Tevhid Birlik, birlemek.
Allah’ın varlığını, birliğini, tüm yetkin nitelikleri kendisinde toplandığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmak. Bu bilgi ve inanç en özlü biçimde “Lâ İlâhe İllallah’ (Allah’tan başka ilah yoktur) cümlesiyle ifade edilir. Bu nedenle bu cümleye tevhid kelimesi (kelime-i tevhid) denir. Tevhid kelimesini söyleyen ve buna inanan kişi mümin ve muvahhid adını alır. Tevhid konularını inceleyen ilme ve tevhid ilmi (ilm-i tevhid) adı verilir.
Tevhid kelimesi Kur’an’da geçmez. Buna karşılık tevhid inancı çeşitli yönleriyle sayısız ayette dile getirilir.
Özellikle Mekke’de inen ayetler, tam olarak kavranması amacıyla tevhid inancı üzerinde yoğunlaşır. Usulü’d-din denilen, dinin üç temel ilkesinden ilkini oluşturan tevhid inancı İslam bilginleri, kelamcılar ve mutasavvıflar tarafından derinlemesine incelenerek çeşitli yorumlara tabi tutulmuştur.
Kur’an, tevhid inancını Allah’ın zatı, tekliği, sıfatları, evren ve insanla ilişkileri açılarından çeşitli boyutlarıyla ortaya koyar. Bütün bunlar şöyle özetlenebilir.
Allah birdir, O’ndan başka ilâh yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O’na muhtaçtır. O’na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı olmaktan münezzehtir. Eğer O’nun yanısıra başka tanrılar olmuş olsaydı, onlardan kimileri diğerleri üzerinde egemenlik kurmak isterlerdi. O birdir, ama Hristiyanların sandığı gibi üç içinde bir değildir. O’na oğulları, kızları isnad edenler, İsa (a.s)’in O’nun oğlu ya da kendisi olduğunu söyleyenler Allah’a iftira etmiş olurlar. O’nun ne oğulları, ne de kızları vardır. O, doğurulmamıştır, doğurmamıştır. Ancak kafirler, hiçbir şey yaratmayan ve kendisi için yaratılmış olan şeyleri O’na ortak koşarlar. O sözde tanrılar ki, ne kötülük, ne de iyilik yapmaya güç yetirebilir; ne ölümü, ne hayatı, ne de yeniden dirilmeyi kontrol edebilirler. Bu nedenle, Allah’la ilişkili olabilecek bir tanrı yoktur. İnsanların uydurduğu tanrılar, zanna dayalı isimlerden ve onların nefislerinin hevasından başka bir şey değildir.
Allah, mutlak güç sahibidir. Her şeyin dönüşü, O’nadır. O, yaratıcıdır, yaratma sürecini başlatan ve dilediği gibi yaratandır. Başlangıçta gökleri ve yeri yarattı, onları duman ya da nebülöz halindeki bir cevher gibi bir araya getirdi ve daha sonra birbirinden ayırdı. Gökler ve yer, üzerindeki tüm varlıklarla birlikte O’nun emri kesindir, kimse onu değiştiremez. Yarattığı güneş, ay ve yaldızların tümü O’nun kanunlarıyla ve O’nun buyruğuyla hareket ederler. Gökte ve yerde bulunan her yaratık O’nun emirlerine gönüllü olarak boyun eğer. O, her şeyi yaratan, vareden ve onlara şekil verendir.
Allah âlemlerin rabbidir, gizlilerin de rabbidir. O’nun gücü her şeye yeter; göklerin ve yerin tüm güçleri O’na aittir. O, kerim olan Arş’ın, yüce Arş’ın rabbidir. Tüm yükselme derecelerinin sahibidir. Bir beşik gibi arzı uzatır, gökte, uygun ölçülerde su indirir. O, bütün varlıkları çiftler halinde yarattı. Gökkubbeye düzen ve mükemmellik verdi. Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hakimiyeti Allah’ındır. Doğu ve batı O’nundur. Ne yana dönerseniz dönün, O oradadır. Çünkü her şeyi kuşatmıştır. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplar. Yarattıklarını koruyup gözetir ve bunda hiçbir güçlükle karşılaşmaz. O, azizdir, hikmet sahibidir.
