Hz. Hamza gibi bir kişinin İslâm’ı kabûlünün ardından, az sayıdaki müslüman sevinmiş fakat müşrikleri telaş almıştı. Kureyş ileri gelenleri “Darü’n-Nedve” de toplandılar. “Bunlar gittikce çoğalıp kuvvetleniyorlar, çabuk çâresine bakmazsak, ileride önünü alamayacağımız tehlikeler doğar… Buna kesin çâre bulmalıyız” dediler. Çeşitli teklifler ortaya atıldı. Ebu Cehil:
–Muhammed‘i öldürmekten başka çıkar yol yok. Bu işi yapana şu kadar deve ve altın verelim, deyince Ömer ayağa kalktı:
-Bu işi ancak Hattâb oğlu yapar? dedi. Ömer alkışlar arasında yola çıktı. Silahlarını kuşanıp giderken yolda Abdullah oğlu Nuaym’e rastladı. Nuaym:
-Nereye böyle ya Ömer? diye sordu. Ömer:
-Araplar arasına ayrılık sokan Muhammed’in vücûdunu ortadan kaldırmağa… diye cevâp verdi.
-Ya Ömer, sen çok zor bir işe kalkışmışsın. Müslümanlar Muhammed’in etrafında pervane gibi dönüyor, seni O’na yaklaştırmazlar. Yapabildiğini kabûl etsek, Haşimoğulları seni yaşatmazlar”… dedi. Ömer bu sözlere kızdı.
-Yoksa sen de mi onlardansın? diye çıkıştı. Nuaym:
-Sen benden önce kendi yakınlarına bak. Enişten Said ile kız kardeşin Fâtıma Müslüman oldular, dedi.
Ömer buna hiç ihtimâl vermedi. Fakat içine düşen şüpheyi gidermek için, yolunu değiştirip doğru eniştesi Said bin Zeyd‘in evine vardı. Bu esnâda içeride Kur’ân-ı Kerîm okunuyordu. Ömer, kapı önünde okunanları işitti. Kapıyı kırarcasına vurdu.
İçerdekiler Ömer‘i görünce telaşlandılar. Ömer‘in İslâm’a olan düşmanlığını biliyorlardı. Hemen Kur’ân sahifesini sakladılar ve kapıyı açtılar. Ömer:
-Nedir o okuduğunuz şey? diye bağırdı. Eniştesi:
-Bir şey yok, diye cevap verdi. Ömer:
-İşittiklerim doğruymuş, diyerek, hiddetle eniştesinin üzerine atıldı. Araya giren kız kardeşinin, bir tokatla yüzünü kan içinde bıraktı. Canı yanan kızkardeşi Fâtıma:
-Ya Ömer, Allah’tan kork. Ben ve eşim Müslüman olduk, bundan gurur duyuyoruz ve senden korkmuyoruz. Öldürsen de dinimizden dönmeyiz… dedi ve şehâdet getirdi. Yüzü kan içindeki kız kardeşinin bu hâli ve sözleri Ömer’i sarstı, kalbinde bir yumuşama başladı, âdeta yaptıklarına pişmandı. Olduğu yere oturdu:
-Hele şu okuduğunuz şeyi getirin, göreyim, dedi. Kız kardeşi Kur’ân-ı Kerîm sahifesini O’na verdi. Bu sahife “Tâ Hâ” veya “Hadîd” Sûresinin ilk âyetleriydi. Ömer büyük bir ilgi ile sahifeyi okumaya başladı.
“Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah’ı tesbîh ederler. Yegâne galip ve hikmet sahibi olan O’dur. Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur, hem diriltir, hem öldürür. O her şeye hakkıyla kâdirdir. O her şeyden öncedir. Kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı Son’dur, varlığı aşikârdır, gerçek mâhiyeti insan için gizlidir, O her şeyi bilir”… (el- Hadîd Sûresi, 1-3)
Ömer bu âyetleri okuduktan sonra derin bir düşünceye daldı. Allah Kelâmı’nın yüksek mânâ ve fesâhati onun kalbine işlemişti. “Göklerde ve yerde olan şeyler hepsi Allah’ın, bizim putlarımızın bir şeyi yok…,” diye düşündü. “Beni Rasûlullah’ın yanına götürün” dedi O esnada Hz. Peygamber Safâ semtinde Erkâm’ın evindeydi.
Ömer‘in silahlı olarak geldiğini gören Müslümanlar telaşlandılar. Yalnızca, Hz. Hamza:
-İyilik için gelirse ne âlâ, aksi halde geleceği varsa, göreceği de var, telâşa gerek yok… dedi. Sağından ve solundan iki kişi tutarak Hz.Muhammed’in huzuruna götürdüler. Ömer, Hz. Muhammed‘in önünde diz çökerek şehâdet getirdi. Orada bulunanlar sevinçlerinden hep birden tekbir getirdiler. Safâ tepesinde yükselen “Allâhü Ekber” sadâsı ile Mekke ufuklarını çınlattılar.(1) Mekke Devri 6’ıncı yılı, (616 M.)
Ömer:
-Kaç kişiyiz? diye sordu.
-Seninle 40 olduk, dediler. Ömer:
-O halde ne duruyoruz? Hemen çıkalım, Harem-i Şerîf’e gidelim, dedi. Bütün Müslümanlar toplu halde Kâbe’ye gittiler.
Kureyş, Darü’n-Nedve‘de sonucu merak içinde beklemekteydi. Müslümanların toplu halde Harem-i Şerîf’e ilerlediğini görünce:
-İşte Ömer, hepsini önüne katmış getiriyor… dediler.
Ömer Kureyşlileri görünce:
-Beni bilen bilsin, bilmeyen öğrensin, Ben Hattab oğlu Ömer’im. İşte Müslüman oldum… dedi ve şehâdet getirdi. Kureyşliler şaşkına döndüler. Her biri bir tarafa savuştu.
Müslümanlar ilk defa Harem-i Şerîfte saf olup topluca namaz kıldılar.(2)
Hamza ve Ömer‘in Müslüman olmalarıyla, İslâm’ın yayılması hız kazandı. Daha önce 6 yılda sayıları ancak 40 kişiye ulaşabilmişken bir yıl sonra Müslümanların sayısı 300’ü geçmiş, bunlardan 90 kişi Habeşistan’a hicret etmişti.
(1) İbn Hişâm, 1/366-371; İbnü’l-Esîr, a.g.e., 2/84-87
(2) Târih-i Din-i İslâm, 2/238-239