Sosyalizm Nedir, Tanımı, Felsefesi, Tarihi, (İdeolojiler Tarihi)

Sosyalizm

Özel menfaatlerin yerine genel menfaatlerin önceliğini ve özel mülkiyetin yerine kamu mülkiyetinin yerleştirilmesini savunan ekonomik ve siyasal doktrin şeklinde tanımlanabilirse de; özellikleri ve yapıları birbirinden oldukça farklı pek çok düşünce ve akıma “Sosyalizm” kavramı çerçevesinde yer verilmesi, tanımı zorlaştırmıştır. Bu itibarla sosyalizm kavramının değişik anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. “Sosyalizm” kavramı ilk defa İtalya’da (1803), ardından da İngiltere’de (1822) ve Fransa’da (1831) kullanılmıştır. Sosyalizm 1835 tarinli Dictionnaire de l’Acadenüe Française’ de yer almamış, ancak 1877’deki yeni baskısında “toplumun durumunu değiştirmeyi savunan kişilerin doktrini” şeklinde tanımlanmıştır. Üretim araçlarının kamuya mal edilebilmesi konusunda izlenen yön­temlerin farklılığı, birbirinden değişik sosyalist anlayışların gelişmesinde etken olmuş ve bu çerçeve dahilindeki düşünceler çeşitlenmiştir.

Sosyalizm tarihsel olarak iki evreden geçmiştir. Düşünsel bir çabanın ürünü olan ve mevcut sisteme alternatif muhayyel bir düzen fikrini işleyen Marks’tan Önce yaşamış düşünürlerin savundukları sosyalizme Ütopik Sosyalizm denmiştir ki, bu, sosyalizmin ilk devresini temsil etmektedir. Sosyalizmin ikinci devresi ise K. Marks ve F. Engels’in savundukları ihtilâlci sosyalizm olup Bilimsel Sosyalizm olarak ifade edilmiştir.
platon.png” alt=”” width=”111 153″ align=”right” border=”0″ />
Sosyalist düşünce ve akımlar, her ne kadar XIX. yüzyılda ortaya çıkmış iseler de tarihsel olarak, bu tür düşüncelerin başlangıcını çok eskilere götürmek mümkündür. Sosyalist doktrinleri Eski Yunan filozofu Eflatun’a dayandıranlar bulunmaktadır. Bu itibarla ütopik sosyalizm Eflatun’la başlatılabilir.

Eflatun, eserlerinde “ideal devlet nasıl olmalıdır?” sorusunu cevaplamaya çalışmakta olup ona göre devletin adil olması için devlette buna uygun bir örgüt ve bir hâkim (egemen) sınıfın olması gerekir. Devleti hâkim sınıf anlayışı ile ele alan Eflatun, yöneticilerin kişisel eğilimlerden arınmaları için aile ve mülkiyetten uzak olmalarını savunmakla, XIX. ve XX. yüzyıldaki sosyalist düşüncelere, Özellikle mülkiyet konusundaki fikirlerle ilham kaynağı olmuştur.

Yüzyıllar sonra İngiliz Thomas More (1478-1535) XVI. yüzyılın başında yazdığı Ütopia adlı eserinde eşitliğe, kamu mülkiyetine ve din hoşgörüsüne dayalı muhayyel bir toplum düzenini anlatıyordu. T. More’dan sonra, onun yazdığı kitap özelliğinde çeşitli kitaplar yazıldı. Tommasso Campanella (1568-1639)’nın Linitas Solis (Güneş Ülkesi) adlı eseri de bu meyanda örnek verilebilir. Eflatun’un Cumhuriyeti, More’un Utopia’sı gibi Linitas Solis de, karşılıklı konuşma (muhavere) şeklinde yazılmış bir eser olup burada canlandırılan toplumsal düzende aile ve mülkiyet yoktur. XVII. yüzyılın başlarında İngiltere’de François Bacon (1561-1626), yazdığı New Atlantis (Yeni Atlantik) adlı eserinde de, o günün sosyal sorunlarına muhayyel bir çerçevede çözüm arıyordu.

