Taklid Nedir? İslam Âlimlerine Göre Tanımı (İslam Kavramları)

<img src="images/stories/camide.png 67 160 Taklid

Kelime anlamı benzemeye veya benzetmeye çalışma, benzerini yapma, başka birinin fikir ve görüşlerine tahkiksiz olarak uyma, onun gibi hareket etme olan taklid, islâmî ıstılahta kişinin delilden hükmü anlamada kendine değil de delili anlayan bir başkasına dayanması anlamınadır.

Zarûrât-ı diniyye olarak bilinen konuların idraki, ravinin rivayetini kabul etme, hüccet olarak alınması halinde sahabî sözüne uyma taklidin muhtevası dışında kalır. Bu istisnalardan sonra taklidin yapılan tarifi şu durumları ihtiva eder:

1- Ümmînin (cahilin) âlimin görüşüne uyması,

2- Bir ümmînin başka bir ümmîye uyması,

3-  Bir delil incelemesine gitmeden bir âlimin başka bir âlimin görüşünü alması.

Taklidin islâmî hükmü etrafında, bilhas­sa son asırlarda geniş tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaları ve ortaya konan neticeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

1- Ümmînin kendisi gibi bir ümmîyi taklidi hiç bir durumda caiz olmaz.

2- İctihad ettiği bir konuda müctehidin başka bir müctehide uyması da caiz değildir, tetihad etmediği bir konudaki taklidi ise tartışmalı bir meseledir.

3- Ümmînin bir âlimi taklidi: Usul âlimlerinden muhakkıkların görüşü böyle bir taklidin zor unluğu yolundadır. Herkese, bütün naslan tetkik ve tahkik mecburiyeti getiren görüşler ileri sürülmüş ise de, hayat pratiğinde tatbik edilebilecek bir nazariye kabul edilmemektedir. Zahiriye mezhebinin önemli şahsiyeti îbni Hazm ikinci görüşü savunanların başında gelir. Îbni Hazm dönemi ile son asırlar arasındaki islâmî kaynaklara vukufiyetteki uçurum itibara alındığında, îbni Hazm’ın bile bu asırda ya­şayan bir ümmî için aynı şeyi söyleyip söy­lemeyeceği tartışılabilir. Naslar bütünü Kuran ve Sünnet bir tarafa, müctehidleri bile anlayamayacak kadar îslamî kültürden uzak kalmış toplumlar vardır ortada. Bu ve benzeri konulardaki şiddetli eleştirileri ile tanınan Îbni Teymiye bile: “Sadece bir âlimin görüşlerini ve onun delillerini bilebi­len, diğer âlimlerin görüş ve delillerini bil­meyenleri avamdan” sayar ve onu tercih yapabilecek seviyede görmez. “Onun için taklid zorunludur, şu hatalı bu doğrudur, diyemez” demektedir. (el-Fetava, 35/253)

Prensip olarak taklidin yasaklanmış olmasında iki önemli gerçek yatar:

1- Allah ve Resulü dışında kimsenin hüküm verme yetkisi yoktur. Müctehidler Al­lah ve Resulü’nün hükümlerini araştırırlar. Körükörüne bir insanın taklidi yerine, doğru sonuca ulaştığı tahmin edilen birine uyulmalıdır. Bu uyma da asla, kayıtsız-şartsız bir uyma veya taklid değildir. Müctehidi müctehid yapan unsurların kaybolması veya iki temel kaynak Kur’an ve Sünnet’e muhalefetin belirmesi ile taklid de kalkar. Bir müslüman için kayıtsız-şartsız denebilecek bir itaat sadece Allah’a ve Resulü’nedir. Bu­rada Önemli bir husus, dini öğeleri kullana­rak insanların boynunda kesin itaat ve bağlılık halkası gezdiren liderler taklid edil­mekte meşru değildirler. Bir liderin taklid edilebilirliği onun Allah ve Resulü’nün ahkâmını tatbikine bağlıdır. Zaten son dönem âlimlerinin taklidi ısrarla yermelerindeki ana unsur da meselenin bu siyasî açısıdır.

