Akıncı
Akıncı, çok seri hareketlerinden dolayı, Osmanlı Türklerinin hafif süvari kuvvetleri bu sıfatla tanınmışlardı. Akıncılar, iyi binici olan atlılardan oluşurdu; bunlar, bazılarının zannettikleri gibi, sırf çapul için düşman ülkesine saldıran serseriler değillerdi. Akıncılar, ya sınırdaki yerlerde veya sınıra yakın bölgelerde bulunup, bir program ve bir plân dahilinde, yaz ve kış akın yaparlar, mal ve esir alırlar, düşmanın hâl ve vaziyeti, yollar ve düşman kuvveti hakkında mühim bilgiler getirirlerdi. Bunların hepsi de Türklerden seçilmiş olup, babadan oğula geçmek üzere, bir ocak teşkil etmişlerdi.
Akıncılar savaş zamanlarında ordunun keşif kolu hizmetini görüp, düşman arazisini keşfederek, orduya yol açarlar ve bu suretle düşmanın pusu kurmasına mâni olurlardı. Bundan başka ordu güzergâhındaki hububatı muhafaza ve aldıkları esirler vasıtası ile, düşmanın durumundan orduyu haberdar etmek ve düşmana yarayacak şeyleri imha ile köprü ve geçitleri emniyet altında bulundurmak ve böylece ordunun sıkıntısızca yürümesini sağlamakta bunların esas görevlerindendi. Bundan dolayı akıncılar, esas ordunun 4—5 gün önünde giderlerdi. Akıncılar, hafif süvari kuvvetlerinden oluştukları için, düşman topraklarında inanılmayacak derecede sür’atle ilerler, düşmana şaşkınlık verirlerdi. Bunların bindikleri atlar, harpten çok koşmağa alışmışlardı. Akıncı kanunu göre, bin akıncıya, bir binbaşı, yüz nefere bir subaşı ve on nefere, onbaşı kumanda ederdi. Düşman ile karşılaşan akıncılar, birbirlerinden belli aralıklarla, arka arkaya gelerek, miktarlarına göre, takımlara ayrılırlardı; hücum eden öndeki kısım direnişle karşılaşırsa, arkadaki takım yıldırım sür’ati ile hücuma geçerdi. Bu hücumlar pek ânî ve sert olduğundan, düşman saflarını sarsarlar ve parçalarlardı.
Düşman ülkesine yapılan bir akının akın ismini alabilmesi için, o taaruzun mutlaka akıncı beyinin, yani akıncı kumandanının, emri altındaki bütün kuvvetler ile yapılması lâzımdı; eğer akıncı kumandanı bizzat gitmez ve akına gönderdiği kuvvet yüz ve yüzden fazla olursa, o suretle yapılan akma, haramilik denirdi. Akın kuvveti yüzden az olduğu takdirde, bunlara çete ismi verilirdi. Akın ve haramilik akınlarında elde edilen esirlerden, pençîk denilen, beşte bir resim alınırsa da, çeteden alınmazdı. Bu resimleri almak için, akıncı beyinin yanında akıncı kadısı veya pençikçi başı bulunurdu.
Akıncıların isimlerini, eşkâlini ve bunların içlerinde tımara sahip olanların tımarlarını gösteren muntazam defterleri vardı; bu defterlerden biri devlet merkezindeki defterhânede, diğeri ise, akıncıların bulundukları eyalet veya sancak kadılıklarında (şer’î muhakemelerde) hıfzedilirdi. Lüzumu hâlinde veya her akın ardından işgörmezlerin, malûllerin ve vefat edenlerin yerlerine, akıncı olarak, çevik, iyi binici ve kuvvetli gençler alınırdı. Eğer bunların yetişmiş oğulları varsa, onların akıncı kaydedilmeleri kanundu. Akıncı ocağına girenler, bulundukları mahalde, kefil göstermek mecburiyetindeydiler. Akıncıların maaşları yoktu; fakat vergilerden muaftılar. İçlerinden bazılarının da tımarları vardı. Akına çıkmaları emredilince, toplandıkları yerlerden itibaren düşman sınına kadar, kendilerine gereken yiyecek verilir ve oradan sonra ihtiyaçlarını kendi kılıçlarının hakkı olarak elde ederlerdi. Akıncılar arasında tımarlı veya muafiyetli tavcalar vardı; bunlar kıdemli ve fedakâr akıncılardı. Tavcılar, akıncıların kazalarda bulunan çeri başılarıydılar. Akıncı beyine akın için emir geldiği vakit, bu çeri başılar vasıtasiyle akıncılar haberdar edilirdi.
Akıncılar toplu olarak bir yerde bulunmayıp, Rumeli’nin muhtelif mıntakalarında, kısım kısım hizmete hazır dururlardı. Her mıntakanın kumandanı ayrı olup, akıncılar mensup oldukları kumandanların aile isimleri ile anılırlardı: Türbanlı akıncıları, Mihallı akıncıları ve Malkoçoğlu akıncıları gibi. Bunlardan Turhanlı akıncıları, Mora ‘da, Malkoçoğlu akıncıları, Silistre taraflarında ve Mihallı akıncıları ise, Sofya ve Semendere taraflarında bulunurlardı.
Osmanlı akıncı kuvvetlerinin mevcudunu kat’î olarak bilmiyoruz ; bunların XV. asır ortalarına kadar mevcutlarının 40.000 olduğunu Idrİs Bitlisi ile Oruç Bey yatmaktadırlar; Macar tarihçilerin de bunları teyit eylediğini Hammer beyan ediyor. Birinci Kosova harbinde akıncı mevcudu 20.000’di. 1559’da yapılan bir yoklamada Mora’daki Turhanlı akıncılarının sayısı 7.000’den fazladır. Kanunî Süleyman zamanında yapılan Budin ve Avusturya seferlerinde Mihallı akıncılarının mevcudunun 50,000 kişi olduğunu o zamanın tarihlerinde görüyoruz.
Osmanlı akıncılığı 1595 senesine kadar kuvvetli olarak, devam etmiştir. Bu sene içinde vezir-i âzam Sinan Paşa’nın Eflâk’ta mağlûp olması üzerine, askerin gerisinde kalan akıncıların pek azı kurtulabilmiş ve bundan sonra akıncı ocakları, eski önemini tekrar elde edemeyerek, sönüp gitmişlerdir. 1625 te mevcudu 2—3.000’e düşmüş olan akıncıların yerine hükümet, sınır kalelerindeki serhad kulu teşkilâtına önem vermiş ve bir taraftan da Tatar hanlarının akınlarından istifade etmek yolunu tutmuştur.
Akıncıların silâhları kılıç, kalkan, pala, mızrak ve bir de atlarıma eğer kayışına asılı, bozdoğan denilen, başı toparlak, kısa saplı ağaç topuz idi; bazılarında zırh gömlek de vardı.