Yahudilik Nedir? Yahudilikte İnanç Esasları -2
Yahudi Dini’nde, Müslümanlıkta olduğu gibi, belirli iman esasları tesbit edilmiş değildir. Daha doğrusu İslâm dünyası ile temastan önce böyle bir zorunluluk hissedilmemişti. Nitekim ilk defa bir teolojik sistem kurma çabası içinde gördüğümüz İskenderiyeli Yahudi Philo (M.Ö. 20 ile M.S. 50 veya 60 yılları arasında yaşadığı bilinmektedir) bazı temel esaslar ileri sürmektedir. Bunlar:
1- Allah vardır ve hükmeder, philo-iskenderiyeli.jpg 07 123
2- Allah Birdir,
3- Bu alem sonradan Allah tarafından yaratılmıştır,
4- Yaratma (tekvin) birdir,
5- Yaratmayı ilahi takdir idare eder. Fakat bu esaslar, daha doğrusu Philo’nun teolojik görüşleri, pek çok taraftar bulmamıştır. Esasen Filistin ve Babil’deki Yahudi cemaatinden ayrı, bir koloni halinde Mısır’da, bilhassa İskenderiye’de yaşamakta olan Yahudiler, dinlerinin adı geçen ülkelerdeki gelişmelerden hemen haberdar olamamışlar, beraber yaşadıkları Yunanlılarla daha çok kaynaşmışlar ve karşılıklı tesirlerde bulunmuşlardır. Nitekim İskenderiye’deki Yahudi cemaatinden yetişmiş olan Philo’nun, doğrudan doğruya “Tanah”a dayanarak kurmuş olduğu teoloji sistemi bir yana, ileri sürdüğü “Allah’ın Birliği” doktrini, dahi, “Yahudi tevhid’i değil, bu ancak felsefi tevhiddir” hükmü ile karşılaşmış, kendisi Yahudi filozoflar arasında dahi sayılmak istenmemiştir.
Philo’nun ortaya attığı “Tek Allah” görüşü “Tanah”ın telakkisine de uygun olmakla beraber, ondan neş’et etmemektedir diyen bir yazar şöyle devam etmektedir: “Onun tamamen felsefi olan monoteizminde bütün varlıkların ‘İlk Sebeb’i olarak, ebedî, değişmez, ihtirassız, dünya fenomeninin çok üstünde bir Allah akidesi anlatılır. Doktrinin başlıca özellikleri, İlk Sebeb’in mutlak Birliği1, ‘Mutlak Gerçekliği’- ‘Ebediyeti’ ve ‘Değişmezliği’dir. Bütün bu özellikler O’nu zorunlu olarak insan için bilinebilir şeyler planının üstüne çıkarmaktadır. Bu İlk Sebeb, doğrudan doğruya dünyanın yaratıcısı olarak değil, kainatın ve bütün içindekileri meydana getirmek üzere, İlk Sebeb’in tasavvur edilmiş olan kudretinin in’ikâs ettiği vasıtalar yolu ile ebedî tecellinin ebedî kaynağı olarak düşünülür. Bu tecellî durmaksızın vukua gelmektedir ve tıpkı kaynağı gibi o da ebedidir, Philo bu tecellî’ye Logos adını verir,”
Philo’nun devrinden itibaren, Ortaçağlarda ve hatta zamanımızda, bazıları “On Emir”i gerçek imanın prensipleri olarak görmek ve göstermeye meyletmişlerdir. Buna bağlı olarak tespit edilen 613 emirle bîr bütün kurulmak istenmiştir. XIX. yüzyılın sonlarında Birleşik Amerikalı Yahudi din adamları tarafından On Emrin, Yahudiliğin temeli olduğu hususu savunulmuştur.
