Zulüm Nedir? Kur'ân'a Göre Tanımı, Çeşitleri (İslam Kavramları)

Zulüm islamestetei.png 17 162

Zulüm mefhumu Kur’an-ı Kerim’de çok geniş yer tutan bir kavramdır. Bu kavram iman ve amel bakımından geniş manalar ihtiva eder. Tespitimizde yanılmamışsak, zu­lüm ve müştakları Kur’an’da 280’den fazla geçmektedir. Bu sayıya zulüm manasında kullanılan diğer kelimeler dahil değildir.

Arap dilinde en eski lügatçilerden birisi olan Ibni Fâris (395/1004), zulmün iki kök manası bulunduğunu, bunlardan birincisinin, ziya ve nurun aksini, diğerinin de, “Bir şeyi yerinden başka yere koymak” anlamım ifâde ettiğini belirtir. Bu manadan olmak üzere Arapların “Babasına benzeyen zulmetmemiştir” manasındaki atasözlerini örnek verir. Bu ikinci anlam, “Bir şeyi kendi yerine koymamak veya yerinden başka yere koymak”, zulüm için, hemen hemen bütün klasik Arap lügatçilerince ortak mana kabul edilir. O halde “Ya bir noksan, ya bir ilâve yahut vaktini ve yerini değiştirmek suretiyle bir şeyi kendisine mahsus yerden başka bir yere koymaktır” zulüm.

Bir şeyi kendi yerine koymamak, hak yemek, eksik yapmak, haddi aşmak, söz ve fiilde aşırılık, cevr, sitem ve işkence manalarına gelen zulüm, Türkçe’de en geniş şekilde “haksızlık” kelimesiyle ifade edilebilir. “(…) Onların kıl kadar hakkı yenmez (Lâ yuzlemûne fetflâ)” (Nisa, 49); “Her iki bahçe de yemişini vermiş, ondan hiç bir şeyi eksik etmemişti (…)” (Kehf, 33); “Aralarında adaletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratılmazlar (Lâ yuzlemûn)” (Yunus, 54) ayetle­rinde bu manalar açıkça anlaşılmaktadır.

Kur’an’da Zulüm manası ifâde eden diğer kelimeler
Kur’ân-ı Kerim’de zulmün değişik tondaki manalarını ifade eden bir takım başka kelimeler de geçer. Bunları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.

Bi gayri hak

“Haksız yere” manasına gelen bu terkip, zulümle aynı manada pek çok ayette geçer. (Bakara, 61; Âl-i îmrân, 21,112,181,155; En’âm, 93; A’raf, 33,146; Kasas, 39; Fussilet, 15; Şûra, 42; Yûnus, 23; Hac, 40; Mü’min, 75)

Bağy

Haksızlık, azgınlık, her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık muhtevalarında zulüm manasına gelir. (Bakara, 173; En’âm, 145-146; Nahl, 90,115; Kasas, 76; Sâd, 22,24; Şûra, 28,39,42; Hucurât, 9)

‘Adv, Adî, l’teda, Ya’tedî, Mu’tedî

Bu kelimeler, haddi aşmak, hakka tecavüz etmek, hakkı ve Allah’ın sınırlarını çiğnemek ve haksızlık manalarında zulüm anlamı ifade eder (Bakara, 229; Yûnus, 90; Talâk, 1)

İsraf ve Müsrif

Haddi aşmak, aşırı gitmek ve haddi aşan ve taşkınlık eden manalarında zulmün ifade alanlarına girmektedir. (Zümer, 53; Mü’min, 28 gibi.)

‘Azâb, ‘Azzebe

Zulmün ileri vardırılmış bir şekli olan iş­kence ve işkence etmek manasında bu keli­meler de zulüm manasında geçmektedir. (A’raf, 141; Yûsuf, 25; Tâhâ, 47; Kehf, 87; İbrahim, 6; Ankebût, 10; Sâd, 41; Neml, 21; Nûr,2)

Eza ve Fitne

Yer yer bu iki kelime de Kur’an’da işkence derecesine varan zulüm manasında geçer: (Âl-i îmrân, 195; Burûc, 10; Yûnus, 83; Nahl, 110; Ankebût, 10.)