Kendi içtihadına rağmen başkasının aynı konudaki içtihadını taklid eden bir müc­tehid, kendi içtihadını nakzetmiş olma durumunda kalacağı için böyle bir taklidden nehyedilmiştir.

2- İslamî meselelerde bir kör gidiş yerine, sürekli bir canlılık istenmiş de olabilir.

Dini konuda zararından korkulan her-şeyden sakınma. Allah’ın cezalandırmasından O’na itaat ederek korunma.

Kelimenin aslında, korkulan şeyle kendi arasına kalkan gibi bir koruyucu koymak suretiyle ondan korunmak anlamı vardır. Şeriatteki terim anlamında da, görüleceği gibi bu vasıf mevcuttur. Yani kulun, ibadet ve taatı sanki onu ateşten koruyacak siper durumundadır.

Geniş anlamıyla “takva” ile, taat konu­sunda ihlas, masiyetleri sırf masiyet olduğu için terketme ve sakınma kastedilir.

Takva’ya Mâsiva’dan (Allah’ın dışında herşeyden) korunma, şeriatın edeplerini gözetme, Allah’tan uzaklaştıran her şeyden kaçınma, nefsin nasiplerini terketme, nefsinde Allah’tan başka bir şey görmeme ve Allah’tan başka her şeyi terketme, kendini kimseden üstün görmeme, söz ve fiil olarak Resûlullah’a uyma… gibi anlamlar da veril­miştir. Takva’lı olana “muttaki” (ehMakva) denir. Kimlerin “muttaki” olduğu konusuna ışık tutan âyet-i kerîmeler vardır: Meselâ Kur’ân’m daha birinci sayfasında “muttakî-ler”: Gayb’a inananlar, namazı dosdoğru kılanlar, Allah’ın kendilerine verdiğinden infak edenler, Resûlullah’a ve ondan öncekilere indirilenlere inananlar ve ahirete yakın bilgisi olanlar diye vasıflanır. Aynı suredeki 177. ayette buna ek olarak iman esasları ve zekâtın dışında malın severek verileceği yerler detayıyla sayıldıktan başka “muttakîler”den, sözleşmelerine riayet edenler, fakirlikte, hastalıkta ve sıkıntı anlarında sabredenler., diye söz edilir. Zümer suresinde, doğruyu getiren ve onu tasdik eden de “mutlakî” olarak vasıflanır. “Takva” kelimesi türevleri ile birlikte Kur’an-ı Kerim’de 358 yerde geçer. Böylece de Kur’an’da zikri en çok edilen hayırlı işlerden biri olduğu anlaşılır. Tek başına, “sonuç, muttaki olanlarındır” ayeti bile takvanın ehemmiyetini anlatmaya yeter. Takva’dan söz eden ayetler dünyanın ve ahiretin bütün iyiliklerinin bu haslete bağlı olduğunu anlatır gibidir. Bu ayetlere Ömek olarak şunları zikredebiliriz:

1. Takva, medhu-senâ edilir: “Eğer sabreder ve takvalı olursanız, bu, azmedilecek büyük işlerdendir”.

2. Düşmanlardan korunmaya sebebtir: “Eğer sabreder ve takvalı olursanız onların planlan size hiç zarar vermez”. 3. Allah’ın desteği ve zaferi takvaya bağlıdır: “Allah   takvalı olanla beraberdir”

4. Sıkıntılardan halas olmayı ve helal nzkı sağlan “Kim Allah’a karşı muttaki olursa, Allah ona (her türlü darlıktan) bir çıkış kapısı verir ve onu ummadığı yerden rızıklandınr”.

5. Takva kişinin işlerinin düzelmesine yardım eder: “Ey inananlar, Allah’a karşı takvalı olun ve doğru sözlü olun ki, Allah da işlerinize salah versin”.