Allah yalnız yaratıcı değil, aynı zamanda rahimdir, rızk verendir, koruyandır, yardımcıdır, hidayet verendir ve tüm yaratıkların darda kalmışlarına yardım ulaştırandır. Allah dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Dünya, belirlenmiş bir süreye göre, bir amaçla ve bir plan doğrultusunda yaratılmıştır. O kanunlar çıkarır, rehberlik eder, her şeyi bir ölçü ve takdire göre düzenler, yaratır, yol gösterir. O, her şeyi bilendir. Her şeyi görendir.
Allah, hüküm verenlerin en iyisidir. Hiç kimseye asla zulmetmez. İnsana adaletsiz davranan O değil, kendi nefsine zulmeden insandır. Hüküm gününde adalet tartıları kurulacak, en küçük bir amel bile hesaplanacaktır. O çabuk ceza verendir ve acı azapla cezalandırır. İnsanlara adil olmalarını buyurur ve adil olanları sever. Günahtan sakınıp sevap işleyenlere büyük ödüller verir. İnsanların iyi amelleri, en güzel şekilde ödüllendirilmek için yazılır. Allah, tüm iyilikleri kendisinde toplamıştır, tüm iyiliklerin kaynağıdır. Her türlü kötülükten de uzaktır.
Allah, insanın ruhunu, hiçbir şey değilken var etti, bu tek nefisten tüm insanlığı yarattı. İlk insanla eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadınlar üremesini sağladı. İnsana kulak, göz akıl ve duygu verdi; yeryüzünde Allah’ın halifesi olmasını takdir etti; bir gün ölmesini kararlaştırıldı; sonra, kıyamet günü dirileceği kaderine yazıldı. Bütün insanlık tek bir ailedirler. Çünkü tek bir ana-babadan gelirler. insan, yaratılmışların en üstünüdür. Çünkü Allah onu en yüce bir suretle yaratmıştır. O, Allah’ın ruhundan üflenen soluğu içine çekerek doğar. Bu nedenle insanın mükemmelliği Allah’ın boyasına boyanmaktan, ilahî isimlerin en mükemmel gerçekleşimi ve özümlenişi olmasından gelir. Allah da nurunun mükemmelleşmesinden, yani insanlarda bu sıfatların mükemmelleşmesinden başka bir şey istemez. İnsanın tek amacı, tüm ilahi nitelikleri, tüm fıtri değerleri ilerleterek kendisinde gerçekleştirmektir. Allah insanlığı kuşatmıştır ve onu yüceltir. O, insanın daima yanındadır, ona şahdamarından bile daha yakındır.
Kur’an’da ortaya konulan tevhid anlayışı, kelamcılarca çeşitli biçimlerde sistematize edilmiştir. Buna göre Allah’ın birliği yaratıcının birliği ile tapılacak varlığın (mabud) birliğini de içine alır. Yaratıcının birlenmesine (tevhid-i uluhiyet), iradı birleme (tevhid-i iradı) ve amelî birleme (tevhid-i amelî) denir. Tüm peygamberler bu tevhid anlayışına çağırılmışlardır. Hz. Muhammed de bu iki tevhidi öğretmek ve gerçekleşmesini sağlamak üzere gönderilmiştir. İlmi birleme, Allah’ta bulunması zorunlu nitelikleri kabul etmek, tenzihi zorunlu olan eksik nitelikleri de reddetmektedir. Böylece ilmi tevhid Allah’ın sıfatlarını kabul etmeyen tatil anlayışından ve Allah’ı yaratılmış varlıklara benzeme (teşbih) anlayışından kurtarır. İlm tevhid, Allah’ı bilgi ve söz düzeyinde tevhid etmektir.
İradı ya da amelî tevhid, ortağı olmayan tek Allah’a ibadeti, sevgi, ihlas, tevekkül ve bağlanmayı, yalnız O’ndan ummayı ve korkmayı, hiçbir konuda O’na eş tutmamayı gerektirir. iradı tevhid, Allah’ı niyet, irade ve amel bağlamında birlemektir. İlmî tevhidde tasdik tekzib; iradî tevhidde teşvik veya men vardır. İlmî tevhidin iki karşıtı vardır. Bunlar tatil (sıfatları iptal) ve teşbihtir (Allah’ı yaratılmış varlıklara benzetme). Amelî tevhidin de iki karşıtı vardır. Bunlar da Allah’a sevgi, bağlılık, tevekkül ve güvenden yüz çevirmek ile hu konularda başka varlıkları Allah’a ortak koşmaktır (şirk).