Miladî sekizinci yüzyılda, müslüman dünyası ile yakın temas, bu temas sonucu zuhur eden Karaim adlı Yahudi mezhebi ile mücadele zorunluluğu, diğer taraftan müslüman kelamcılarınca yahudiliğe yöneltilen hücumları önleme endişesi, iman esaslarının yeni bir görüşle ele alınmasına yol açmıştır. Bu konuda ilk çalışmayı yapan “Saadia Gaon” (Arapça ismiyle Said b. Yusuf el-Feyyumî) (892-942)’dir. Tamamen İslâm’ın ve bilhassa Mutezile mezhebinin tesirinde kaldığı “Emunot ve Deot” (=Emanal ve îtikadlar) adlı eserinde, Yahudi Dini’nin esaslarını ortaya alarken işe Allah’tan başlar:
“Dinin en önemli gerçeği Allah’ın varlığıdır. Tanah’tan bildiğimiz bu hususu şimdi akıl ile de isbat etmeliyiz. Delil, hiç birimiz Allah’ı görmediğimiz ve varlığı hakkında doğrudan doğruya kesin bilgi sahibi olmadığınız için, hiç şüphesiz dolaylı olacaktır. Kullanacağımız metod, kesin olarak bildiğimiz şeylerden mantık kuralları ile adım adım ilerleme yolu ile araştırmamızın hedefine ulaşma, yani istidlal metodudur. Dünya bugünkü haline elbette daha ilkel bir maddeden gelmiş veya getirilmiş olacaktır, acaba bu ilkel madde nasıl olup da bu hale inkılâp etmiştir. Eğer sonsuzdan beri varsa Allah’ı isbat imkânı yoktur, fakat hiçbir şey kendi kendini yaratmayacağına göre, bu maddeyi yoktan var eden ‘birisinin’ olması gereklidir. İşte bu Allah’ın varlığının delilidir. Keza dünyanın bir hacim kaplaması ve sonlu olması, çevresindeki gezegenlerin de aynı mahiyette bulunması, bunların sonsuz bir kudret sahibi tarafından yaratılmış olmasını gerektirir. Bitki ve hayvanların doğup, büyüyüp ve ölmeleri de Allah’ın varlığının delillerindendir.”
“Allah bütün bu şeyleri niçin yaratmıştır? Onu buna sevkeden hiçbir sebep yoktur, fakat bütün bunlar da boşuna da yapılmamıştır. Allah hikmetini göstermek istemiş ve O’nun uluhiyeti yaratıklarını kendisine ibadet etmeye muktedir kılmak üzere harekele geçerek bu eserleri meydana koymuştur. Allah bir cisim ve bedene de sahip değildir. Eğer böyle olsa idi sonlu olur ve O’nu her cephesi ile idrak edebilirdik. Allah bir cisim olmadığına göre hareket veya istirahat veya öfkelenme ya da memnun olma ona yaraşmaz, zira bunlarm hepsi arazdırlar ve bedenî arazlar da bedeni ihata eder.” Allah’ın cisimsiz oluşu O’nun ‘Bir’ oluşunun delilidir. Zira cismî sıfatlar veya sayılar cisimsizliğe ıtlak edilemiyeceği cihetle Allah da birden fazla olamaz. İkili Allah nizamını reddedecek çok kuvvetli delilleri ileri sürülebilir.”
Önemli sıfatları “Hayat”, “Kudret” ve “ilim” sıfatlandır. Bu üç sıfat birbirine bağlıdır. Tam kudret sahibi olmayan bir yaratıcı tasavvur etmek imkansızdır, kudret hayal’ı gerektirir ve bir yaratıcı ne yarattığını ve yaratacağını yaratmadan öne bilmeksizin “Tam ve Mükemmel” olamaz.
Yahudi Öğretileri belli başlı üç unsur ihtiva eder. Birincisi emirler ve yasaklar, ikincisi bu emirlere itaat veya isyana bağlı olarak mükafat veya ceza ve üçüncüsü kendilerinde ilahî emirlerin sonuçlarını görmek mümkün olan tarihî şahsiyetlerin hayat hikâyeleridir. Yazılı Tora* Şifahîsine inanılmadığı müddetçe maksadını gerçekleştirmez, bu temeldir, zira bu olmaksızın ne fert ne de toplum var olabilir. Hiç kimse. yalnız kendi hislerine uyarak, yaşayamaz, başkalarından alacağı bilgilere bağlı kalmak zorundadır. Dinî kanunlarından herhangi birini ilga veya neshetmek kabil değildir, zira an’ane bu görüşü mutlak olarak benimsemektedir. Esasen bizzat Tevrat kendi kıymetinin devamlı olduğunu ifade etmektedir.
