Davud. Arapça: داود, İng, Fr, Alm:David, Beni İsrâil peygamberlerinden biri olup, Kur’an’da bu peygamberin kıssasına âit bir çok âyetler vardır. Bu âyetlerin birinde (Sâd Suresi, 25. Ayet): – Ey Dâvud, dünyada insanlar arasında hak ile hüküm etmeğe seni vekil kıldık…” — denilmektedir. Fakat diğer peygamber kıssalarında da olduğu gibi, bundaki haberler de Kitab-ı mukaddes’teki haberlerden farklıdır. Kur’an’da Dâvud’un Câlüt’u öldürdüğü (Bakara Suresi, 251. Ayet), Allah tarafından kendisine Zebur gönderildiği yazılıdır; Zebûr, Kur’an’da geçen 4 kitaptan biridir. Dâvud’un pişmanlığı Kur’an (Sâd Suresi, 17. Ayet)’da mezkurdur. Dâvud da hikmette Süleymân ile müşterek idi (Bakara Suresi, 251. Ayet; Neml Suresi, 15.Ayet). Bir gün sürülen bir tarlada yaptıkları zarar hakkında her ikisi birlikte dikkate değer bir hüküm vermişlerdir (Enbiyâ Suresi, 78-79. Ayetler); müfessirler diyorlar ki, o vak’a esnasında henüz on yaşında olan Süleyman, babasının verdiği hükmü düzelterek, kendi hikmetini göstermeğe başladı. Zahiren bir hüküm istemek, fakat hakikatte, hatasından dolayı, onu muahaze maksadı ile Dâvud’a müracaat eden iki davacı diğer âyetlerin mevzuunu teşkil eder (Sâd Suresi, 20-25. Ayetler). Dâvud zırh gömleğin mucidi, yâni zırh levhaları yerine bu gömleği ikame eden zât olarak nazar-i itibâre alınmıştır; demir sanki onun elinde yumuşadı (Enbiyâ Suresi, 80. ve Sebe Suresi, 10. Ayetler) ; sesi güzel idi, teganni ettiği zaman, dağlar ve kuşlar ona refakat ederlerdi (Enbiyâ Suresi, 79.; Sebe Suresi, 10.; Sâd Suresi, 17-18. Ayetler).
Davud efsânesi Taberi’de tefsir olunmuştur ve esaslı noktaları Kitab-ı Mukaddes’e uygundur; Ad ve Semüd kavimlerinden olan Câlut (Goliath) Tâlüt (Saul)’a hücum ettiğinden, Dâvud gelip, Câlüt’u sapanı ile öldürüyor; Tâlut’un kızı ile evleniyor ve onun saltanatına şerik oluyor, Tâlût onu, kıskanarak, öldürmek istiyor; Davud kaçıyor ve bir mağaraya saklanıyor. Bir örümcek de mağaranın medhaline ağını örüyor, Taberi Davud’un nesebnâmesini veriyor. Una’nın karısı Batbseba (Batşabâ’)’nin hikâyesini naklediyor, kralın pişmanlığını ve mabedin binası tasavvurunu söylüyor ve daha bâzı kıssalar da ilâve ediyor, Mes’üdi, bu kıral tarafından Kudüs’te bina edilen ve tarihçinin zamanında henüz mevcut bulunmakta olan, Mihrab Dâvud’u biliyor; bu Mihrab’in şehrin en yüksek binası olduğunu söylüyor; oradan Lut gölü ve Şeri’a nehri görünür. Orası Dâvud’un iç hisarı veya kulesi olsa gerektir. Mes’üdi’nin mezmurlar hakkındaki malûmatı oldukça eksiktir. Dâvud’un kabri yahut türbesi Kudüs’te, Sion dağı güneyindedir. Müslümanlar 1561’de oraya yerleşmişlerdir.
Dâvud’un mutasavvıflar indinde oldukça önemli vardır. Mevlana Celâleddin Rûmi Mesnevi’sinde bâzan ismini zikrediyor. Çok eski bir tasavvuf kitabı olan Kaşf-el mahcâb, sesinin füsûnkâr etkisi hakkındaki efsâneleri, gülünç bir tarzda mübalağa ile naklediyor (5,403—403): vahşî hayvanlar, onu dinlemek için, inlerinden çıkarlardı ; akar sular dururdu ve uçan kuşlar düşerdi. Halk, günlerce yemek ve içmeği unutarak, çölde onu takip ederdi. Dinleyenlerin çoğu bu füsun içinde helak oldular. Bir defa bu yüzden 700 genç kız ve 13.000 erkek ölmüştü. Aynı kitapta (s, 197) bâzı daha güzel tasvirler de vardı. Nitekim Allah Dâvud’a şöyle diyor — : “Sen kendini sevme, çünkü sen kendini ne kadar sevmezsen, ben seni o kadar severim”. 1940-50’li yıllara dek Kürdistan’da küçük bir Dâvudîler cemaati mevcuttu; Hânikin civarındaki Kirnid dağlık bölgesinde ve Bagdat’ın kuzeyinde Mandala’de oturmaktadırlar; onlar için, Davud, nebilerin en önemlisidir (bk. P. Anastase, La secte des Davidiens, Maşrık, 1903, nr. 2, s. 60—67 ).