Hatt-ı Hümâyûn. Hattı humayun, pâdişâhların, her hangi bir iş için, bizzat yazdıkları yazılar; buna hatt-ı şerifi denilirdi. Osmanlı pâdişâhları, III. Murad zamanına (1574—1598) kadar, vezîr veya kazaskerlerin huzura kabul olundukları arz günlerinde, vezîr-i azamılar tarafından kendilerine arzedilen meseleler hakkında, “olsun” veya “olmasın” diye, şifahen düşündüklerini söylerler; vezîr-i âzamlar bunu kâğıtlara işaret ederek, gereken muameleyi yaparlardı. Kendilerine yazılı olarak takdim edilen bâzı mühim tevcih ve tâyin muamelelerine âit kâğıtların üst kenarına mutâlealanni, kendi elleri île “olsun” veya “kanun üzere verile” diye, kısaca yazıp, “takriri” iade ederlerdi.
III. Murad hükümdar olduktan sonra, vezîr-i âzamlara güvenmeyerek, emirlerini bizzat hatt-ı hümâyûn ile vermeğe başlayınca, pâdişâh nâmına divandan yazılan tuğralı fermanların önemi azaldığı cihetle, bunlara güvenilmeyip, mutlaka hatt-ı hümâyûn istenir olduğundan, bu hâl divan-ı hümâyûnun da önemini azaltarak, devlet işlerinin gecikmesine sebep olmuş idi; Murad’dan sonra gelen pâdişâhlar zamanında hatt-ı hümâyûn sıradanlaşmasın (bunda bâzı pâdişâhların genç ve çocuk denecek yaşta hükümdar olmalarının veya zihnen malûl bulunmalarının da tesiri vardır) bir dereceye kadar önüne geçmiş ve bilhassa Köprülü ‘lerin otoriteleri bu tehlikeli usûlü ortadan kaldırarak, hatt-ı hümâyûn usûlünü mâkul bir şekle sokmuştur.
Osmanlı pâdişâhlarının hatt-ı hümâyûnları 4 türlü olurdu:
1. Enderûn-ı Hümâyun nakil ve tâyinleri ile Enderun’dan dışarı bir hizmet verilme hakkındaki yazılar.;
2. Herhangi bir mesele hakkında vezîriâzamların arzlarına karşı bizzât pâdişâh tarafından yazılan mütâlaa;
3. Herhangi bir mesele hakkında pâdişâhın vezîriâzama doğrudan doğruya emir vermesi veya kendisinden bir mütâlaa istemesi;
4. Önemli bir iş için dîvân-ı hümâyundan çıkmış tuğralı fermanın üstüne pâdişâh tarafından yazılan hatt-ı hümâyun. Bu hatt-ı hümâyunlu fermanlar, en geçerli fermanlardı. Kendisine gönderilenler için en büyük iltifât sayılırdı.
Bu hatt-ı hümâyûnlu fermanlar en makbul fermanlardan olduğu için, kendisine gönderilen zât hakkında büyük iltifatı tazammun ettiği gibi vezirler arasında çekememezlik olurdu; msl. 1768 Rus seferinde Sâliha Sultan’ın zevci olan Hotin seraskeri Mehmed Paşa başarısızlığından dolayı azlolunârak, yerine ordudan çıkan ferman ile (çünkü vezîr-i âzam harp zamanında, hiç sormadan, her istediğini azl ve tâyine tamamen yetkilidir) Moldovancı Ali Paşa atanmış ise de, Mehmed Paşa bu fermana itaat etmeyerek:— “Ben hatt-ı hümâyûn ile seçilmiş seraskerim; Moldovancı yalnız ferman ile olmağla, beni nâsih olamaz” — sözleri ile azlini kabul etmemek istemişti, Yine bunun gibi, III. Selim, zamanında Rumeli’deki dağlı eşkiyâsı üzerine memûr edilen Hakkı Mehmed Paşa, hasmı olan Gürcü Osman Paşa’ya karşı, kendisini hatt-ı hümâyûnlu ferman ile işe memûr edildiğini söyleyerek, üstünlüğünü göstermek istemişti.