6. Günahların bağışlanmasını temin eder: “..ve de günahlarınızı bağışlasın”.

7. Yapılan hayır, dua ve ibadetlerin kabulü takvaya bağlıdır: “Allah ancak takvalı olanlardan kabul buyurur”.

8. Allah’ın sevmesini sağlar: “Allah muttaki olanları sever”.

9. Değer ve keramet takva iledir: “Allah katında en kerîminiz, en takvalı o lanınızdır.”

10. Ölümde müjde takvaya bağlıdır “İnananlar ve takvalı olanlara dünya hayatında da, ahirette de müjde vardır.” 11. “Ateşten kurtuluş takva iledir: “Sonra takvalı olanları kurtaracağız, en takvalı olan ondan uzaklaştırılacaktır.” 12. Cennette ebedî kalış takva iledir. “Cennet takvalı olanlar için hazırlanmıştır.”

13. însan doğru olanla olmayanı birbirinden ayırma gücünü (Furkan’ı) takva ile elde eder: “Allah’a karşı takvalı olursanız size “furkan” verir”…

Bunlar Kur’an’ın takva için söylediklerinin bir özeti sayılabilir. Dokuzuncu maddede mealini verdiğimiz ayete dayanarak ehli sünnet alimleri, Resulullah’tan sonra en üstün ve Allah’ça en değerli insanın Hz. Ebu bekr olduğu kanaatine varmışlardır. Çünkü “Allah katında en üstün (etkilin) olanınız, en takvalı (etkâ) olanınızdır” âyetini Hz. Ebu bekr için nazil olan “En takvalı olanınız, cehennemden uzaklaştırılacaktır” ayeti yle birlikte düşününce varılacak sonuç, onun en üstün ve en mükerrem olduğu so­nucudur. Takva, muhtemel tehlikenin büyüklüğüne göre sakınmayı anlattığı gibi büyüğe büyüklüğü oranında saygılı olmayı da anlatır. Onun için Allah (c.c.) “Ey inananlar Allah’a karşı hakkıyla (nasıl gerekiyor­sa öyle) takvalı olun” buyurmuştur. Bu, onun büyüklüğü ile sizin küçüklüğünüz, O’nun ihtiyaçsızhğı ve zenginliği ile sîzin muhtaçlığınız arasındaki fark kadar takvalı olun demektir. Bu yüzden İbn Mes’ûd “Hakkıyla takvalı olmayı”: Allah’ın hiç isyan edilmeksizin itaat edilmesi, hiç küfran’i nimet edilmeksizin şükredilmesi ve hiç unutul maksızın zikredilmesidir, diye tanımlar. Durum böyle olunca, aslında olması gereken “takva” sahabeye bile ağır gelmiş ve “Allah’a gücünüz nisbetinde takvalı olun” ayeti, meseleyi hafifleterek takvayı olması gerektiğine göre değil, yapanların gücü ile sınırlandırmıştır. Bu iki ayetin bu şekilde ayrı ayrı gelmesi belki de yaptıkları ile övünen (ucüb) insanların, takva adına yapacakları şeyleri yeterli görmemeleri içindir.

Ayrıca Kur’an’da takvaya üç mana yüklenmiş ve bu manalarda kullanılmıştır:

1. Korkma ürperme: “Sadece bana karşı takvalı olun”

2. Taat: “Ey inananlar, Allah’a hakkıyla takva gösterin” (yani itaat edin).

3. Kalplerin günahlardan temizlenmesi: “Kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı takvalı olursa, işte kazananlar onlardır.” Takvanın hakiki olanının, bu üçüncüsü olduğu söylenir. Gazali bu sınıflamasından sonra da takvanın mertebelerini açıklar: “

1. Şirkten

2. Bida’tlardan

3. Masiyetlerden ittikâ etme (sakınma). Bunların karşılığında da İman ve Ehli Sünnet vel-cemaatı ikrar, ihsan ve istikamet vardır. Böylece takvanın kendi içinde bir hiyerarşinin olduğu görülüyor. Resulullah’ın şu hadisi de belki bunu anlatır: “Kul mahzurlu olana düşerim endişesiyle mahzurlu olmayanı terk edebilecek duruma gelmeden takvalı olanlardan olamaz”. Mûnavî bunu, harama düşme korkusuyla fuzulî helallan terketme» diye açıklar. Ama takvanın, nehyedilen ve münker olan şeylerden kaçınmadan, maruf ve emredilen şeyleri yapmadan olamayacağı da açıktır.

Faruk BEŞER – SBA

Daha yeni Daha eski