XIX. yüzyılda İngiltere, Fransa ve Almanya’da sosyalizmin gelişmesi, çağın konjonktürel sosyal ve ekonomik problemleriyle yakından ilgili olmuştur. XVIII. yüzyılın ortalarında İngiltere’de başlayan sanayileşme; toplumun ekonomik ve sosyal yapısını tamamen bozmuş ve bir dizi sosyal sorunun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Toplumda yaşanan büyük değişikliklerin başında kırsal alandaki insanların şehirlerdeki fabrikalarda çalışmak için büyük bir hızla endüstri merkezlerine akın etmeleri, düşük ücretle, gayri insanî şartlarda çalışmak zorunda kalmaları, kadınların ve çocukların çalıştırılmaları, işçi kitlelerinin sefaleti vb. sorunlar geliyordu. Bu sosyal değişiklik ve sorunlar aydınların da ilgisini çekmiş ve sosyalizm düşüncesinin gelişmesinde etken olmuştur. Toplum yapısında teşekkül eden orta sınıfın ve işçilerin sefaletiyle ilgilenen kişilerin başında kendisi de bir işveren olan Robert Owen (1771-1858) gelmektedir.

Modern anlamda sosyalizmin kurucusu sayılan R. Owen, işçilerin hakları ile ilgili çalışmalar yaptı. Sahibi bulunduğu tekstil fabrikasında işçilerin sosyal haklarını gözeterek herkesin dikkatini çekti. O, makineden çok insana önem verilmesini savunuyordu. İşçi kesiminin içler acısı durumunun düzeltilmesi için hükümete önerilerde bulunan Oven’in kooperatifçiliğin gelişmesinde de önemli katkıları oldu. Kendi fabrikası örnek alınarak nüfusları 1000 ile 1500 arasında, kendi kendine yeterli kooperatif köyleri kurulmasını istedi. Kendi fabrikasının bulunduğu köyü, örnek bir hale getirdi.

R. Owen, sadece pratiklerle değil, yazdığı yazılarla da dikkat çekmiştir. O, libera­lizmin insanları nasıl çökerttiğini, yazılarında anlattı. Liberalizmdeki bireyciliğe karşı, toplumun genel refahını sosyal vasıtalarla sağlamayı savundu. Özellikle İngiliz işçi kitlesi arasında büyük kabul gören R. Owen, işçi sendikalarının kurulmasında önemli rol oynadı. Bu alanda What is Socializm (1841) adlı bir de kitap yayımlanmıştır. Barışçı ve inandırmaya dayalı bir yolu seçmiş olması dolayısı ile R. Owen, genellikle Marks’ın etkisi ile ütopist sosyalistler sınıfına dahil edilmiştir.

İngiltere’de sosyalizmin gelişmesi, sa­nayi devriminin yarattığı sosyal ve ekonomik sonuçlara dayalı olup genelde işçi kitlelerine göre şekillendiği halde, Kıta Avrupası’nda ve özellikle de Fransa’da, sanayi devriminin getirdiği sorunlara cevap olarak değil, Fransız aydınlanma felsefesinden ge­len determinist ve natüralist düşünce geleneği içinde, toplumun genel sorunlarına uygulanacak düşüncelerin geliştirilmesi şeklinde ortaya çıkmıştır. İngiliz sosyalizmi ekonomik sorunlara yönelen pratik bir çö­züm karakteri taşırken; Fransız sosyalizmi hürriyet, adalet, eşitlik, demokrasi gibi ihtilalin getirdiği ideal kavramlar etrafında dönmüş ve sanayileşme ve hızlı sosyal değişmenin bozduğu değerlere yeniden dönme idealini dile getirmiştir. Fransız sosyalistleri bir bakıma aydınlanma felsefesini devam ettirmekle birlikte hepsi, liberalizmin bireycilik ilkesine şiddetle karşı çıktılar ve ortaya çıkan sosyal ve ekonomik sorunları bireyciliğe yüklediler. Bu bağlamda ferdî mülkiyetin menfaat ve hırsların, topluma verdiği zararlara dikkat çektiler ve kamu mülkiyeti ile toplum çıkarını öne geçirmeye çalıştılar.