İlmî tevhid ile amelî tevhid birbirinin zorunlu tamamlayıcısıdır. İki tevhid birleştirilmeden İslam’ın öngördüğü tevhid anlayışı gerçekleşmez. Sözgelimi, “Allah, tek yaratıcıdır” diyen kişi “la ilahe illallah” demiş sayılmaz. Tevhid kelimesinin özü, gerçek Allah’a, tapınmaya layık olan, ortağı bulunmayan tek Allah’a kulluk, ibadettir. Bu nedenle Allah’ın her şeyin yaratıcısı, rabbi olduğunu, yaratıcılık ve rablıkta ortağı, benzeri bulunmadığını söylemek yeterli değildir. Bunu söylemenin yanısıra, O’ndan başka ibadet edilecek bir mabud olmadığını da söylemek gerekir.
Allah’ın kulların fiillerinin yaratıcısı olması, tüm evreni idare etmesi ve âlemlerin rabbi olması gibi gerçekler ilmî tevhidin konularını oluşturur. Bu gibi gerçeklere kevnî gerçekler denir. Allah’ın emrettiği şeylerin sevilmesi, haram kıldığı şeylerin sevilmemesi, O’nun sevdiğine sevgi gösterilmesi, sevmediğinden yüz çevrilmesi, din hükümlerinin O’nun tarafından teşri edilmesi gibi gerçekler de ameli tevhidin öğelerini oluşturur. Bu tür gerçeklere de dini ya da şer’i gerçekler adı verilir. Kevnî gerçeklerle yetinerek dini gerçeklere boyun eğmeyen, peygamberlere uymuş sayılmaz, muvahhid olarak kabul edilmez.
Allah’ın birliğinden sözetmek 0’nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu söylemektedir. Zatının bir olduğunu söylemek, O’nun kısmının, parçasının, bölümünün olmadığını söylemektir. Çünkü birleşik olmaması Allah’ın zorunlu niteliklerindendir. Sıfatlarının bir olduğunu söylemek, eşinin, benzerinin olmadığını kabul etmektir. Çünkü yaratılmış varlıklara benzemek de, O’nun temel nitelikleri arasındadır. Fiillerinde bir olduğunu söylemek de, ortağı bulunmadığını söylemektir. Çünkü ortalık aczi gerektirir.
Mutasavvıflar da tevhidi çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır. Bunlardan en yaygın olanına göre tevhid, kusudî ve şuhudî olarak ikiye ayrılır. Kusudî tevhit, sadece Allah’ı kasd ve irade etmek; daha doğrusu, Allah’ın kasd ve irade ettiği şeyi irade etmektir. Bu tevhidde kul ile Allah’ın iradeleri aynı noktada birleşir; aynı şeyi diler ve isterler. Bu tevhid anlayışı ifadesini “la maksude illallah” cümlesinde bulunur.
Şuhudî tevhid, mutasavvıfın manevi tecrübesinden kaynaklanır. Vecde gelerek kendinden geçen mutasavvıf sadece Allah’ı görür, O’nun dışındaki varlıkları görmez. Vicdanî tevhid ya da zevki tevhid de denilen bu tevhid, “la meşhude illallah” cümlesiyle özetlenir. Şuhudî tevhidin üç mertebesi vardır. Birinci mertebede Allah, mutasavvıfa fiilleriyle tecelli eder, o da bütün fiilleri Allah’tan görür. Bu mertebeye özgü tevhid, “la faile illallah” (Allah’tan başka fail yoktur) cümlesiyle dile getirilir. ikinci mertebede Allah mutasavvıfa sıfatlarıyla tecelli eder. Bu durumda mutasavvıf varlıkları değil, sadece Allah’ı ve sıfatlarını görür. Üçüncü mertebede Allah zatıyla tecelli eder. Bu durumda mutasavvıf tüm varlıkta yalnız Allah’ı görür. Müşahedeye dayanan bu teshid, “la mevcude illallah” (Allah’tan başka varlık yoktur) cümlesiyle ifade edilir. Tevhidin bu son şekli, vahdet-i vücudcu mutasavvıfların anlayışını oluşturur.
