hudeybiye-antlasmasi.png 02 204 Tarihsel Metot
Metot, herhangi bir ilmin araştırma sahasına giren konulardan çıkarılmak istenen sonuçları ve bilgileri elde etmenin vasıta ve yolları demektir. Tarih İlminin gelişmesine paralel olarak metot konusu da gelişmiş ve tarihî konuların farklı zaviyelerden daha ihatalı ele alınmasını sağlamış, çeşitli milletlerin çeşitli zamanlarda kaydettikleri sosyokültürel gelişmelerin daha net anlaşılmasında önemli rol oynamıştır. Kaynaklar bir tarihî hadiseyi aydınlatmak için önemlidir. Bununla beraber kaynaklardaki bilgilerin kıymetini tespit ve en doğru sonuca ulaşabilme meselesi de çok mühimdir. O halde kaynaklarda yer alan herhangi bir bilgi doğru mudur? işte bunun cevabını bulabilmek için usûl ve metot konularını iyi bilmek gerekir. Bunu sağlamak için tarihte “intikat (tenkit)” konusu geliştirilmiştir.
Tenkit, bir kaynağın bir olay hakkında verdiği bilginin ve bundan çıkarılan sonucun gerçeğe uygun olup olmadığını incelemektir. İki türlü olur:
1- Dış tenkit (veya kaynakların tenkidi): Bir kaynağın bir konuya dair verdiği bilgilerin kabule şayan olup olmadığını ele almaktadır. Dış tenkit açısından konuya baktığımız zaman “para kazanma hırsı, mezhep laassubu, kişilerin soy-sop (nesep) itibariyle kendilerini yüksek gösterme isteği, hükümdarlarla ve yüksek mevki sahiplerine yaranma arzusu” bazı kimselerin kitaplara asılsız şeyleri sokmalarına yol açmıştır. Madem ki bazı eserlerde bazı sebeplerle yanlış ve hurafelere tesadüf edilmektedir. O halde bunlar nasıl bilinir. Bunların zararlarından nasıl sakınılır?
Bunun için bir kaynağın sıhhatli olup olmadığı ele alınır. Dil, yazı, üslup, terkip ve tasnif açısından aynı zaman ve yerlerde yazılmış sıhhati kesin eserlerle; olayları ele alış ve anlaüş biçimi ile doğrudan şüphe ol mayan kaynaklarla mukayese edilir. Eserde sun’ilik, uydurma ve çalıntı belirtileri var mı? Yok mu? Asılsız, hurafe çeşidinden bazı bilgilere yer verilmiş mi, verilmemiş mi? Bunların cevaplan araştırılır. Her şeye rağmen sıhhati tartışılan eserin münderecatına yeni ve doğru bilgilerin girebileceğini, önceden sıhhatli diye bilinen eserin münderecatında da yanlışlıkların olabileceğini de akıldan ırak tutmamak icâbeder. Böylece, iddia edilen zaman ve olaylara dair bütün önemli kaynaklara vakıf olmadan herhangi bir eserin zayıflığına, sahteliğine karar vermek de oldukça zordur. Rastgele, sathi malumata dayanarak hüküm vermek yanlış olur. Bu arada el yazması eserlerde orijinal nüshaya ulaşmak, istinsah yoluyla çoğaltılanlardaki müstensih hatalardan emin olabilmek açısından önem taşır.
Bilhassa İslâm tarihinin Asr-ı Saadet çağı ile alakalı konularının araştırılmasında iki şeye özellikle dikkat etmek icabetmektedir. Bunlardan birincisi: Kur’ân-ı Kerim’in ve Hz. Muhammed (s.)’in bize verdiği bilgileri nakletmek. Bilhassa Hz. Peygamber’in hayatta olduğu zaman diliminde Mekke ve Medine çevresinde cereyan eden olayları incelerken bu husus pek mühimdir. Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk’ü ve benzeri umûmi îslâm tarihi kaynaklarındaki rivayetlerin sıhhatli olanım zayıf olanından ayırdetmek için ayrı bir dikkat gerekir. Bir talih eseri olarak bu tür umûmî tarih kaynaklarında yer alan olayların öncesinde onu nakledenlerin isimleri sıralanmıştır, İslâm âlimleri ise bilhassa hadisçiler için “Râvîleri Tenkit ilmi” diye bir ilim dalı geliştirmişlerdir. O halde o dönem konularıyla ilgilenen araştırmacılar kaynaklarda gördükleri w’r haberi almadan, râvilerini inceleyerek sıhhatlisini zayıfından veya uydurma olanından ayırdetmeye çalışmalıdırlar. Bu yüzdendir ki, Kur’an ve Sünneti asr-ı saadet devri tarihi hadiselerinin bir kaynağı olma açısından ele almayanlar ve umumi tarih kaynaklarındaki nakillerin sıhhatlisini zayıfından veya uydurmasından ayırdetmek için çaba göstermeyenler -kim olursa olsun-Islâm tarihi konularında sık sık hataya düşmektedirler. Bilhassa gayr-i müslim yazarlarda (müsteşriklerde) buna Hıristiyanlık taassubu da eklenince yanılma, iftira yani asılsız şeyleri olmuş gibi gösterme noktalarına kadar ulaşabilmektedir. Dolayısıyla bu yanılgıya asr-ı saadeti sadece oryantalistlerin (müsteşriklerin) eserlerinden öğrenmek isteyen herkes düşünebilmektedir. Bunun boyutları -son zamanlarda cereyan ettiği gibi- bazan -hâşâ- şeytanın, vahiy konusunda Hz. Peygamber’i yanıltabileceği iddiasına kadar varabilmektedir. Halbuki konuya Kur’ân-ı Kerim’in ve hadislerin gözlüğü ile bakabilcıı bir insan bu iddianın tamamen hurafe, uydurma ve yalan olduğunu görecektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’e göre Cenâb-ı Hak, Rasûl-i Ekrem’i sürekli gözetmektedir. Peygamber (s.) ancak vahiy ile konuşmaktadır. Başkasına ait bir sözü âyetmiş gibi ona kabul ettirilmesi imkânı yoktur. Böyle bir şeyi ilâhî kanun ortadan kaldırılmıştır. Haberi nakleden râvîler açısından yani kaynak tenkidi açısından meseleye baktığımızda da aynı sonuca ulaşmaktayız. Bu zaviyeden ele alındığında iddianın bir uydurma olduğu ortaya net bir şekilde çıkmaktadır.