Fransız sosyalizminin öncüleri, Claude Henri de Saint-Simon (1760-1825) ve Charles Fourrier (1772-1837)’dir. Saint-Simon Hıristiyanlığın devrini tamamladığına ve yerini yeni bir moral doktrine bırakması gerektiğine inanıyordu. Saadet ve fikir hürriyeti üzerine kurulacak olan yeni doktrin, yeni bir din ve yeni bir toplumun doğuşuna Öncülük edecekti. Ona göre topluma sürekli ilerleme ihtiyacı hakimdir ve bu ancak sanayileşme ile sağlanabilir. Toplumdaki bütün kötülükler, ekonomik düzenin bireycilik ve kişi çıkan üzerinde kurulu olmasında yatmaktadır. Bu itibarla sınıf ve imtiyaz farkları kaldırılmalı, bütün aristokratik unvanlar yok edilmelidir. Devlete geniş yelkiler tanınmalı, yeni sosyal düzen teokratlar tarafından kurulmalıdır. Saint-Simon, ku­rulacak yeni düzenin teknokrasi olacağını belirtmiş ve yeni düzen için bir seferberlik ilân edilmesi ve Fransa’nın baştan başa bir şantiyeye dönüştürülmesi gerektiğini savunmuştur. Toplumun tek merkezden yönetilmesini savunması, onu kollektivist görüşlere yaklaştırmıştır.

Simon’un etrafında toplananlara Saint-Simon’cular denmiştir. Prosper Enfantin ve Armand Bazard bunlardan önemli olanlardır. Saint-Simon’cular özel mülkiyete karşı birer kollektivist idiler. Miras hakkına karşı çıkıyorlardı. Herkese eşit şans ve ehliyetine göre statü verilmesini savunuyorlardı.

Saint-Simon ve etrafında toplananların savundukları düşünceler geniş halk kitlelerinin bilmediği şeylerdir. Zaten onlar da sadece aydınlara ve entellektüel elite hitap ediyorlardı. Saint-Simon’un düşünceleri Marks’ı da etkilemiştir. Özellikle determinizm ve tarihi belirleyen ana faktörün, ekonomik menfaatleri farklı sınıfların mücadelesi olduğu düşüncesi; Marks tarafından geliştirilerek Tarihi Materyalizm ve altyapı-üst yapı teorileri geliştirilmiştir.
proudhon.png” alt=”” width=”168 196″ align=”right” border=”0″ />
Fourrier ise ortak mülkiyet düşüncesini işlemiştir. Proudhon (1809-1865), Louis Blanc (1811-1882), Louis-August Blanqui (1805-1881) de Fransız sosyalizminde isimlerinden söz ettirmişlerdir. Proudhon; üretim araçlarının bireysel mülkiyetine şiddetle karşı çıkmış ve mülkiyetin hırsızlık olduğunu söylemiştir. Devletin de ortadan kalkması gerektiğini savunmuştur. L. Blanc herkesin yaşama, çalışma ve kalkınmadan yararlanma hakkı üzerinde durmuş, ekonomik hayatın rekabete değil, işbirliği esasına dayalı olmasını savunmuştur. Devlet müdahalesine geniş yer vermiştir. Blanqui, ekonomik doktrinler alanında Marks’a öncülük etmiştir.

Tarihsel olarak ütopik sosyalizmden sonra gelen Marks ve Engels tarafından temsil edilen sosyalizme; bilimsel sosyalizm adı verilmiştir. Anılan düşünürlerin, tarihsel maddecilik ve diyalektik teorisine dayanan Bilimsel Sosyalizm, üretim araçları üzerinde kamunun mülkiyetini savunmakta ve tarihsel olarak kapitalizmden sonra kaçınılmaz olarak sosyalizmin geleceğini iddia etmektedir. Özel mülkiyetin kalkmasını, toplum ilerlemesi için temel şart olarak görmektedir. Bilimsel sosyalizm, toplumsal gelişmenin objektif yasalarının bilinip tanınmasına dayanan bir düzen olup insanlığın en mutlu merhalesi olan komünizme geçişin son aşamasını temsil etmektedir.

