Hz. Muhammed‘e M.610’da gelen ilk vahyin ardından 3 yıl süren Fetret-i vahiy, 613’te Müddessir Suresi’nin ilk âyetleri vahyedildi. Bu âyetlerde “Ey örtüye bürünen Resûlüm, kalk da sana iman etmeyenleri inzâr et. Rabbinin azamet ve kibriyasından bahset. Elbiseni temiz tut” deniliyordu.
Vahyi alan Hz. Muhammed, yattığı yerden hemen kalktı. Bunu gören Hatice: “Ya Ebâ Kasım, niçin uyuyup, dinlenmedin?” dedi. O da, “Ya Hatice, benim işim uyumaktan, dinlenmekten geçti” deyip Cebrail’in tekrar geldiğini ve kendisine vahy getirip, tebliğe memur olduğunu söyledi. Ve arkasından da: “Ben kimi davet edeyim, beni kim tasdik eder?” dedi. Hatice: “Ben tasdik ederim ya Resûlallah, dinini herkesten öncel bana tebliğ et” cevabını verdi. Hz. Muhammed, onun bu sözlerinden fevkalâde memnun oldu.
Hz. Muhammed, bu son vahiyden sonra Resul oldu. Tebliğ ve risalet emri de nübüvvet emri gibi pazartesi günü geldi. Risaletten hemen haberdar olan Hatice, o anda ilk olarak imana geldi. Fetret-i vahy sırasında İsrafil’den abdesti ve namazı öğrenen Hz. Muhammed, bunu hemen Hatice’ye öğretti. Beraberce o gün namaz kıldılar. Sonra, Hz. Muhammed‘in kızları, annelerini takip ettiler. O gün, henüz on yaşlarında bir çocuk olan Ali bin Ebu Talib, bu hareketlerden hiçbir şey anlamamıştı. Kılınan namazı görmüş ve imana geliş şeklini öğrenmişti. O gece, bu konularda düşünceye dalarak uyudu. Ertesi günü gidip durumu babasına söyleyecekti. Fakat babasının ona: “Muhammed ne söylerse itaat et” emrini hatırladı, sabah olunca, yeni cemaate katıldı. Onun ardından Zeyd bin Harise‘de müslüman oldu.
Hz. Muhammed, eriştiği ilahî vahyin ve manevî memuriyetin heyecanını anlatmak ve imana davet etmek için ikinci günü, yakın dostu Ebu Bekir ile buluşmayı ve durumu ona anlatmayı düşündü. Sabah olunca evinden çıkıp ona doğru gitti. Ebu Bekir de o gece: “Biz putperestliğe saplanmış kalmışız. Elimizle yaptığımız ve kendilerinden hayır ve şer gelmeyen putlara tapıyoruz. Bu dünyayı yaratan Allah, elbette kendisinden başkasına tapmamızı kabul etmez. Keşke biri çıksa da beni Hak yoluna sevketse” diye düşünmüş ve ertesi günü Hz. Muhammed‘e gidip, bu konuyu konuşmaya karar vermişti. Ertesi günü iki dost, yolda birbirleriyle karşılaştı. Hz. Muhammed, İslâmiyeti tebliğe memur edildiğini anlattı. Ebu Bekir “Ey Muhammed, önce beni davet et” dedi. Ve akşamki düşüncelerini anlattı. Hz. Muhammed de ona İslâm dinini tebliğ etti. Ebu Bekir, derhal müslüman olup Hz. Muhammed’in nübüvvetini tasdik etti.
Ebubekir, İslâm olduğunu halktan gizler, fakat Kabe hareminde yanına gelip giden yakın arkadaşlarına durumunu açıklar ve onların da İslam dinini geçmeleri için teşvik ederdi. İçlerinden İslamı kabul edenleri, hemen Hz. Muhammed‘in yanına götürürdü. Ebu Bekir vasıtasıyla kısa zamanda Osman bin Affan, Abdurrahman bin Avf, Saad bin Ebi Vakkas, Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah gibi seçkin şahıslar, İslâmiyeti kabul edip müslüman oldular.
Bunlardan sonra, Ebu Bekir’in daveti üzerine Ebu Ubeyde (Amir) bin Abdullah bin Cerrah, Erkam bin Erkam, Habbab bin Eret, Ubeyde bin Haris bin Abdülmuttalib. Abdullah bin Mesud, Abdullah bin Cahş, Cafer bin Ebu Talib, Said bin Zeyd, Bilali Habeşi, Suheyb-i Rumi. Ebu Fükeyhe, Lübeyne, Zinnire, Nehdiyye, Urnmü Abis, Ammar bin Yasir, babası ve annesi, Sümeyye ve Kureyş’ın bazı tanınmış şahısları müslüman oldular, Sonra da yavaş yavaş halk iman etmeye başladı.
Ebu Bekir, Ali bin Ebu Talib, Osman bin Affan, Ebu Ubeyde bin Cerrah, Abdurrahman bin Avf, Zübeyr bin Avvam, Talha bin Ubeydullah, Sad bin Ebi Vakkas ve Said bin Zeyd Aşere-i Mübeşşere‘den, yani hayatta iken cennete layık oldukları ve vefatlarında sorgu ve sualsiz cennete girecek kişilerden olup, bu gruba onuncu olarak Ömer bin Hattab katılmıştır.