Mute Savaşı Tarihi, Sebebi, Sonuçları, Hakkında Bilgi

Mute Savaşı. Müslümanlarla Bizanslılar arasında Cumâde’l-ûlâ 8 Hicri/Eylül 629 Miladi tarihinde yapılan ilk savaş.

İslâm devletinin Medine’de kurulmasından sonra Müslümanlarla Rumlar (Bizanslılar) arasında yapılan ilk savaşın sebebi, Hz.Muhammed’in elçisinin öldürülmesidir.

Mûte, Şam bölgesine giren Belka yakınlarında bir yerin adıdır. Hz.Muhammed, İslâm’a dâvet için hükümdarlara elçilerle mektuplar gönderdiği dönemde, Ashabtan Hâris b. Umeyr’i Bizans’ın himayesinde bulunan ve Hıristiyan Arap olan, Sûriye’de Busra (şimdiki Havran) Emiri Şurahbil b. Amr el-Gassânî’ye İslâm’a davet mektubunu sunmak üzere yollamıştı. Hz. Muhammed’in elçisi Hâris, Emiri Şurahbil Kudüs’ün iki konak güneyinde, bulunan Mûte kasabasında rastladı. Elçi olduğunu söyleyerek Hz. Muhammed’in mektubunu verdi. Fakat Şürahbil, devletler arası hukuk kurallarını çiğnedi, Hz.Muhammed’in elçisini öldürttü

O döneme kadar Hz.Muhammed’in elçilerinden hiçbiri öldürülmemişti. Bir elçinin öldürülmesi, tarih boyunca bütün toplumlarda insanlığa ve hukuk kurallarına aykırı bir davranış sayıldığı gibi, gönderene de en büyük hakaret ve meydan okuma demekti. Bu sebeple Hz. Muhammed üç bin kişilik bir kuvvet hazırlayarak, azadlı kölesi Hârise oğlu Zeyd’in komutasında yola çıkardı (1) Elçi Umeyr oğlu Hâris’in şehid edildiği Mûte’ye kadar gidilmesini, Şürahbil ve maiyetinin İslâm’a dâvet edilmesini, kabûl etmezlerse savaşılmasını emretti. “Kadınları, çocukları, yaşlıları öldürmeyin. Evleri yıkıp hârap etmeyin, ağaçları kesip, tahribâtta bulunmayın!” dedi. Orduyu “Seniyyetü’l-vedâ” denilen ayrılık tepesi’ne kadar uğurlayan Hz. Muhammed’:

– “Zeyd şehid olursa, komutanlığı Câfer alsın; Câfer de şehit düşerse, Abdullah bin Ravâha komutan olsun.” buyurdu.

Düşman önce İslâm’a davet edilecekti, kabul etmez ve cizyeye de razı olmazsa İslâm elçisini öldüren bu cânilerle savaşılacaktı. Hz. Muhammed orduyu Seniyyetü’l-Veda’ya kadar yürüyüp uğurladı.
mute-savasi.png 08 307
İki Tarafın Durumu ve Aradaki Eşitsizlik
Müslüman ordusunun hareketini haber alan Şürahbil. Derhal Lahm, Cüzâm, Kayn, Belkın, Behrâ gibi Hristiyan Arap kabîlelerinden büyük bir kuvvet hazırladı. Ayrıca durumu Bizans İmparatoruna bildirerek, ondan da yardım istedi. Böylece H.8/M.629 yılında İslâm ordusu Medine’den çıkıp Mûte’ye ulaştığında karşılarında Bizans’ın desteğinde Hristiyan Araplardan oluşan 100.000 kişilik bir ordu bulmuşlardı. İmparator Hirakl de işi önemseyerek, Belka’daki Meab şehrine kadar geldi.

Müslümanlar, ancak Sûriye topraklarına girdikten sonra düşmanın gücü ve hazırlıkları hakkında bilgi edinebildiler.

İki taraf arasında gerek sayı, gerek silah ve teçhizât bakımından kıyaslanamayacak kadar büyük bir fark vardı. Tarihte, iki taraf arasında böylesine ölçüsüz bir fark görülmemişti. 100 bin kişilik bir kuvvet karşısında üç bin mücâhid ne yapabilirdi? Fakat, savaşmadan geri dönülemezdi. Komutan Zeyd, Maan’da, Mücâhidlerin ileri gelenleriyle toplanıp durumu istişâre etti. Acaba, durumu Hz. Muhammed”e bildirip alınacak cevâba göre mi hareket edilmeliydi? Fakat, Abdullah bin Ravâha bütün tereddütleri giderdi.

– Arkadaşlar, çekindiğimiz şey, ele geçirmek için yola çıktığımız şeydir, yani şehid olmaktır. Dinimizi yüceltmek için savaşalım. Yâ şehid, ya gazi olacağız. Bunun ikisi de güzel değil mi ? dedi.

Abdullah bin Ravaha’nın konuşması mücâhitlerin maneviyâtını yükseltti. Hepsi de

– Bin Ravâha doğru söylüyor. Savaşmalıyız, dediler.