Marks ve Engels, sosyalizm hakkındaki temel görüşlerini 1848’de yayınladıkları “Komünist Manifestosu”nda dile getirmişlerdir. Bütün toplumların tarihinin sosyal sınıf mücadelesi tarihi olduğunu belirterek başlayan Marks, Tarihi Materyalizm ve determinizm teorisini açıklamakta aristokrasiyi yıkan burjuva sınıfının iktidarına, sanayileşme ile ortaya çıkan ve zincirlerinden başka kaybedeceği bir şeyi bulunmayan proleteryanın son vereceğini belirtmiştir. Marks’a göre tarihteki ve günümüzdeki olaylar, birbirine zıt güçlerin devam eden çatışmalarryla onaya çıkmaktadır. İnsanlararası mücadeleler, menfaatlerin çatışmalarından doğmaktadır. Düşüncelerin farklılığı menfaatlerin farklılığını ortaya koymaktadır. Tarihi yapan kuvvetler ekonomik ve sosyaldir. Üretim ilişkilerinin değişmesiyle sosyal yapı da değişir. Marks’ın teorisine “bilimsel sosyalizm” denmesi, onun öne sürdüğü önermelerin bilimsel yöntemlerle sınanarak test edilmesi sonunda varılan doğru bilgi olduğunu ifade etmemekte, aslında bu bir yakıştırma olmaktadır ve bununla önemli bir propoganda gücü olarak avantaj sağlamaktadır.

Marks’ın sosyalizmine aynı zamanda “İhtilalci Sosyalizm” de denmiştir. Marks, tarihsel sürecin hızlandırılması için işçileri ihtilâle davet etmiştir. 1864’te Londra’da kurulan ve kısa adı Enternasyonal olan International Working Men’s Association (Uluslararası İşçiler Derneği) ihtilâlci sosyalizmin dünya çerçevesindeki örgütüdür. XX. yüzyılda Mao, Ho Chİ Minh, Castro, Enver Hoca, Ulbricht gibi sosyalist liderler ihtilâlci sosyalizmin önde gelen temsilcileri olmuşlardır (Marks’ın teorisi için bkz. Marksizm).

Avrupa ülkelerinde sosyalizmin gelişmesi; sanayileşme, şehirleşme, işçi ve Üc­retli kitlelerin çoğalması, devletin laikleşmesi, siyasal planda genel oy hakkının yaygınlaşması, kamu gücünün nüfuz alanının genişlemesi gibi başlıca faktörlerin sonucu olmuştur. İngiltere’de işçi hareketi aslında sosyalist nitelikte gelişmedi. Fransa’da sos­yalizmin gelişmesi cumhuriyet düşüncesinin değişkenliğine bağlı olarak ortaya çıktı. İtalya’da ise ekonomik bakımdan ülkenin kuzeyi ile güneyi arasındaki zıtlıkta belirlendi. Almanya’ya gelince, revizyonizmle sosyalizmin gelişmesi, bölünmüştür. Ben­zer şekilde Avusturya-Macaristan împaratorluğu’nda milliyetler arasındaki çatışmalar, sosyalizmi bölmüştür. Rusya’da ise geri kalmış bir tarım ülkesinde sosyalist devrimin gerçekleşeceğini ve iktidara geleceğini göstermiştir.