“Aklî” melekeye sahip bulunması ve alemin kendisi için yaratılmış olması hasebiyle diğer yaratıklardan Üstün olmasından ötürü yalnız insana emir ve nehiylerde bulunulmuştur, însanm bedeni küçük fakat zihni geniş ve büyüktür. Hayatı kısadır, fakat bu ona, ölümden sonraki ebedî hayata yardım etmesi için verilmiştir. Eğer Allah insana bazı emirler vermiş ve bunların uygulanmasına göre sonunda ona mükafat veya ceza vadetmişse, hiç şüphesiz ona bu hareketleri yapma veya yapmama “gücünü” de vermiştir. Bunu Tevrat ifade etmektedir: “önüne hayatı ve ölümü koydum… bu sebeple kendine hayatı seç” veya ‘..bu sizin elinizle oldu..’ Talmud’üa da aynı şey ifade edilmektedir. ‘Allah ‘Kadir-i Mutlak’dır ve şüphesiz ferde verdiği iradeyi onun nasıl kullanacağını da bilir, çünkü Allah’ın “İlm”i insanın hareketinin sonucu değildir. O her şeyi ‘ezel’den bilmektedir, bu itibarla insanın da iradesini nasıl ve nerede kullanıp neyi seçeceğini bilir, insan hiçbir zaman Allah’ın bilgisine aykırı hareket edemez, ama bu hiçbir zaman onun hareketlerini Allah tayin ediyor demek olmaz. Bu görüş noktasından hareketle Tevrat’ın “Ben Firavun’un yüreğini katılaştıracağım… Fakat Firavun sizi dinlemiyecek” ifadeleri kolaylıkla açıklanabilir.” (Saadia Gaon, Emunot ve Deot)
İrade meselesinin gerek ortaya konuluşunda ve gerekse açıklanmasında İslamî tesir gayet bariz olarak görülmektedir. Yu Saadia Gaon’an Irak’ta, yani îslamî tefrikanın en kesif bulunduğu bir bölgede ve devirde yaşamış bulunmasının bundaki rolü büyük olsa gerektir. Yazarımızın itikadî esaslardan saydığı, teknik deyimi ile “kader meselesi” daha Önce ele alınmamıştır. Esasen gerek Saadia ve gerekse daha sonra gelen din ve ilim adamlarının ortaya koydukları “iman esasların”a, önce geçen devirdeki yahudilerce, ileride göreceğimiz bazı mezheplerce itibar edilmemektedir. Fakat önemli olan, böyle iken, o mezhep mensuplarının “Dinden çıkmış” sayılmamalarıdır.
“İnsanın hareketleri, ruhu saf veya lekeli kılmak hususunda bir tesirde bulunur. Ruh, zihnî bir cevher olması hasebiyle insan bu tesiri göremez, fakat Allah bunu bilir. Allah bizim hareketlerimizi de tescil ile muhafaza eder ve gelecek olan dünyada (Olam Ha-Ba) bunlara göre mükafat veya ceza verir. Bu zaman O’nun hikmetinin sayısını tayin ettiği bütün ruhlar gelip geçmedikçe dolmayacaktır. Aynı zamanda, bilahare verilecek olan mükafat ve cezaların bir kısmı -pey olarak- bu dünyada verilecektir.”
“Bundan başka bir dünyanın, insanın mükafat veya ceza görebilmesi için var olması akıl, nakil ve an’ane ile sabittir. Allah’ı tanımak ve O’nun emrettiği yoldan yürümek bize bu dünyada ne kazandıracaktır? Zenginlik ve şerefin en üstününe ulaşmış olan bir kimse bile, bu dünyada, hayatından memnun ve mutmain değildir. Bu dünya, iyilikle kötülüğün karışık olduğu ve hatta ikincisinin daha çok olduğu bir yerdir. Ruhun bu dünyada çektiği ıstırapların dineceği ve sükun ve saadete ulaşacağı, mükafata kavuşacağı bir diğer dünyanın varlığı zorunludur. Ahd-i Atik’i kabul eden bir kimse de diğer dünyanın var olduğuna inanır, öyle olmasaydı Yitshak (İshak) niçin kurban edilmeyi göze alacak, Hananiye, Mihael ve Azariya, Nebukadnesser’in altın heykeli önünde secde etmektense ızdıraplara göğüs germeyi niçin tercih edeceklerdi. Danyal, niçin kralın emrine karşı gelip arslan kafesine atılma pahasına Allah’a ibadete devam edecekti? Eğer bu dünyada çektikleri ıztıra-bın, diğerinde mükafatına nail olacaklarını bilmeselerdi böyle davranmazlardı.”