Zulmün Cahiliye Anlayışındaki Yeri
Cahiliye Arapları zulmü, zahiren “Hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık veya kötülük olarak” kabul etmiş olabilirler. Bu itibarla kendi içinde bulundukları zulmün farkında değillerdi. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu kavrayamıyorlardı. Bu anlayış türünden olmak üzere Kur’an bize, Hz. İbrahim’in putları kırmasının, putperestlerce bir zulüm olarak nitelendiğini haber verir. (Enbiyâ, 59)

Fir’avn’ın İsrail oğullarını köleleştirmesi, köleliğe alıştırması, onlara erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını sağ bırakmaya kadar varan zulümleri, Fir’avn tarafından normal bir durum olarak takdim edilir ve bu fiilî zulüm hâline karşı çıkan Hz. Musa, fitne çıkaran bir nankör olarak nitelenir. (Şuarâ, 18-19) Meselenin hakikatini Hz. Musa, şöyle çözüverir: “O başıma kaktığın ni’met de isrâil oğullarını köle yapman (yüzün­dendir.” (Şuarâ. 22)

Öncekilerden görülen düşünce ve davra­nışlar, çoğu zaman taklitle benimsenir, doğru ve yanlışlığı kalabalık halk kitleleri tarafından farkedilmez hâle gelir. Çoğunluk atalarının izinde olmayı yani alışkanlıklarını bir haklılık sebebi olarak ileri sürer. Artık çok ender bazı fıtratı bozulmamış kafalar, bu müştereklerin doğru veya yanlışlığını muhakeme konusu yapabilir ki bunların başında elbetteki en büyük inkılâpçı şahsiyet­ler olan peygamberler gelir. (Bakara, 170)

Cahiliye düşüncesinde zulmün tabiî bir icraat olarak kabul edildiği de anlaşılabilir. Çünkü baskın ve talanlarda ele geçirilen mal ve canı meşru bir mülk kabul eden bir zihniyet için bu durum pek de garip sayılmayabilir. Nitekim cahiliye Arap şiirlerinde zulmü normal gösteren izlere rastlana-bilmektedir. Şair Mütenebbî (354/915) şöyle der “Zulüm beşerî nefislerin fıtratında mevcut bir hususiyettir. Arada müstesna olarak bir iffet sahibi geçinen bulur ve gö­rürsen, elbette onun da bir maksadı ve men­faati vardır da ondan zulmetmiyordur” anlamındaki beytiyle bu cahiliye zihniyetini gayet güzel ortaya koymuştur.

Yine cahiliye anlayışında ister haklı ister haksız olsun, yakın akrabasını kayırma duygusu vardır, (el-hamiyyetü’l-câhiliyye)

Bütün mefhumları Allah indindeki ha­kikî ve aslî manalarına kavuşturan İslâm, zulüm mefhumuna da gerçek manalarını yüklemiştir. İşte biz bu madde boyunca zulmün hakikî manasım Kitap ve Sünnete göre ortaya koymaya çalışıyoruz. İşte bu ölçüler dahilinde zulmün ve zalimin kimler oldu­ğunu bir bir göreceğiz.

Zulmün Çeşitleri
Bazı alimler zulmü, geniş bir tasnifle üç gruba ayırmışlardır:

1- İnsan ile Allah arasında olan zulümdür ki, en büyüğü küfür, şirk ve nifaktır.

2- İnsanla insan arasındaki zulümdür ki, insanların kendi hemcinslerine karşı işledikleri suçlar, günahlar ve haksızlıklardır.

3- İnsanın kendi kendisine zulmetmesidir ki, insanın itikadı ve amel! her türlü yersiz ve haksız davranışı aslında ve öncelikle kendi canına yazık etmesidir (Nahl, 33). Çünkü her yaptığının hesabını verecektir.

Biz bu taksimden biraz farklı olarak zulmü, aşağıdaki şekilde ele alacağız:

İnanca Zulüm

İtikadı konuların başında şüphesiz ki Allah inancı gelir. Allah’ın zât, sıfat ve fiillerinde eşi ve benzeri yoktur. İnsanın Allah inancı İslâm’ın tanıttığı şekilde olursa, o kimse şirkten kurtulur. İslâm’ın tanıttığı şekilde Allah’ı tanıyamamak insanı şirkten kurtaramaz. Şirk ise en büyiik zulümdür. Lokman (a.s.), oğluna öğüt vererek demişti ki: “Yavrum, Allah’a ortak koşma, çünkü şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13) “îman edip de imanlarına zulüm karıştırma­yanlar (var ya), işte korkudan emin olmak onların hakkıdır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (En’am, 82) ayeti inince, ashabın nefislerine bu ayet ağır gelmiş de “Hangimiz nefislerine zulmetmez?” demişlerdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, “Şüphesiz ki şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13) ayetini inzal etmişti. Yani bu zulümle şirkin kasdedildiği açıklanmıştır.

