Z beyin yas.jpg 01 201 ihin
Toplumların tarihi boyunca önemli anlam kaymaları geçirmiş bir kavram olan zihin, geleneksel düşüncedeki insan anlayışında merkezî bir yer tutmaktaydı. Ruh’un ölümsüzlüğü ve insanî varoluşun kozmos ve metakozmos ile bağlantılı olduğu ilkeleri Rene Descartes (1596-1650) ile birlikte köklü bir değişikliğe uğradı. Descartes, insanı değerlendirmede kendince çok basit gördüğü geleneksel Ruh anlayışını terkederek daha üretken olduğuna inandığı zihin (mind) kavramını onun yerine geçirdi. Ona göre zihin düşüncenin temeliydi ve onu matematiksel olarak ifade etmek mümkündü. Madde dünyasını da benzer tarzda yetilerinden ve biçimlerinden kopartarak bütünüyle tek bir boyuta indirgedi. Descartes’a göre Tanrı bu boyuta, hayat ve hayvanların duyusal ve hareket işlevleri de dahil olmak üzere bütün doğal süreçler mekanik olarak açıklanabilsin diye hareketi yerleştirmişti. Bu, Kartezyen zihin ve Kartezyen ikicilik (dualism) olarak adlandırıldı; bu anlayış Newton”un (1642-1727) neredeyse mükemmele yakın bir şekilde fiziksel dünyanın matematiksel-fiziksel analiziyle daha da pekişti. İngiliz deneyci düşünürlerinin (Locke, Berkeley, Hume, Hartley ve James Mili) XVII. yüzyılın sonlanyla XIX. yüzyılın başları arasında gösterdikleri çabalarla Kartezyen zihin sistemli bir biçimde duyusal yaşantıdan elde edilen hayallerin mekanik dizilişine indirgendi. Böylelikle zihin kavramı geleneksel düşüncenin dini ve kozmolojik içeriklerinden tamamen ‘arındırılmış’ oldu. İngiliz deneycileriyle birlikte artık Batı düşüncesi fikirlerin doğuştan getirildiklerine değil, bireyin yaşantısının seyri sırasında oluştuklarına (Locke); hatta maddi, kimyasal bir zihin tanımına (Mili) inanmaya başlamıştı. Descartes ile birlikte başlayan insan anlayışının sekülerleşmesi (dünyevi bir nitelik kazanması) süreci günümüzde ‘maddi olmayan’ hiçbir varlık alanı tanımamaya doğru hızla ilerlemektedir. Öyle ki, zihin kavramının hiçbir anlamı olmadığı bile ileri sürülebilmektedir.
Modernizmin etkisiyle geleneksel düşünceden çok hızlı bir kopuş yaşayan, ancak modem düşünce kalıplarına henüz yürürlükte olan geleneksel dil öğeleriyle yaklaşmakta olan Batıdışı toplumlarda ve ülkemizde kavramların anlam kaymaları çok daha hızlı ve karmaşıktır. Ülkemizdeki yeni bir dil yapılandırma girişimleri bu karmaşıklığı arttırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Örneğin bütün çabalara karşın geleneksel ‘Ruh’ kavramının kullanımından vazgeçilememekte ve zihin olarak karşılanması gereken ifadelerde bile *Ruh’ kavramı kullanılmaktadır. Batı dillerinde zihin olarak ifade edilen kavramların dilimize ‘Ruh’ olarak çevrilmesi oldukça ilginç ve Önemlidir. Oysa Batı düşüncesindeki yukarıda özetlenen değişimlerden dolayı ‘Ruh’ olarak karşılanması gereken psyche, soul gibi kavramların bile dilimize zihin (an) diye çevrilmesi gerekir, çünkü Batılılar için artık Ruh, zihin anlamına gelmektedir.
Zihin kavramının felsefe ve psikolojideki farklı anlam alanlarına karşılık gelmesi Batı düşüncesindeki bu temel temayülü değiştirmez. Zihne daha derinlikli anlamlar yüklediği iddiasında olan analitik (Freudcu ve Jungcu) psikolojinin felsefeyi eleştirisi, felsefenin zihni yalnızca bilinçle sınırladığı, genetik olarak taşman ve biyolojik yapıya dayanan bilinç dışına önem vermediği doğrultusundadır. Günümüzde geleneksel ruh anlayışını savunan herhangi bir felsefe veya psikoloji okulu yoktur.
Bugün zihin kavramı en genel anlamda,
a) Fiziksel yapılar ve süreçlerin, bilinç ve bilinçdışının organize olmuş toplamı,
b) Bir insan veya hayvanın, içsel veya dışsal uyaranlara geçmişteki yaşantıları ve gelecekteki beklentileriyle bağlantılı olarak verdiği tepki eyleminin bütünü diye tanımlanabilir. Fakat daha önceden belirtildiği gibi kullanım alanı giderek daralmakta ve hatta ortadan kalkmaktadır. Çünkü özellikle Amerika’da sosyal bilimlerde belirsiz, niteliksel, felsefi bakışlar yerlerini davranışsal ve niceliksel yaklaşımlara bırakmaktadırlar. Maddi dünyada temelleri olmayan tamamen manevi süreçler bulunduğu kabul edilmemekte, böyle iddialar bilimdışı vehimler olarak değerlendirilmektedir. Buna göre zihin de ancak insan (ve hayvan) bedenindeki organik süreçlerin bir yan ürünü olarak görülmekte, zihnin kaynağının beyin olduğu konusunda tam bir fikir birliği sağlanmaya doğru gidilmektedir. Ancak zihnin, bedende değil de insan ilişkilerinde bir yeri olduğunu; davranışla ortaya çıkan bir toplumsal olgu olarak zihnin beyinde varolmaktan daha çok toplumsal ilişkilerde üretildiğini ve oluştuğunu savunan sosyal bilimciler de vardır.