“Talmud”da şöyle denilmektedir: “Gelecek dünyada ne yeme, ne içme, ne eğlenme, ne alım ve satım vardır, yalnız muttaki kişiler, başlarında tac olduğu halde ve Allah’ın nurunun ihtişamı ile zevk içinde yaşarlar.”
“Fakat yeniden dirilme zamanı gelmeden önce İsrail’e has bir olay vaki olacaktır Peygamberlerin verdikleri sözlere uygun olarak biz inanırız ki, Israiloğulları sürgünden bir Mesih sayesinde kurtulacaklardır. Bu inancı akıl da kabul eder, zira, Allah âdildir, madem ki bizi günahlarımızdan Ölürü memleketten ve bağımsızlıktan mahrum eden O’dur, bu cezanın da bir sonu olmak gerektir. David’in oğlu Mesih gelecektir, Yeruşalim’i düşmandan temizleyecek ve kavmi ile oraya yerleşecektir. Israiloğulları bulundukları yabancı memleketlerde Filistin’e toplanıp geldikleri zaman, yeniden dirilme zamanı da gelmiş olacaktır. Süleyman’ın inşa ettiği Mabed yeniden bina edilecek, Allah’ın nuru yine onun üzerine yerleşecek, genç-ihtiyar, efendi-köle bütün İsraillilere nübüvvet nuru ihsan edilecektir. Bu mukaddes devir zamanın sonuna yani bu dünya yerini diğerine terk edene kadar devam edecektir.”
“Ruhun müstakbel yeri olarak biz “Gan Eden’ (Cennet) ve ‘Gehinom’ (=Cehennem) u kabul ederiz. Birincisi saadeti ifade eder ki, dünyada bahçeden daha güzel bir yer yoktur” anlamı da bundan alınmıştır. GeHinom ise Kitab’da Mabed’in bulunduğu yerden pek uzakta bulunmayan pislik içinde bir yere bağlanmıştır. (Bu yer halen Kudüs’de bulunmakta ve cehennem diye adlandırılmaktadır).
Öteki dünyada mükafat da ceza da sonsuz olacaktır, nitekim Allah insanların hareketlerine göre ebedî ceza va’dinde bulunmaktadır.” (aynı eser)
Saadia Gaon’un ortaya attığı esaslar sekiz madde içinde formüle edilmektedir:
- Alem sonradan yaratılmadır (hadistir).
- Allah tek olup cismi yoktur.
- Vahye iman, yahudi an’anesini de içine almak üzere şarttır.
- İnsan mutteki olmaya, ruhen ve bedenen bütün günahları işlemekten sakınmaya davet olunmuştur.
- Mükafat ve ceza haktır.
- Ruh saf ve temiz yaratılmıştır, ölüm anında cesedi terkeder.
- Yeniden dirilmek haktır.
- Mesih’e intizar,- hesap ve nihaî hüküm haktır.
İslâm kelamcılarının ve bilhassa Mutezile başta olmak üzere akılcı İslâm felsefecilerinin -tabir caizse- mutlak tesiri altında yetişen birçok Yahudi düşünürü, Saadia Gaon’dan sonra bu esaslar üzerinde çalışmaya, bazan tadile bazan tafsile giderek devam ettiler. Bir kısmı Karaî mezhebine mensup olan bu düşünürler, tarih sırası ile şunlardır: Yosef el-Basîr ve talebesi Yeşua ben Yuda (XI ve XH. yüzyıl), Salomon ben
Gabirol (Ölm, 1058 veya 1070), Bahya ben Pakuda (XII. yüzyıl), Yuda Halevî (XII. yüzyıl), Moşe ve Abraham ben Ezra (Ölm. 1138 ve 1167), Abraham Ben Daud (Ölm. 1180 civarı).
Bütün yahudilerce olmasa bile bütün çoğunluk tarafından kabul edilerek, günlük dua kitaplarına dahi alınan İman esaslarını tesbit eden Moşe ben Maimun (İbn Meymun) dur (1135-1204). Maimun’un yahudi teoloji ve düşüncesine tesiri pek büyük olmuştur, öyle ki, kendisinden öncekileri unutturmuş ve hepsinin yerini almıştır. Kendisinden sonra gelenlerin onu şerh ve tefsire gidişleri de bunu gösterir.