Kur’an’da ayrıca, ulûhiyeti inkâr zulüm olarak nitelendiği gibi (Şuarâ, 10; Kasas, 40,50), ulûhiyet iddia etmek de zulüm olarak nitelenir.(Enbiyâ, 29; Nâziât, 24) Çünkü bu kâinatın yaratıcısının hukukuna bir tecavüzdür. Bundan dolayı yine Kur’an’da Nemrud’un inkârı (Bakara, 258), İsrail oğullarının buzağıya tapmaları (Bakara, 51, 92; A’raf, 148, 150), inkârında direnmek

(Isra, 99), putlara tapmak (ÂI-i İmrân, 127-128,151; Hac, 71), münafıklık (Tevbe, 47, 107, 109; Haşr, 16-17), Hristiyanlık hep şirk ve zulüm olarak tanıtılmıştır. (Mâide, 72)

Kur’an’da Allah’ın ayetlerini inkâr da zu­lüm olarak tanıtılır: Ayetlere zulüm, Kur’an’a ve Kur’an’dan önceki kitaplara inanmamak (Araf, 176-177; Sebe’, 31), Allah’ın vahiy olarak indirdiği daha önceki sözlerini değiştirmek (Bakara, 59; A’raf, 162), kibirlerinden Allah’ın ayetlerini yalan saymak (A’raf, 40), onlan bile bile inkâr etmek (Ankebût, 49) ve Allah’ın ayetleriyle alay etmek hep bu inançta zulüm cümlesin­den sayılır. (En’am, 68)

Allah’ın peygamberlerini doğrulayıcı mu’cizelerini inkâr etmek (A’raf, 103; En-fal, 54), mucizelere sihir (büyü) demek (İsra, 59; Kasas, 36-37) de hep zulüm olarak tavsif edilmiştir.

Kendisine vahiy geldiğini Öne sürerek sahte peygamberlik İddiasında bulunmak da inanç sahasında cereyan eden bir zulüm çeşididir. (En’am,21,93; A’raf, 37)

İman konularından bir veya birkaçının inkârı da Kur’an’da zulüm olarak tanıtılmıştır. Peygamberliğe ve peygamberlere inanmamak ve onlarla alay etmek (NahI, 113; İsrâ, 47; Furkan, 8, 27,37), Kitaplara inanmamak (Yûnus, 39; Ahkâf, 10), Kıyamet ve ahireti inkâr etmek (Kehf, 37; Meryem, 38-39), irtidat etmek (Âl-i İmran, 86), Allah’ın kudretinden tereddüt etmek (En’am, 57-58), kâfirleri dost edinmek (Tevbe, 23), “Şu helâldir, şu haramdır.” şeklinde kendiliğin­den hüküm koymak (Nahl, 116-118) Kur’an’a göre zulümdür ve bu inancın sahipleri de zalimdirler.

Kur’an’da Zulüm Olarak Gösterilen Fiiller
Zulüm kavramı Kur’an’da çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. Amelî sahada her nevi büyük ve küçük günahlar zulüm olarak nitelenebilmektedir. Peygamberlerin zellelerinden tutun da (Bakara, 35) kebâir denilen büyük günahlara kadar zulüm ismi kullanılabilmektedir. Elbette bunlar arasında derece ve mahiyet bakımından çok farklar bulunduğu için, sorumluluk ve cezalan da farklı farklı olacaktır. Kısaca haksız ve yer­siz her türlü inanç ve amel zulüm olduğu için, Taberî’nin dediği gibi bu geniş mana bütün Kitaba yayılan değişik anlamlardadır.

Allah yolundan men etmek (A’raf, 44-45), adam öldürmek (Mâide, 29), hırsızlık etmek (Yûsuf, 75), erkeklere yaklaşmak (homoseksüellik), yol kesmek ve kötülük işlemek (Ankebût, 29-31), yetim malı yemek (Nisa, 10), haksız yere başkalarının malını yemek (Nisa, 29-30), namusa hainlik etmek (Yûsuf, 23), suçludan başkasını cezalandırmak (Yûsuf, 78-79), Allah’a ya­lan isnat etmek (Âl-i îmran, 94), cürüm ve suç işlemek (A’raf, 165), Allah’ın indirdiği ahkâm ile ile hükmetmemek (Mâide, 45), Allah’ın layin ettiği sınırlan çiğneyip geç­mek (Bakara, 229; Talak, 1), Allah’ı bu dünyada açıktan görmek istemek (Nisa, 153), kâfirleri sevip onları dost edinmek (Tevbe, 23; Mümtehine, 9) ve onların hatırını üstün tutmak (En’âm, 52), şeytan ve zürriyetini dost edinmek (Kehf, 50) Kur’an’da zulüm olarak anıldığı gibi, günahtan tevbe etmemek (Hucurat, 11) ve gerektiğinde hicret etmemek de zulüm olarak anılır. (Nisa, 97)

