İcma (Arapça). Hz. Muhammed’in vefatından sonra herhangi bir asırda, İslam müctehidlerinin bir konuda fikir-söz birliği etmeleri. İslam dininin dayandığı dört temel’den biridir. Bunlar; Kur’ân, hadîs, icmâ ve kıyâs (ictihâd)tır.
Din bilgilerini açıklayan İslâm bilginleri, bir işin nasıl yapılacağını Kur’ân’da açık olarak bulamazlarsa, hadîs’lere bakarlar. Hadîs’lerde de bulamazlarsa, bu iş için icmâ varsa öyle yapılmasını bildirirler. Eshâbın, Tâbiînin, yâni Eshâbı gören ve tanıyan İslâm âlimlerinin ve onları görenlerin icmâ’ı, din bilgilerinde delildir, senettir. Daha sonra gelenlerin ve İslâm âlimi olmayan kimselerin yaptıkları, söyledikleri şeye icmâ denmez. Şiîler, Vehhâbîler ve Zâhirîler icmâyı inkâr ederek, Ehl-i sünnetten ayrılmışlardır.
Din bilgilerinin ilk iki kaynağı olan Kur’ân ve hadîs’ler, Hz. Muhammed zamânında tamâmen açıklanmış, dindeki her meselenin genel kâidesi bildirilmişti. Zâten Müslümanlar yeni bir olayla karşılaşınca bunun dindeki hükmünü Peygambere sorarak öğreniyorlardı. Bu hususta bir sıkıntıları yoktu. Ayrıca Eshâbın hepsi ictihâd yapabiliyordu. Hz. Muhammed “Ümmetimin âlimleri arasındaki ihtilâf rahmettir.” ve yine peygamberin Muâz bin Cebel’le olan bir konuşmasını Muâz şöyle anlatır: ‘Allah Rasûlü beni Yemen’e gönderirken şöyle dedi: ‘Sana bir mesele sorulduğunda ne ile hükmedeceksin?’ Ben: ‘Allah’ın kitabındakilerle’ diye cevap verdim. ‘Eğer Allah’ın kitabında bulamazsan ne ile hükmedeceksin?’ dedi.’ ‘Allah Rasûlü’nün hükmettiği ile, dedim. Eğer onda da bulamazsan?’ dediğinde: ‘Kendi reyimle içtihad ederim, diye cevap verdim. ‘Bunun üzerine Allah Rasûlü: ‘Nebisini, râzı olduğu şeyde başarılı kılan Allah’a hamdolsun’ dedi.(İbn Sa’d, Tabakât) Fakat O’nun zamânındaki ictihâdlarda bir hatâ, yanılma olursa, bizzat Allah tarafından vahiy gönderilip düzeltiliyordu.
Hz. Muhammed vefât edince, birçok yeni meseleler meydana çıktı. Bunlar hakkında dînin kesin hükmünün bilinmesi ve ona göre yapılması îcâb etti. Ebû Bekr halîfeliği zamânında Kur’ân’da ve hadîs’lerde açıkça bildirilmeyen böyle yeni meseleleri, kendisine sorulunca veya dâvâ edilince, Eshâbı toplayarak onlara anlatır; “Resûlullah’ın böyle bir meseleye ve dâvâya cevap verdiğini bilen var mı?” diye sorardı. Sözbirliği ile cevap verilirse, öylece hükmederdi. Haber verilmezse, Eshâbın büyüklerini toplar, onlara anlatır. Sözbirliğine varırlarsa, öylece hüküm verirdi. Hz. Muhammed zamânında ve Ebû Bekir zamânında açıklanmamış olan pekçok mesele vardı. Ömer bunların hepsini icmâya bağladı. Bunlarda şüphe bırakmadı. Ömer’in bildirmediği meselelerde, o günden bugüne kadar sözbirliği olmadı. Ömer’in icmâ konusundaki bu gayreti, kıyâmete kadar gelecek İslâm âlimlerini güç durumdan kurtarmıştır. İslâm dünyasının büyük çoğunluğu oluşturan Ehl-i sünnetin temeli Ömer’in sözbirliği yaptığı meselelerdir. Dört mezhebin (Hanefilik, Şafi’ilik, Malikilik, Hanbelilik) hiç ihtilâf etmeden bildirdiği fıkıh ilmine âit bilgiler, Ömer
zamânında icmâ (sözbirliği) sağlanan meselelerdir.