18. asrın ikinci yarısından itibaren kendilerine arzedilen meseleler hakkında hükümdarların hatt-ı hümâyûn ile vermiş oldukları emirler önem kazanmıştı. Mes’ûliyetten korkan vezîr-i âzamlar, detaya kadar, her şeyi pâdişâhtan sorarak, hatt-ı hümâyûn ile emir almağı usûl haline getirmişlerdi; bu asırda bizzat devlet işlerini takip eden ve hatt-ı hümâyûnu en çok olan Osmanlı hükümdarı I. Abdülhamid‘dir. Padişahların hatt-ı hümâyûnları talik, talik kırması, nesih ve bâzan rik’a ile yazıldığı hâlde, II. Mahmud‘dan itibaren, münhasıran rik’a ile yazılması âdet olmuş ve bu Osmanlı saltanatının sonuna kadar devam etmişti. Kanunî Sultan Süleyman ile oğlu II. Selim’in yazıları talik kırması olup, birbirine benzemektedir. III. Murad’ın yazısı fena ise de, okunaklı olup, oğlu III. Mehmed’in talik kırması yazısı hem güzel ve hem de işlektir. I.Ahmed, İbrahim ve IV. Mehmed’in yazıları zor okunacak derecede fena olup, II.Osman ile IV. Murad‘ınkiler ise, fena olmakla beraber, okunaklıdır. I. Mustafa‘nın yazısı görülmemiştir. II. Süleyman ile kardeşi II.Ahmed‘in yazıları güzel ve açık nesih ile olup, II.Mustafa’ninki de, nesih ile rik’a arasında, işlek bir kalem ile yazılmıştır.
Hatt-ı hümâyûnları en güzel olan Osmanlı pâdişâhı III. Ahmed olup, her çeşit yazıyı yazmakta mahareti var idi. Meşhur hattat Hafız Osman’dan yazı meşketmişti. I. Mahmud ile kardeşi III. Osman’ın yazıları nesih ve III. Mustafa’nın ise, işlek ve güzel talik kırmasıdır; I. Abdülhamid’in yazısı iyi olmayıp, nesih ile rik’a arasında ve III. Selim’in hattı ise, babasınınki gibi, talik kirmasıdır. IV. Mustafa’nın yazısı babası I. Abdülhamid’in yazısına benzerse de, ondan daha iricedir. II. Mahmud’un yazısı orta derecede rik’a, Abdülmecid‘inki güzel rik’a ve Abdülaziz‘in yazıları ise, işlek ve okunaklıdır. V. Murad ile kardeşi II. Abdülhamid, Mehmed Reşad ve Mehmed Vahîdeddin’in hatt-i hümâyûnları işlek ve okunaklı rik’a olup, bunlardan V. Murad ile Vahîdeddin’in yazıları, diğer kardeşlerinin yazılarından, daha güzeldir.
Telhis veya takrir, ferman veya re’sen hatt-ı hümâyûn yazılması usûlü 1833’ten itibaren kaldırılmıştır. Bundan sonra sadrâzam tarafından pâdişâha arz ve takdim edilen evrakı baş-kâtîp hükümdara okuyarak, şifahî irâdesini alır ve gereğinin yapılması Bâbıâliye yazılırdı; pâdişâh tarafından re’sen olan irâdelerde yine bu suretle, baş kâtip tarafından, bîr tezkire ile, sadrâzama bildirilirdi. Her ne kadar bu kaideye muhalif olarak, sadrâzamların tezkire-i sâmige denilen arz tezkirelerinin üstüne bâzı hatt-ı hümâyûnlar yazılmış ise de, bu, kaideyi bozmayacak kadar, nâdir îdi.
Bundan başka, bizzat pâdişâhın yazısı olmayıp, fakat devlette yapılacak esaslı ıslâhatı dâir pâdişâhın emir ve irâdesi ile neşr ve ilân olunan fermana da hatt-ı hümâyûn denilmiştir ; msl. XIX, asır ortalarındaki ıslâhat dolayısıyla 3 Kasım 1839’da ilân olunan Gülhane hatt-ı hümâyûn’u bu kabildendir. Bundan başka (1856) Islâhat Fermanına da hatt-ı humâyun denilmiştir.;
Sadrâzamlar azledildikten zaman, yerine gelen yeni sadrâzama hitaben yazılarak, Bâbıâliye gönderilen ve devlet işleri hakkında bir dikretif mâhiyetinde olan hatt-ı hümâyûnlar da vardır. Bu hatt-ı hümâyûnlar, çok zaman, pâdişâhların kendi yazıları ile olur ve yazı bilindiğinden, altına imza konulmazdı. Eğer padişah bu hatt-ı hümâyûnu bizzat yazmamış ise, o zaman, hattın kendi irâdesi ile yazıldığını bildirmek için, altına kendi imzasını koyardı. Tanzimattan önce yeni sadrâzama gönderilen sadâret hatt-i hümâyûnu tâyininden 3 gün sonra gönderilmek âdet iken, bu tarihten sonra hatt-ı hümâyûnun sadâret alayı ile birlikte, bâş-kâtip tarafından Bâbıâlîye getirilmesi teamül olmuştur.
Tanzimâtın ilânına kadar, enderûn tâyinlerine âit hatt-ı hümâyûnlar hariç, diğer hukûmet işlerine ilişikin hatt-ı hümâyûnlar reisülküttâba teslim edilir ve her aya âit olanı bir torbaya konulup, üzeri mühürlenirdi; sonra hepsi bir sandığa yerleştirilerek, o da mühürlenir ve işi bitmiş olanlar Babıâli civarındaki kârgir mahzende saklanırdı.