Cihada gitmemek (Bakara, 246), aldatıcı va’dde bulunmak (Fâtır, 40), şeytana uyup lüks ve konfor içerisinde Rahman’ı anmaktan gaflet etmek (Zuhruf, 38-39; Kehf, 16-17), azabı acele istemek (En’âm, 58), suçlulara yardımcı olmak (Kasas, 16-17), keyfine uymak (Kasas, 50), boşadığı kadının evlenmesine mani olmak (Bakara, 231), ziraî mahsullerin öşrünü vermemek (Kalem, 27-29), Allah’ın hazineleri benim yammdadır, gaybı ben bilirim, ben bir meleğim, küçük görülenler için, “Allah onlara bir hayır ver­meyecek” demek (Hûd, 31) de Kur’an’da zulüm olarak nitelenir ve bu davranışların sahipleri de Kur’an’a göre zalimdirler.

Kimler Daha Zalimdir?
Yüce Allah Kur’an’da zulmü ve zalimleri tanıttıktan başka bir de ism-i tafdil sîgasıyla bazı vasıfların kendilerinde bulunduğu kimseleri daha zalim (en zalim) olarak tanıtmaktadır. Bu vasıflardan bazıları önceki kısımda da bulunmakla beraber, bir kıs­mı onlar içerisinde mevcut değildir. Bu bakımdan onları burada ele almak yerinde olur istedik. Yüce Allah, Allah’ın mescitle­rinde Allah’ın adının anılmasına engel olan­ları (cami kapatanları) ve onların harap ol­masına çalışanları (Bakara, 114), bildiği şa­hitliği gizleyenleri (Bakara, 140) Allah’a if­tira ederek onun ayetlerini yalanlayanları (En’am, 21,157; Yûnus, 17), yine Allah’a karşı yalan uydurup bana vahiy geliyor diyeni (En’am, 93), bilgisizce insanları saptıranı (En’am, 144), kendisine hak ve hakikat ulaşınca onu yalan sayanı (Ankebût, 68; Zümer, 32), ayetlerle nasihat edilince yüz çevireni (Secde, 22) ve günahını unutanı (Kehf, 57) ötekilerden daha zalim olarak tamor ve bunlardan daha zalim kimse bulunmayacağını ifade buyurur.

Zulmün Cezası ve Allah Zulmetmez Hak, hakikat ve adalet ölçülerini koyan Allah, zalimleri cezalandırmakla adaleti gerçekleştirmiş olur. Çünkü O, Adil-i mutlaktır. Bu dünya imtihan yeri, hesap ve muhakeme ise ahirette görülecektir. Ancak bazı çok azgın zalimler zulümlerinde çok İleri giderek mazlumun ânını almakta ve gayretullaha dokunmaktadırlar. Böyleleri için, bazan bu dünyada da Allah’ın cezasının in­diği görülmektedir. Çünkü Allah zalimleri sevmez (Âl-i İmrân, 40,57) ve onlardan in­tikamını alır. (Hicr, 78-79) Peygamberimiz (s.), “Mazlumun duasından sakınınız, çünkü onunla Allah arasında perde yoktur.” buyurmuştur. (Buhârî, Cihâd, 180) Cenâb-ı Allah da “Biz ahâlîsi zâlim olan memleketlerden başkasını helak edici değiliz.” (Kasas, 59) buyurmuştur. Şu halde bu dünyada helake uğrayan Nûh (a.s.)’ın kavmi suda boğulmayı (Mü’minûn, 28), Âd kavmi, korkunç sesli azgın bir kasırgaya tutulmayı (Mü’minûn, 41), Lût kavmi üstlerinden taş yağmayı (Hûd, 82), Medyen halkı depremle (A’raf, 91), Eykeliler buluttan ateş yağmak­la (Şuara, 189), Fir’avn ve adamları suda boğulmakla (A’raf, 136) helak olmayı hak etmişlerdir. Yoksa “Rabb’in hiç kimseye zulmetmez. (Kehf, 49)

Veli ULUTÜRK – SBA

Daha yeni Daha eski