Zekâ ve Zekâ Testleri
Sık sık kullanılmasına rağmen tanımı üzerinde bir anlaşma sağlanamamış olan zekâ, “problemleri çözmek, yeni şeyler öğrenmek, iyi düşünebilme yeteneği geliştirmek için genel zihinsel kapasite” ya da “yeni durumlara karşı uyum yeteneği” olarak tanımlanabilir.
Zekânın bilimsel olarak tanımlanmasında ortaya çıkan güçlüklere rağmen herkesin varolduğunda hemfikir olduğu ve nesnel bir biçimde ölçülmeye çalışılan zihnin bir işlevidir. XIX. yüzyılın sonlarında İngiltere’de Sir Francis Galton, Darwin’in biyolojik evrim teorisinin etkisiyle insandaki kalıtımla geçen özellikleri, bu arada zihinsel yetenekleri ve kişisel karakteristikleri ölçmeye girişti. Galton böylece bugünkü anlamda zekâyı ölçemese bile bireyler arasındaki farklılıkları bilimsel olarak tespit etme girişimini başlatmış oluyordu.
Üstün’ insanları diğerlerinden ayırdetme girişimi Sir Galton’dan bu yana aralıksız sürdü. Gakon’un çağdaşı ve modern psikolojinin kurucusu olan Wundt’un insan işlevlerinin laboratuvarda Ölçülebileceğini kanıtlamadaki öncü çabalarıyla Locke duyumculuğunun “bütün bilgi duyumlardan gelir” önermesi birleşince zekâyı Ölçmeye çalışan psikologlar daha çok bireyler arasındaki duyusal-motor farklılıklara yöneldiler. Zekâ farklılıklarını görme keskinliğinden, acıya karşı duyarlılığa, hatta avuç içi çizgilerine kadar bir çok etkenle açıklamaya çalıştılar. Ve nihayet 1900’lü yıllarda Fransız hükümeti psikolog Alfred Binet’e zihinsel özürlü çocukları diğerlerinden ayırma görevi verdi. Binet, bu somut sorun karşısında artık zekâyı bir çok bileşenden oluşan bir işlevler toplamı olarak almak yerine tek başına, ama karmaşık bir zihin işlevi olarak ele almak zorunda kaldı. Bugün bir çok uygulama alanına sahip olan zekâ testlerinin İlk örneği, bu mantıkla hazırlandı. Her iki Dünya Savaşı sırasında orduya acilen zeki insanlar kazandırma şeklinde yeni bir somut sorun çıkınca zekâ testlerinin uygulanması ve geliştirilmesi süreci belirgin bir ivme kazandı. Binet ölçeği bir çok revizyondan geçerek günümüze kadar uzandı. Zekâyı bir soyutlama yeteneği şeklinde düşünen ve bugün Stanford-Binet testi diye bilinen bu testin en belirgin özelliği zekâyı yaşla değişen bir işlev olarak kabul etmesi, zekâ yaşı ve takvim yaşını birbirinden ayırmasıdır. Buna göre bir kişinin zekâ bölümü (Intelligence Quotient=IQ) zekâ yaşının (ki testin saptadığı yaştır) takvim yaşına (bireyin gerçek yaşıdır) bölünerek yüzle çarpımından oluşur. Stanford-Binet zekâ testinden sonra daha başka bir çok zekâ testi geliştirildi. Bunlardan en çok uygulanan Wechsler tarafından geliştirilen erişkin ve çocuklara uygulanan zekâ testleridir. Bu testlerin Stanford-Binet testinden en önemli farkları sözel ve performans zekâların ayrılmış olmasıdır.