İcmâ’ın din bilgileri için delil olduğu Kur’ân’da ve hadîs’lerde bildirilmiştir. Allah, Nisâ sûresi 115. âyette meâlen; “Mü’minlerin yolundan ayrılanı Cehennem’e atarız.” buyurdu. Bunun için İslâm âlimlerinin icmâ’ı (sözbirliği) din bilgileri için delil, huccet yâni sened oldu. İcmâ’dan ayrılmak yasaklandı. Peygamberin de; “Ümmetim dalâlet (sapıklık) olan bir şeyde icmâ yapmaz.” hadîs’i, doğru yoldaki âlimlerin sözbirliği ile bildirdiklerinin hepsinin doğru olduğunu gösteriyor. İcmâ ile bildirilen din bilgilerini bilmeyenlerin de sorup öğrenmelerini; “Bilmediklerinizi bilenlerden sorunuz!” (Nahl sûresi: 43) meâlindeki âyet ile emretmekte ve; “Cehâletin ilâcı sorup öğrenmektir.” hadîs’i, bu âyeti açıklamaktadır.
İcmâ ile bildirilen din bilgilerinden bâzıları şunlardır:
- Kur’ân’ın âyetlerinde, kelime ve harflerinde hiç bir değişiklik olmamıştır.
- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân bilgilerinin hepsi doğrudur.
- Dört halîfeden Ebû Bekr ve Ömer sözbirliği ile halîfe seçilmişlerdir.
- Dört mezhepteki ictihâdla çıkarılmış bilgilerin hepsi doğrudur.
- Mut’a ve muvatta nikâhı (tâyin edilmiş belli bir süre için ücret ödenerek yapılan evlilik) peygamberin
- yasakladığı husûsunda icmâ hâsıl olup, mut’a nikâhını İslâmiyet yasak etmiştir.
- Emvâl-i bâtınanın (altın, gümüş, para ve ticâret eşyâsının) zekâtını mal sâhibi verir. Emvâl-i zâhirenin (dört ayaklı hayvanların, toprak mahsüllerinin) zekâtını İslâm devleti, zenginin vekîli olarak alır ve muhtâc olanlara verir.
- Kalplerinin İslâma meyletmesi istenen ve kendilerine (müellefe-i kulûb) denilenlere zekât verilmeyeceğine dâir peygamberin hadîs’i bulunduğundan icmâ hâsıl olup, bundan sonra bunlara zekât verilmesine ihtiyaç kalmamıştır.
Bu hususta geniş bilgi, Hindistan’da yetişmiş olan İslâm âlimlerinden Şah Veliyullah Dehlevî’nin Kurretül-Ayneyn fî Tafdîlişşeyhayn adındaki kitabında bildirildiği gibi bütün fıkıh kitaplarında da vardır.
Buhârî, Müslim ve Kütüb-i Sitte denilen diğer hadis kitaplarındaki binlerce hadîs’in sâhih oldukları yâni doğru oldukları icmâ ile bildirilmiştir. Zîrâ Kur’ân’da ve icmâ ile ve zarûrî olarak bilinen hadîs’lerde açıkça bildirilen şeylerin hepsine, icmâ ile ve zarûrî olarak anlaşıldığı gibi inanmak îmân gereğidir. Zarûrî bilinmek demek, her asırda Müslümanların çoğunun işittikleri yayılmış bilgi demektir. Bilmemek özür olmaz.
İcmâ ile ve zarûrî olarak bildirilmiş olan inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde, ictihâd yapmak uygun değildir. Bunlara bildirildiği gibi inanmak lâzımdır. Bunlara inananlara mümin veya Müslüman denir.