Sosyalizmin uluslararası alandaki gelişmesiyle ilgili belirtilmesi gerekli ilk olay 1864’te Londra’da Enternasyonal’in kurulmasıdır. Her ülkede işçilerin iktidarı ele ge­çirme yolunda bir yönetim merkezi fonksi­yonu görecek olan Enternasyonal başarılı olamadı. Kısa zaman sonra dağıldı. İngiliz, Fransız ve Alman sosyalizmleri arasındaki felsefe ve yöntem farklılıkları, uluslararası planda sosyalizmin birliği, bütünlüğü ve birleşmesini Önledi. Alman sosyalizmi demokratik nitelikte iken, İngiliz sosyalizmi ise bir sendikacılık hareketi olarak kaldı. Fransa’da ise sosyalizm Proudhon ve Blanqui’ye bağlı kaldı. Diğer yandan Avrupa’nın güneyinde Bakounin (1814-1876)’in Anarşizmi öne çıktı. Böyle bir ortamda bütün Avrupa işçilerinin Marks’ın etrafında toplanmaları imkânsız idi. 1889’dan 1914’e kadar devam eden ve Paris’te kurulan İkinci Enternasyonal, Fransız sosyalistleri ile Alman sosyalistleri bir araya getirmeye ve uzlaştırmaya çalıştı. İngiliz sosyalistleri reformcu çizgide ilerlemiş ve Fabian Society’yi kurmuşlardır. Milliyetçi düşüncelerin zirvede olduğu bir dönemde enternasyonalizmi başarıya ulaştırmak mümkün olmadı. 1914’te Alman-Fransız savaşının çıkmasıyla İkinci Enternasyonal da dağılmaktan kendini kurtaramadı.

Rusya’da Komünist Bolşevikler iktidarı ele geçirdikten sonra 1919’da Moskova’da Üçüncü Entemasyonal’ı topladılar ve örgüte egemen oldular. Fakat sosyalist hareketler kendi içinde bölündüğünden birlik oluşturmak imkânı olmadı. Avrupa’da sosyalist partiler, demokratik yöntemleri benimseyerek ihtilâlci sosyalizmden ayrıldılar. Almanya’da Nasyonal Sosyalizmin, İtalya’da faşizmin iktidara gelmesi, Enternasyonali olumsuz etkiledi. İhtilâlci-Rusçu çizgi Avrupa’da rağbet görmedi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalizm, her ne kadar kendi içinde bölünmüş­lüğünü sürdürdüyse de Doğu Avrupa ülkelerinde, Uzak Doğu’da ve pek çok Üçüncü Dünya ülkesinde iktidara gelme imkânı bulmuştur. Çin Halk Cumhuriyetinin komünistleşmesi, sosyalizmin uluslararası gelişmesinde önemli rol oynamakla birlikte, Sovyetler Birliği ile çatışma noktasına gelmesi sosyalizmi yeni bir bölünme İle karşı karşıya getirdi. Doğu Avrupa ülkelerindeki sosyalizm uygulaması Sovyetlerin denetiminde kalırken Avrupa’daki komünist ve sosyalist partiler, farklı özellikte Euro Communism’i geliştirdilerki bu partiler Marks’ın ihtilâlci sosyalizm çizgisinden uzaklaşarak demokratik yöntemleri benimsediler. 1980’li yılların sonunda sosyalist ülkelerde çok hızlı bir şekilde ortaya çıkan siyasal değişmeler, toplumsal beklentilere cevap verememiş olan sosyalist rejimlerin tasfiyesine sebep oldu. Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya, Romanya ve Macaristan’da komünist partiler iktidarları kaybettiler ve bu ülkelerde çok partili hayata geçilmesi hazırlıkları yapılmaktadır. Sovyetler Birliği tarafından gerçek sosyalizmi arama adıyla başlatılan değişikliklere Çin Halk Cumhuriyeti ile Arnavutluk, şimdilik muhalefet etmektedirler.

