Akçe, Akça
Akçe, Akça. Bu isimle gümüş para kasdedilirdi; İsfahan Selçuklularında da akçe adı ile para basılmıştır. Osmanlılar evvelki devletlerin ve hattâ ilk zamanlarda çağdaşlarının kabul ettikleri dirhem ve dinar tabirlerini kullanmayarak, ilk defa bastırdıkları gümüş paraya, “beyaz sikke” anlamında olarak, akçe-i Osmanlı (Osmanlı Akçesi) demişlerdir. İlk basılan bir akçe-i Osmanî [Orhan Gazi dönemi], bir miskalin (1 Miskal=4.8 gram) dörtte biri, yani altı kırat vezninde idi. Bununla beraber akçe her zaman aynı vezni koruyamamış ve zamanla kıymeti azalmıştır. Züyuf akçe, kırpık akçe, kızıl akçe, meyhane akçesi, çil akçe gibi tabirlere Osmanlı tarihlerinde daima tesadüf edilmektedir ki, bunlar akçenin derece ve kıymetini göstermektedir. Çürük akçe tabirinden, bakır meskukât (metal paralar) kasdedilirdi.
1880-1890 evveline gelinceye kadar, paranın ez’af ve eczası diye yapılan taksimatta, 1 kuruş = 40 para, 1 para = 3 akçe ve 1 akçe = 3 pal olarak, itibarî bir taksime tâbi tutulmuştu. Kuruşun Osmanlı paralarında vâhid-i kıyasî olmasından evvel [ II.Süleyman devri], bu vazifeyi akçe görmekte idi. XV. asrın son yarısı içinde, 30.000, XVI. asır ortalarında, 20.000, XVII. asır ortalarında, 40.000 ve XVIIL asır başlarında, 50.000 akçe, 1 kise itibar edilmiş ve aynı asır ortalarına 1 kise, 80.000 akçeye kadar çıkmıştı. XIX. asır ortalarında, 1 kise akçe (kesakçe), 500 kuruşa alem olmuştur.
Akçe tabiri, XV. asırdan itibaren, nakit, yani para mukabili olarak kullanılmıştı : lala yürgüç akçesi, avarız akçesi, akçe kisesi, akçe tahtası, ak akçe, geçer akçet kalp akçe v.s. gibi. Akçe, “nakit” mukabili olarak, diğer bütün Türk memleketlerinde de kullanılır. Avrupalılar bunu Rumca beyaza mânasına olan aspre kelimesi ile tercüme etmişlerdir.