımlaması ise şöyledir:
“Faros ucunda her gece denizciler için ışık yayan bir feneri taşıyan sekizgen bir kulenin adıdır. Bu kule her yönde camlı pencerelerle kaplıdır ve bunlar alçıyla değil kurşunla birleştirilmişlerdir, bu da bunun Türklerin değil de Hıristiyanların eseri olduğunu gösterir. Paneion Burnu’nun tepesinden her yöne doğru enine boyuna Karadeniz gözükür.”
Busbecq ise P. Gyllius’a benzer bir ifade kullanarak şöyle yazmaktadır: “Orada, Avrupa akasında, denizciler için geceleri <img src="images/stories/Tarihi-eserler-3/rumeli_feneri_2.png 16 143 ışık yanan bir kule vardır. Bu kuleye Faros derler.”
Rumeli Feneri’nin 1583’de onarıldığını eski kayıtlar da yazmaktadır. Bunlara göre Fener’in yüksekliği 120 basamak olup, üzerinde etrafı camlarla kaplı 12 pencereli bir odası varmış. Ortada etrafında halka şeklinde sıralanmış fitilleri bulunan yağ dolu kap, geceleri tutuşturularak ışık vermesi sağlanıyormuş. 1616’da İstanbul’a gelen gezgin Wenner bu fenerden şöyle bahsetmektedir:
“ … yüksek haşmetli bir kule, üstünde ve çepeçevre duvarlarında yüksek pencereleri büyük camlarla korunmuş, ortada büyük bir demir levha dudu. Yaklaşık dört parmak kalınlığında ve eni üstten bir kulaçtan fazla, çok köşelidir. İçine fitiller ve levhanın içine de yağ konulur ve geceleri tutuşturulur ki gemiciler bunu çok uzaktan görür.”
<img src="images/stories/Tarihi-eserler-3/rumeli_feneri_4.png" border="0 Günümüzdeki fener 1855’deki Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin İstanbul Boğazından Karadeniz’e çıkarmalarını kolaylaştırmak amacıyla yapılmıştır. 15 Mayıs 1856’da açılışı yapılan fener karşı kıyısındaki Anadolu Feneri ile birlikte hizmete girmiştir. Bir söylenceye göre de; inşaat sırasında Fener Kulesi’nin üst üste birkaç kez yıkılmasından dolayı köylüler burada Sarı Saltuk’un makamının bulunduğunu ama zamanla yıkıldığını, bu nedenle bu zatın kendi üzerinde bu kuleyi yükseltmediğini söylerler. Fransızlar da köylülerin gönlünü almak için yatırın bulunduğu söylenen türbeyi inşa etmişler üzerini örttükten sonra da kuleyi örmüşlerdir.
Fener deniz seviyesinden 58 m. yüksekliktedir. Işığı ise 18 mil uzaktan bile seçilebilmektedir. Fener kulesi 30 m. yükseklikte olup yukarıya doğru daralan üç kademe şeklindedir. Fenerin yer aldığı tepeliğin altında ise bir balıkçı barınağı bulunmaktadır.