Ben Maimun onüç esasını “Sanhedrin” kitabına yazdığı mukaddime ile ortaya atmıştır. Bunlar dua kitaplarına giren şekliyle şu esaslardır:
- Ben iman ederim ki, Yaratan -ismi yüce olsun- bütün yaratılmış şeylerin hem yaratanı hem hakimidir ve O tek başına bütün tabiat olaylarını yaratmıştır, yaratmaktadır ve yaratmaya devam edecektir.
- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- Birdir, hiçbir birlik de O’nun birliği gibi değildir. Yalnız O bizim Tanrımız olmuştu, halen Tanrımız’dır ve ebediyen de Tanrımız kalacaktır.
- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- bir “beden’ değildir, bundan ötürü sonlu ve fasid hiçbir şey O’na isnâd edilemez, O’na benzeyen hiçbir varlık yoktur.
- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- İlktir ve ayni şekilde Son da olacaktır.
- İman ederim ki yalnız Yaratan -adı yüce olsun- ibadete layıktır, O’ndan başka ibadet edilecek yoktur.
- İman ederim ki Peygamberlerin bütün sözleri haktır.
- İman ederim ki efendimiz Moşe’nin -ona selâm olsun- nübüvveti hak idi ve kendisinden önce ve sonra gelen bütün peygamberlerin başıdır.
- İman ederim ki, halen elimizde bulunan Tora (=Tevrat) ile Moşe’ye, efendimize -ona selâm olsun- verilmiş olan birbirinin tamamen aynıdır.
- İman ederim ki bu Tora değiştirilmeyecek ve bundan başka Allah tarafından verilmiş kitab olmayacaktır.
- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- insanın bütün hareketlerini ve onun bütün düşündüklerini bilir. Nitekim şöyle varid olmuştur: “Her birinin yüreğini yaratan, bütün işlerini anlayan O’dur.”
- İman ederim ki Yaratan -adı yüce olsun- emirlerine uygun hareket edenleri mükafatlandıracak ve karşı gelenleri de cezalandıracaktır.
- İman ederim ki, Mesih gelecektir, her ne kadar gecikebilirse de, ben onun gelişine her gün intizar ederim.
- İman ederim ki, Yaratan’ın -adı yüce olsun- iradesi ile Ölülerin diriltilip kaldırılacakları bir gün gelecektir.
Bu esaslardan herhangi birini kabul etmeyen, îbn Meymun’a göre kafir olur ve Yahudi cemaatinden çıkmış sayılır.
XII. yüzyıl sonlarında ortaya atılan bu esaslardan sonra, bu sahadaki çalışmalar sona ermiştir. Zaman geçip, muhit değiştikçe, yeni yetişen düşünürler tarafından yeni yeni formüller ortaya atılagelmiş, esasların sayıları dahi değiştirilegelmiştir. Mesela meşhur ilahiyatçı Yosef Albo (1340-1444) “Sefer ha İkarîm” (Esaslar Kitabı)’ında doğrudan doğruya İbn Meymun’u tenkide girişerek esasları altıya indirmektedir. Hatta altı madde üç’e dahi irca edilebilmektedir.
Tesbit edebildiğimiz son esaslar 1896’da Birleşik Amerika’daki Yahudi din adamlarının Milwauke şehrinde akdettikleri Kongre’de fikir birliğine vardıklarıdır. Bunlar:
- Allah birdir,
- İnsan O’nun timsalidir,
- a) Ruh ölümsüzdür, b) Muhakeme vardır.
- İsrailoğullarının müstakbele olan inanç faaliyeti (Mesih’i bekleme).
Yahudi dininde, daha doğrusu birinci derecede kudsiyeti haiz olan Tevrat ve onun tamamlayıcısı olan ikinci iderecedeki Neviîm ve Ketuvîm metinlerinin hiçbir yerinde -meselâ Kur’ânı Kerim’de olduğu gibi-nelerin iman esasları olduğu hususu kesin ve açık olarak belirtilmemiştir. Bu itibarla, Philo’nun yukarıda saydığımız ve doğrudan doğruya Yahudilikle alakalı olmadığını gördüğümüz formülünü de saymayacak olursak, Ortaçağlara kadar bu din esasları hulasa edilerek bir bütün olarak ortaya konmamıştır denilebilir.