Komutanlar Sırayla Şehid Oldular


İki ordu Mûte’de karşılaştı. Zeyd, sancak elinde, ileri atıldı. Kahramanca çarpıştı, ölümden yılmadığını gösterdi. Fakat düşman mızraklarının arasında şehid düşdü.(2)

Zeyd şehid olunca, sancağı hemen Câfer aldı. Emsâlsiz kahramanlıklar gösterdi. Önce sağ eli kesildi, sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince, kollarıyla sancağa sarıldı. Pek çok yara aldığı halde son nefesine kadar sancağı bırakmadı. Nihâyet o da şehid oldu.(3)

Câferden sonra sancağı Abdullah bin Ravâha aldı. O da şiirler söyleyerek, kahramanca savaştı. Vücudu delik deşik oldu. Sonunda o da şehid oldu

Hâlid b. Velîd‘in Askeri Deha ve Stratejisi

Abdullah bin Ravâha’da şehid olunca, asker komutansız kaldı, genel bir panik başladı. Dağılan askerin kaçışını üstün askerî deha ve strateji bilgisine sahip bir kişi olarak bu savaşa bir nefer olarak katılan Halid bin Velid önledi. Mücâhidler, Hâlid’in etrâfında yeniden toplandılar. Hâlid komutayı aldı, sancak elinde akşama kadar çarpıştı. O gün elinde tam dokuz kılıç parçalandı. Bu Müslüman olduktan sonra Hâlid’in katıldığı ilk savaştı.

Gece olunca, Hâlid askeri yeniden tertipledi. Öndekileri arkaya, arkadakileri öne, sağdakileri sola, soldakileri sağa aldı. Böylece düşmana, yardım için yeni kuvvetler gelmiş intibâını verdi. Sabah olunca da ansızın şiddetli bir hücuma geçerek, düşmanı bozguna uğrattı. Bu fırsattan yararlanarak, askerini ustalıkla geri çekti. Büyük bir kayba uğramadan Medine’ye döndü. İslâm ordusunu korkunç bir felâketten kurtardı.

100 bin kişiye karşı yapılan bu çetin savaşta, Müslümanlar sadece 12 şehid vermişlerdi. Bu durum, komutanların savaşı çok başarılı idâre etmeleri ve canlarını fedâ etmekten çekinmemelerinin bir sonucuydu.

Hz. Muhammed’in Medine’den Savaşı Seyretmesi


Hz. Muhammed savaşın bütün safhalarını, Medine’ye henüz hiç bir haber ulaşmadan, ashâbına bildirmişti.

Cenab-ı Hakk, zaman, mekân ve mesâfe kavramlarını kaldırarak, sevgili Peygamberine savaş meydanını olduğu gibi göstermişti. Mescid-i Nebî’de minber üzerine oturmuş bulunan Hz. Muhammed gözlerinden yaşlar akarak:

-İşte sancağı Zeyd aldı, Zeyd vuruldu, şehid düştü. Sonra Câfer aldı, O’ da şehid oldu. Sonra  bin Ravâha aldı, O ‘da şehid oldu. En sonunda sancağı, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç, Hâlid bin Velid aldı. Allah O’na fethi müyesser kıldı, buyurdu.

Hz. Muhammed, Zeyd, Câfer ve Abdullah‘ın şehid düştüklerini haber verdikçe, her biri için istiğfâr etmiş ve Cennete girdiklerini de müjdelemişti. Sancağı Hâlid alınca ise:

-Allah’ım, Hâlid senin kılıçlarından bir kılçtır. Sen O’na nusret ihsan buyur, diye duâ etmişti. Bundan sonra Hâlid’e “Seyfullah” (Allah’ın kılıcı) denildi.

Câferin şehâdet haberini duyunca, âilesi feryâda başladılar. Hz. Muhammed’de son derece üzgündü. Bir süre, şehitlerin ardından ağladı. Bu; sevgi, şefkat, merhametin eseri olan ağlamaktı, yoksa feryat değildi. Nitekim feryat tarzındaki ağlama haberleri kendisine ulaşınca böyle ağlamaktan müslümanları yasakladı. Çok sevdiği, en değerli arkadaşlarını kaybetmişti. Câfer’in âilesini teselli etti. Acılıdırlar, yemek yapamazlar, diye evine yemek gönderdi.

-Allah Câfer’e, Mûte’de kesilen iki koluna bedel, iki kanat verdi. O’nu Cennet’te meleklerle birlikte uçuyor gördüm, diye müjdeledi. Bu sebeple Câfer, bundan sonra Câfer Tayyâr diye anıldı.

(1)
Orduda ensâr ve muhâcirlerin ileri gelenleri de vardı. Azadlı bir köle hepsine komutan olmuştu. Bu olay İslâm’daki ehliyet ve eşitlik uygulamasının canlı örneklerinden biridir.

(3) Zeyd, ilk Müslümanlardandır. Rasûlüllah (s.a.s.) onu çok severdi. Bedir’den itibâren bütün savaşlarda bulunmuştu. Ashâbdan Kur’ân-ı Kerim’de ismi geçen, sadece Zeyd’dir. (Ahzâb Sûresi, 37)

(3) Câfer, Rasûlüllah (s.a.s.)’ın çok sevdiği hâmî amcası Ebû Tâlib’in büyük oğludur. Hz. Ali’den 10 yaş büyüktür. İkinci Habeşistan hicretinde, kafileye başkanlık etmiş, Hayber’in fethedildiği gün Medine’ye dönmüştü. Savaşta 90’dan çok yara almıştır. Bunlardan 50’si ön tarafındaydı. (el-Buhârî, 5/86-87; Tecrid Tercemesi, 10/313; Hadis No:1619)

Daha yeni Daha eski