2- İç tenkit (veya olayların tenkidi): Kaynakta yer alan bilgilerin kıymetini biçmek, değindiği konulardaki ispat kudretini tespit etmektir. Bir hakim mahkemede dâva konusu olan meselenin içyüzünü meydana çıkarmak içi nasıl ki şahitlerin ifadesini dinlerse araştırmacı da çeşiüi kaynakların meseleye bakışım teker teker ele alır. Bu noktadan; eserin müellifinin dini, mezhebi, partisi, medeni seviyesi, mesâi tarzı, ilgi alanları hasılı bütünüyle hayat hikâyesi önemlidir. Bir müellif yaşadığı devrin olaylarını naklediyorsa yukarıdaki ölçülerle değerlendirilir. Şayet geçmiş yüzyıllardaki olayları naklediyorsa o zaman dayandırdığı kaynaklara göre kıymet biçilir, şayet kaynak vermiyor da olayların rivayet silsilelerini veriyorsa o zaman ravilerin durumu dikkate alınarak haberin doğrusuna ulaşılır. Hem kaynak hem de rivayet silsilesi verilmiyorsa o zaman o eserin ve eserdeki haberlerin değerlendirilmesi sond erece zorlaşır, bu tür eserleri ancak o alana gerçekten vakıf araştırmacılar değerlendirebilir ve araştırmacılara ışık tutabilirler. Bilhassa müellif, yaşadığı devrin olaylarını anlatıyorsa şahsiyet yapısı itibariyle güvenilir olsa da çevre şartları ve -varsa- sansür onun gerçek görüşlerini yazmasına engel teşkil etmiş mi? Bunu dikkate almak gerekir. Tarihî bilgilerin haber kaynaklan şifahî ve yazılı haberler olmak üzere ikiye ayrılır. Şifahî haber deyince akla “tarihî şiirler, destanlar, menkıbeler, hikâye ve anektotlar, fıkralar, tarihî darbımeseller” gelir. Yazılı haberler deyince ise “kitabeler, şecereler, vakanüvistlerin eserleri, hal tercemeleri, otobiyografi ve hatıralar, seyahatnameler, gazete ve mevkuteler, resimli haberler ve haritalar, sanat eserleri, matbu ve el yazması eserler, hukukî vesikalar (mahkeme sicilleri), arşiv vesikaları, edebî eserler, mezar taşlan ve kitabeler vs.” akla gelmektedir.
Tarihî tenkit usulüne uygun olarak ortaya konulan tarih araşürmalan soyla bilimlerin diğerd allarına sağlam doküman verir; ülke yöneticilerini geçmişte cereyan etmiş olaylar etrafında düşündürür, günümüzde yapacaklan işlerde ve planladıktan memleket hizmetlerinde, ne gibi şeylere dikkat edecekleri hususunda ders verir. Toplumdaki kimlik oluşumunun müspet istikamette gelişmesinde veya mevcut olan millî kimliğin yanlış istikamette değişmesinin Önlenmesinde Önemli katkı sağlar.
Diğer sosyal bilimlerde, özellikle sosyolojide, tarihî hadiseleri araştırmak, günümüzü şekillendiren sosyal faktörler ve beşerî problemlerle iligili gerçekleri analiz etmek suretiyle genel kanun ve prensiplere varma usûlü demek olan bir başka tarihî metoddan da söz edilir. Vico, Hegel, Herder, A. Comte, hatta Weber’in izah ve yorumlarında bu metod önemli bir yer tutar. Bütün sosyal ve manevî meseleleri bu usûlle çözme eğilimi sosyoloji tarihinde, bilhassa Almanya’da tarihçi ekolün doğmasına vesile olmuştur.
Bu metodda araştırıcının tarihe yönelmesi kişisel birtakım hadiseleri tenkit etmek değildir; sosyal hadiseleri ve bu hadiselerin kahramanlannı, hayatı yeniden kuruyormuşcasına tasviç etmek anlamına da gelmez; ancak araştırıcının bu temayülü, ortaya çıktıkları andan itibaren mahiyetini ve tâbi oldukları kanunları tanımak maksadıyla çeşitli sosyal gruplar ve sosyal hadiselerden her birini kuşatan çevrenin sınırlandırılması tarzında değerlendirilmelidir.
Araştırıcının geçmişi anlayıp yorumlayabilmesi ancak iki safhada olur: Tahlil ve terkîb yani analiz ve sentez. Birinci safhada tarihî vesikalar toplanır, tenkidi yapılır, cüz”! tarihî gerçekler sınırlandırılır. Sonra ikinci safha başlar, orada araştırıcı bu tarihî gerçeklerin sınıflanmasını yapar, aralarında ilişkiler kurmaya çalışır.
Hüseyin ALGÜL – SBA