Zekâ testleri geniş bir uygulama alanı bulmuş, mevcut eğitim, sağlık, askerlik ve iş yaşamı yapılanması içinde bir çok faydalar sağlamış olsa da, henüz zekânın niteliği ve kökenleri sorunu aydınlatılamamıştır. Ancak bütün bu süreç içinde kazanılan bilgi ve deneyimler zekâ hakkında daha ayrıntılı yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Artık zekânın Binet’in kabul ettiği gibi global bir işlev birimi olduğu düşünülmemekte, tam tersine bir çok işlevin (hafıza, sözel akıl yürütme, matematik akıl yürütme, benzerlik ve farklılıkları hızlı algılama, kelime bilgisi, vb.) karşılıklı iç-ilişkilerinin değişik görünümlerinin zekâyı oluşturduğu sanılmaktadır. Böyle çok etkenli zekâ anlayışının sonucu olarak yukarıda sözünü ettiğimiz Wechsler gibi yeni testler geliştirilmekte, Thorndike’in yaptığı gibi yeni zekâ tanımları yapılmaktadır. Thorndike zekânın mekanik, sosyal ve soyut olmak üzere Uç türü olduğunu savunmaktadır. Mekanik zekâ, insanın el ve alet kullanma becerisini, sosyal zekâ insanları anlama ve kişilerarası ilişkiler kurma, soyut zekâ ise semboller ve kavramlarla düşünebilme yeteneğini temsil eder. Zekâ testlerinin kesin bir biçimde zeki olanla olmayanı birbirinden ayırabildiği şeklindeki eski katı anlayış da bu arada yumuşamıştır. Değerlendirmelerde kültürel farklılıklar, testin gerekli gördüğü koşullarda yetişmemiş olma, hesaba katılmaya başlanmıştır. Daha önemlisi zekâ testlerinde ölçülenin, insanın doğuştan getirdiği kapasite değil, bu kapasitenin davranışa dönüşmüş bölümü olduğu kabul edilmiştir. Bütün bunların sonucu olarak artık zekâ testi kavramından vazgeçilmekte, onun yerine “genel yetenek ölçümleri” gibi daha iddiasız ifadeler kullanılma yoluna gidilmektedir. Sürecin böyle bir yönelime girmesinde kazanılan bilgi ve deneyimler kadar ünlü düşünür Jean Piaget’nin görüşleri etkili olmuştur. Onun ‘genetik epistemoloji’ adı verilen yaklaşımına göre, bütün insanlarda belli gelişim evrelerine karşılık gelen bir global yapı olarak aynı zekâ potansiyeli vardır. Ancak biyolojik uyum ile çevreye uyum arasındaki etkileşime; fiziksel, bilişsel ve duygusal kapasiteleriyle ilgili olarak organizmanın performansına göre zekâ farklılıklar gösterir. Bu yaklaşıma göre zekâ psikolojik testlerle ölçülemez; ancak niteliksel bir yapı şeklinde analiz edilebilir.
Sir Galton’dan bu yana zekâ hakkında yapılan en ilgi çekici araştırma konularından biri de, zekânın kalıtımla, çevre ile, ırkla ve doğum düzeniyle bağlantılarının araştırılmasıdır. Araştırmaların doğru bir sonuç vermesi için gerekli olan ara belirleyenleri hesaba katma işlemi, bu araştırmaların hiçbirisi için yapılamadığından bilimsel olarak genellikle ciddiye alınmamaktadırlar. Kaldı ki, zekânın böylesine değişik anlama geldiği koşullarda, zekâ adına neyi ölçtükleri de belli değildir. Zekâ ile ırk arasındaki bağlantıları elde etmeye çalışan araştırmalara ise bilimsel olduğu kadar politik eleştiriler de yöneltilmektedir. Özellikle İngiltere, Amerika ve İsrail’de yapılan zekâ yönünden bir takım etnik grupları, diğer bir takım etnik gruplara üstünmüş gibi gösteren sözde araştırmaların lekesi psikoloji tarihinden kolay silineceğe benzememektedir.
Bütün tartışmalara ve belirsizliklere rağmen zekâ alanında çok çaba gösterilen, nedenleri anlaşılmaya çalışılan, somut bir sorun olarak toplumun önünde duran bir konu da zihinsel özürlü çocukların durumudur. Şimdilik ancak çok az bir kısmının nedeni saptanabilen, onların da erken tanınan çok küçük bir bölümüne yardım edilebilen zihin özürlülüğü zekâ ile İlgili çalışmaların en önemli amacı haline gelmiştir.
Erol GÖKA – SBA