Bilim ve felsefe çevrelerinde zihnin ne olduğuna ilişkin tam bir fikir birliği olmamasına rağmen buraya kadar anlatılanlardan modern düşüncenin zihni ele alışındaki genel kabul görmüş noktalan şöyle özetleyebiliriz:
a) Zihin, modern dünyada geleneksel “Ruh” kavramının yerine kullanılmaktadır;
b) İnsanın maddî yapısının aksine bir de duyu organlarıyla algılanamayan, ölçülemeyen, yer kaplamayan zihinsel yapısı olduğuna, fakat bu yapının son tahlilde beynin ürünü olduğuna inanılmaktadır; ve
c) Beynin anatomisi, fizyolojisi ve biyokimyası üzerine yapılan araştırmalarla insan zihninin anlaşılabileceği sanılmaktadır.
Beyinle zihin arasındaki bu neredeyse özdeşlik düzeyinde yakın ilişki olduğu yolundaki zan, insanların zihinsel yetileri yönünden farklı oluşlarının beyinleri arasındaki yapı ve/veya işleyiş farkına bağlı olduğu önyargısına yol açmıştır. Beynin büyüklüğü veya beyin hücrelerinin sayısı ya da beyin hücrelerini birbirine bağlayarak bilgi iletimini sağlayan uzantıların arasındaki bağlantı ve geçişlerin miktarıyla ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Fakat bu araştırmalardan bugüne kadar belli bir sonuç alınamamıştır. Bu, modern perspektifin yanlışlığına yorulabileceği gibi, yapılan çalışmaların ve kullanılan tekniklerin yetersizliğine de yorulabilir. Çünkü bilinmektedir ki, insan beyninde bir dakikada yüzbinlerce kimyasal tepkime meydana gelmektedir;
zihinsel yetileri ürettiğine inanılan insan beyninin işlevlerini yerine getirebilmek için dünyamız büyüklüğünde bir bilgisayar gerekmektedir. Kaldı ki, normal insanların zihinsel yetilerinin farklılığı açıklanamasa bile, psikolojik yönden anormal olduğuna inanılan insanlar ile normal denilen insanların beyinlerinin yapı ve işleyiş farkı gösterdiğini kanıtlayan birçok araştırma vardır. Normal beynin işlevleri giderek daha iyi anlaşılmaktadır, örneğin modern bilim, beynin sağ ve sol yarımkürelerinin farklı işlevler üstlendiğini; sağ yarım kürenin hayâl, mekân ve biçim işlevleriyle, yani sanat ve el becerisi ile (nitelikle) ilgiliyken sol yarımkürenin dil, mantık, matematik, sentez ve analiz işlevleriyle, yani nicelikle ilgili olduğunu saptamıştır. Yine ortaya çıkarılan bir gerçek de insanın zihinsel gücünün çok küçük bir bölümünü kullandığı şeklindedir.
Sonuç olarak zihne modern yaklaşımlar, tam bir kaos görünümü arzetmektedir. Bir yandan insan beyninin yapı ve işleyişiyle ilgili binlerce araştırma, sayfalar dolusu yeni bilgi ortaya çıkmışken, bir yandan ‘neden uyuyoruz?’, ‘rüyanın işlevi nedir?’, *Einstein’in beyninde normale göre beyin hücrelerinin değil de glia hücrelerinin fazla oluşu nasıl açıklanır?’ gibi sorulara cevap verilememektedir. İnsan zihniyle ilgili bildiklerimizin bilmediklerimizden çok çok az olduğu kabul edilmektedir. Araştırmalardan elde edilen sayısız bilginin günün birinde gerçeği verip vermeyeceği, halk arasında merak, aydınlar arasında tartışma konusu olmaya daha uzun yıllar devam edeceği kesin gözükmektedir.
Erol GÖKA – SBA
Zihin, -hni Ar. zihn
a. 1. Canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal süreç ve etkinliklerinin bütünü. 2. ruh b. Bellek: “Bu yavrucuğa bakarak hayalini zihnimde büyütmeye başladım.”-Ö. Seyfettin. 3. Anlayış, kavrayış: Zihni açık. 4. Bilinç, dimağ.
Güncel Türkçe Sözlük
zihin İng. mind, intellect
1. Bilincin, algılama ve düşünme görevini yerine getiren bölümü 2. Zihinsel yetilerin tümü. 3. Bellek.
BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974
TDK Sözlük