Türkiye’de sosyalizm yanlısı düşünceler, 1917 Ekim İhtilâli’nden sonra görüldü. Batı emperyalizmine karşı bir İstiklâl Savaşı veren Türkiye aydınlan için, Avrupa’dan önce kapitalizmi yıkmış olan Bolşevik Rusya daha da ilgi çekici idi. Ayrıca Üçüncü Enternasyonal’in merkezinin Moskova’da olması da sosyalist hareketleri Moskova merkezli olmak zorunda bırakmıştır. İstiklâl Savaşı yıllarında Ankara hükümeti ile Sovyet yönetimi arasında başlayan yakınlaşma 1925’te iki ülke arasında bir dostluk ve saldırmazlık antlaşmasının imzalanmasına imkân verdi. 1920-1926 arasında Üçüncü Enternasyonali bağlı olarak faaliyet gösteren Türk sosyalizmi, Türkiye Cumhuriyetinin tek partili otoriter yapısının kurumlaşması ve tüm muhalefetin ezilmesi sırasında etkinliğini yitirdi ve illegal hale geldi. 1931’de çıkmaya başlayan Kad­ro dergisi etrafında toplanan bir grup sos­yalist aydın, bazı önemli kişilerin yardımlarını gördüler. Türkiye’de sosyalist düşünceler halk katlarında ciddi bir taraf bulamadı. Genelde çeşitli dergilerin etrafında topla­nan aydınlar arasında rağbet gördü. II. Dün­ya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin Batı’ya daha çok kaymasının, 195O’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin, sosyalizmin gelişmesini önlediği söylenebilir. 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamında çeşitli adlar altında örgütlenme imkânı bulan sosyalistler, 1971 ve 1980 askeri müdahalelerinden olumsuz etkilendiler. 1920’den bu yana faaliyet gösteren illegal Türkiye Komünist Partisi’nin Türk siyasal hayatında fazla bir etkisi olmamıştır. 1960’dan sonra örgütlenen Marksist-Leninist çizgideki sosyalist partiler, Türk sosyalizminin bölünmüşlüğünü ifade etmişlerdir. Bazılarının güttükleri bölücülük politi­kası hem yasal engelle, hem de kamuoyunun baskısıyla karşılaşmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Marksist olmayan “demokratik sol” ve “ortanın solu” şeklinde formüle edilen sosyalizmi başarıya ulaşırken, Marksist-Leninist ve ihtilâlci sosyalizm taraftarları seçimlerde ciddi varlık göstermiş değildirler. 1982 Anayasası’nın yasal çatısı altında teşekkül eden siyasal yapı içerisinde sosyalist düşüncelere ve eğilimlere Halkçı Parti, Sosyal Demokrat Parti ve bu iki partinin birleşmesiyle kurulan Sosyaldemokrat Halkçı Parti’de rastlanmaktadır. Bülent Ecevit’in kurduğu Demokratik Sol Parti, ulusal özelliklere göre dizayn edilen demokratik sosyalizmi programına dahil etmiştir. Bir yandan 1989 yılında Doğu Avrupa’da meydana gelen hızlı değişmeler, diğer yandan ise sosyalizmin son yıllarda ciddi anlamda teorik ve pratikte kendini Üretememesi Türk sosyalizmini olumsuz şekilde etkilemiştir.

XIX. yüzyılda liberalizme ve onun uygulanması sürecinde ortaya çıkan ciddi sosyal ve ekonomik sorunlara bir tepki olarak ortaya çıkan sosyalizmin İktidarı ele aldığı ülkelerde (Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Avrupa ülkeleri, Arnavutluk vd.) bireyciliği, özel mülkiyeti ve genelde liberalizmi sorumlu tuttuğu temel sorunlara çözüm üretememesi işçi kitleleri ve aydınların kendisine duyduğu güveni sarsmıştır. Ayrıca uluslararası alanda savaş ve çatışmalara, içeride totaliter diktatörlüklere yol açması, sınıfları kaldırmak şöyle dursun toplumu parti ve kamu bürokrasisi sınıfına teslim etmesi, özgürlüklere aşırı sınırlar getirmesi, devletin kalkınması yönünde hiçbir gelişmenin görünmemesi, özel mülkiyetin ve üretim araçlarının kamulaştırılması ile toplumsal dinamizmin ortadan kaybolması, her bakımdan eleştirilen piyasa ekonomisi ve özel mülkiyetin cari olduğu toplumların ekonomik, sosyal ve teknolojik alanda hızla ileriye gitmeleri, sosyalist toplumların bunlara yetişmelerinin imkânsız oluşu gibi faktörler, XX. yüzyılın sonlarına yaklaşılırken sosyalizmin gerilemesine, dinamizmini kaybetmesine, kendini yeniden üretememesine ve kitlelerin güven duyamamalanna sebep olmuştur. Gelecek zaman sosyalizmin ya kendini yenileyip toparlayarak varlığını sürdüreceğine, ya da tarihe mal olacağına tanık olacaktır.

Davut DURSUN – SBA

Daha yeni Daha eski