Âmîn
Âmîn, Âmin, İbranî; Şeyh Razi’ye göre, Süryanice bir kelime olup, âmin, amin, âmin v.s. muhtelif şekillerle zaptolunmuş olduğu gibi, mânasının tayininde de bir takım rivayetler ve Allanın isimlerinden olduğunu söyleyenler dahi vardır; Ebu ‘Ali al-Fasavî bunu, Allaha ait bir zamiri ihtiva etmesi ile, izah eder. Çünkü âmin ‘de, ‘duayı kabul et’ demek olmakla, Allaha ait bir zamir-i muhatab mevcuttur. Bir ism-i fiil olduğuna göre, “duaları işit, kabul et, öyle olsun, Öyle yap” demek olduğu gibi, “doğru, doğru!” mânasına dahi geldiği rivayet olunur.
Bu kelime her ne kadar Kur’an’in ilk suresi olan Fatiha’nın sonuna yazılmakta ise de, Kur’an’dan bir kelime olmadığında ittifak vardır. Halife Osman’ın toplattığı Kur’an nüshasında âmin kelimesi bulunmadığı gibi, ne sahabe ve ne de tabiinden hiç bîr kimseden bunun Kur’an’da olduğu rivayeti yoktur.. Fatiha suresini okuyan kimsenin sonunda âmin demesi, sünnettir. Bir hadiste namazlarda imamın bu sureyi okumasını müteakip, cemaatin yavaşça âmin demesi, emrolunmuştur. İmamın da âmin deyip dememesi, ihtilaflıdır. Hanefîlerce makbul olan, İmamın gizlice âmin demesidir. Şafi’îlerce, imam, kelimeyi yüksek sesle tekrar eder. Şi’ılere göre namazda Fatiha’dan sonra âmin denilmez. Eğer kasten denilecek olursa, namaz bâtıl olur. Türkçede âmin, eski devirlerde çocuğun mektebe başlatılma merasimine de isim olmuştur.