Zorunluluk
Zorunluluk, değişiklik olamama durumunu ifade eder ve mantıksal, fiziksel ve ahlaki olmak üzere üç ana türde ele alınır. Bu ayrım, Leibniz'in Theodicee eserinde ilk kez yapılmıştır. Her tür zorunluluk, ilgili alanın yasalarına dayanır ve bu yasaların reddedilemez olduğu görüşünden türetilir. Zorunluluk kavramı, bir olayın veya düşüncenin gerçekleşmesinin kaçınılmazlığını ifade eder, alternatif olamazlık ve bir gereklilik düşüncesini içerir.
Mantıksal zorunluluk, öncüllerden kıyas yoluyla türetilen sonuçların öncüllerle uyumlu olması veya bir durumun gerçekleşmesinin mantıksal olarak kaçınılmaz olduğunu ifade eder. Bu kavram, matematiksel zorunluk olarak da bilinir ve mantığın çelişmezlik ilkesine dayanır. Mantıksal zorunluluk, çelişmeyen ve başka türlü düşünülemeyen şeylere atıfta bulunur.
Fiziksel zorunluluk terimi ise fiziksel yasaların inkar edilmeden düşünülmesinin imkansız olduğu durumlar için kullanılır. Fiziksel zorunluluk, neden-sonuç ilişkisini dile getiren nedensellik kavramına dayanır. Bu, fiziksel zorunluluğun neden-sonuç ilişkisiyle eş anlamlı olduğu anlamına gelir.
Mantıksal zorunluluk düşünce dünyasında geçerli olsa da, fiziksel zorunluluk nesnel dünyanın olayları için geçerlidir. Bu iki zorunluluk alanı her zaman örtüşmeyebilir. Bir düşünce mantıksal kurallara uygun olabilir ancak fiziksel yasalara aykırı olabilir, bu da zorunluluk kavramının ihlal edilmesine ve nesnel dünyada geçerli olmamasına neden olabilir.
Ahlaksal zorunluluk kavramı, mantıksal ve fiziksel zorunluluk fikirlerinden oldukça farklıdır. Ahlaki alanda, doğal bir zorunluluktan çok, bir yükümlülüğün zorunluluğundan bahsedilir. Ahlaksal zorunluluk düşüncesi, toplumun ahlaki kurallara uyma gerekliliği kavramından kaynaklanır. Bu tür zorunluluk görüşü, çeşitli ahlaki felsefi sistemlerin oluşmasına yol açmıştır.
Bu üç zorunluluk türü arasında, konuları ve dayandıkları yasalar ve kurallar bakımından derin farklar vardır. Ancak, bu zorunluluk türleri, zorunluluk ve gereklilik düşüncelerini güçlendirmek istediklerinde aralarında bir geçiş ve ilişki olduğu düşünülebilir. Örneğin, a priori veya genel-geçer bir ahlaki sistemi kurma girişimi, ahlaksal zorunluluğu mantıksal bir zorunluluk haline getirme çabasını ifade eder. Benzer şekilde, bilimsel ifadelerden, yasalardan ve teorilerden ahlaki kurallar çıkarmak da ahlaksal zorunluluğu fiziksel veya neden-sonuç ilişkisine tabi tutma anlamına gelebilir.
Zorunluluk düşüncesi, göreli zorunluluk ve mutlak zorunluluk olmak üzere iki ana kategoriye ayrılabilir. Bu iki sınıflandırma, zorunluluğun konusuna ve dayandığı yasalara göre üç farklı tür zorunluluğun mantıksal ve dilbilimsel farklılıklarına dayanmaktadır. Mantıksal planda, zorunlu bir önermenin, çıkarıldığı öncüllerin önermenin içinde bulunması gerekmektedir. Mutlak zorunluluk, bu tür önermeler için söz konusu olan durumdur. Göreli zorunluluk ifadesi ise, "Bu doğru olmalıdır" şeklindeki bir önermeye verilen addır. Çünkü böyle bir önerme, yeni önermeler dizisini başlatmak için "Neden?" sorusunu beraberinde getirecek ve "Çünkü..." ile başlayan açıklamaları davet edecektir.
Mutlak zorunluluk, evrensel yasalara ve neden-sonuç ilişkilerine dayanan bir zorunluluğu ifade eder. Aristoteles tarafından ilk olarak ortaya atılan bu ayrım, göreli zorunluluğu bir varsayım hakkındaki veya bir varsayımda mevcut bulunan bir zorunluluğu ifade ederken kullanılmıştır. Leibniz ise "Theodicee" adlı eserinde bu zorunluluk türlerini sıralayıp tanımlamıştır. Ona göre, zorunluluk özelliği yalnızca aklın doğrularına aittir ve olgunun doğrulanı rastlantısal ve olumsaldır. Bu iki tür doğrulamanın farkı, aklın doğrularının çelişmezlik ilkesine, olgunun doğrularının ise yeter sebep ilkesine dayanmasıdır.
Leibniz ile ayrıştırılan ve a priori bir nitelik yüklenen zorunluluk kavramı, Kant'ın felsefi sistemde önemli bir yer edinmiştir. Kant, Saf Aklın Eleştirisi'nde bu kavramı tartışarak, değişmez bilginin, insanlığı kuşatan bir bilgi arzusuna işaret etmiştir. Bu arzu, Kant'ın sadece bilgi alanında değil, ahlak ve estetikte de aradığı zorunlu ve genelgeçer niteliğin ifadesidir. Kant'a göre, matematik ve doğa bilimlerinin (fizik) bize verebileceği kesin yargılar ancak sentetik - a priori önermelerle sağlanabilir. Bu tür önermeler, deneysel olmayan ancak kavramsal olarak dışarıya açık olan yargıları ifade eder. Kant'ın öne sürdüğü a priori bilgi, zorunlu ve genelgeçer bir bilgidir.
Kant'ın bu zorunluluk düşüncesini bilimin temeline oturtması, bilimin kesin ve mutlak yargılar verebileceği düşüncesini güçlendirmiştir. Bu düşünce, bilimci eğilimlerin güçlenmesine yol açmıştır ve hatta pozitif bilimlerin temelinde bir zorunluluk kavramının olduğu görüşü, sosyal bilimlerde de pozitivist ve bilimci bir geleneğin oluşmasına neden olmuştur. Ancak, daha sonraki dönemlerde, zorunluluğa karşı tavır alan ve hatta doğa bilimlerinde bile zorunluluğun olmadığını savunan düşünürler ortaya çıkmıştır. Bu düşünürler arasında, Türkiye'deki düşünce hayatını da etkileyen Emile Boutroux öne çıkar.