Allah’a ibadet, belirli amellerle sınırlı değildir. Allah’a ibadet etmek, insanın her adınında, her hareketinde, her sözünde O’nun koyduğu kurallara uymak, O’nun hükümlerini yerine getirmek, resullerinin gösterdiği yoldan yürümek demektir. Yalnızca O’ndan yardım dilemek, korkmak, O’na güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek, sığınmak, O’ndan başkasını veli edinmemek, sorunların çözümünü O’na havale etmek, O’ndan başka koruyucu, kollayıcı kabul etmemek de tevhid inancının gerektirdiği tek Allah’a ibadetin boyutlarını oluşturur.
Ahmet ÖZALP – Şamil İA
• Kelâmda, Allah’ın gerçek tek olup, her türlü ortak ve benzerden münezzeh olduğuna inanmak demektir. Kelâmcılar, yeni olma, yaratılmayı (hads) ısbat ettikten sonra, Allah’ın kıdem sıfatının bu hads’den yani yeni olma ve yaratılmadan tenzih ederler. Aslında tevhid İslâm dininde kelâm ilminin müteradifi olup, bütün akaid erkanının esasını teşkil eder.
Tasavvufta ise tevhid yeni olan, yaratılanla yaratanı bir tek varlık olarak görme manasına gelmektedir (bk. Rusuh al-Din İsmail b. Ahmet al-Ankaravi, Minhac al-fukara, İstanbul, 1286, s. 287). Sufılere göre, hadsi isbata gitme, gerçek birlemeye (tevhid) engel olur. Zira yeni olan veya yaratılan şeyler, Allah’ın muhtelif şekillerde birbirini takip eden tecelliler ile çeşitli isim ve sıfatlar altında gözükmesinden ibarettir. Onlara göre, yaratılmış olan şeyler Allah’ın muhtelif aynalardaki görünüşüdür.
Tevhid’in muhtelif eserlerdeki dereceleri aynı olmakla beraber, her derecedeki şekline verilen ad farklıdır. Tevhid’in bilgi derecelerinin ilm el-yakin, ayn el-yakin ve hakk el-yakin gibi derece itibariyle birbirinden farklı üç şekli vardır: îlmî tevhid (et-tevhid el-ilmi), göz ve vecd ile tevhid (et-tevhid el-ayni el-vicdani), Hakk ile tevhid (et-tevhid ür-rahmani). Birincisi, bir takım bilgi ve delillerle Allah’ın birliğini tasdik etmeden İbaret olup, iman için şart olduğundan buna et-tevhid el-imanî adı da verilir. Aynca halka mahsus bir tevhid olduğundan, halk tevhid’i manasına tevhid el-amme denir. Bu şekildeki tevhid, insanı, sadece Allah’a açıkça ortak koşmaktan (eş-şirk el-celi) kurtarır. Kul, bu tevhid derecesiyle sadece Allah’ın birliğini bilmiş olur. Allah’ın birliğini akıl ile kabul eden, Allah’tan başka bir varlık olmadığına, Allah’tan başka hiçbir varlıkta fiil, sıfat ve zat bulunmadığına inananların tevhid’ine ise, has tevhid mânasına et-tevhid el-hass denir. İkincisi, Allah’ın birliğini zevk ve görme ile bilme olup, üç derecesi vardır: fiilleri birleme (tevhid ü’l-ef al), sıfatlan birleme (tevhid ül-sıfat), zâtı birleme (tevhid üz-zât). Bunlardan birincisi, varlıkta Allah’tan başka hiçbir müessir kabul etmeyip, bütün sebepleri reddetmekten, ikincisi Allah’ın sıfatını mutlak kabul edip, başkasının sıfatını reddetmekten veya her türlü kuvvet ve kudretin Allah’ın her şeye şamil olan kudretinde gark ve her türlü ilmin Allah’ın zatından başka hiçbir zat, fiil ve sıfat tanımamaktan ibarettir. Bu üçüncü tevhid’e en has olan tevhid mânasına et-tevhid el-ahass denilir. Rahmani tevhid ise, Allah’ın birliğini, bizzat onun içinde yok olmakla bilmektedir. Tevhid, aynca Allah’a doğru yolculuğa çıkanların içinde bulunmaları gereken en son hal (makam veya menzil)’dir.
SBA