Okuyucunun ilgisini çekmek için, konunun özel taraflarını yakalamak gerektir. İçimizde beliren bir duygu veya düşünceyi, tabiatta meydana gelen bir olayı, yada eşyalar arasındaki ilişkileri konu olarak seçerken kuvvetli bir gözlemimiz olmalıdır. Gözlem, herhangi bir şeyin nedenini anlamak demektir. Gözümüzle her şeyi görürüz ama, nedenlerini anlamayız. Bunu anlıyabilmek için o şeye iyice dikkat etmemiz şarttır. İyi yazı yazmak, ele alman konunun, başkaları tarafından görülemiyecek yönünü yakalamakla mümkündür. Bunları yakalamak da gözleme bağlıdır. Gözlemi daha iyi kavrayabilmek için, Ahmet Haşim’in “Ay” başlıklı şu yazısını inceleyelim :
Ay
Bütün gün kırlarda, deniz kenarlarında dolaştık. Güneş hayale müsaade etmiyecek tarzda her şeyi vazıh ve berrak gösterdiği için, yalnız gözlerimizle yaşadık ve hiç eğlenmedik. Ağaçların tozlu yapraklarını, kayalar üzerinde durup soluyan kertenkeleleri, denizin kirli soları altında cam kırıklarını, paslı tenekeleri, eski pabuç naışlarını seyretmenin ruha ne kadar çabuk uyuşukluk verdiğini tecrübe etmiyen var mı?
Güneşli kırlarda geçen bir gezinti gününden sonra akşam üstü eve mahzun ve ümitsiz dönmemek mümkün, olmadığını tecrübelerimle bilirim. Onun ışığında eleğlenmenin ve mesut olmanın imkânı var mı? Nihayet akşam oldu. Karanlık bastı. Karşı karşıya oturmuş iki insan, artık yüzlerimizi görmüyor, yalnız seslerimizi duyuyorduk. Birden “arkamızda garip bir fısıltıyı andıran bir hışırtı duyar gibi olduk. Başımızı çevirdik. İki büyük fıstık ağacı arasından kırmızı bir ay sanki yapraklara sürünerek yükseliyordu. Birden etrafımızda dünyanın bütün manzaraları değişti. Sanki Japonyalı bir ressamın siyah mürekkeple çizdiği müphem ve natamam bir âlem içindeydik. Artık her şeyi sarahatle görmek ıstırabından kurtulmuştuk.
… Etrafımızda gündüzün bütün uyuz ağaçları yerine zenzin bir orman vücut bulmuştu. Karşıda yemek yiyen fakir ailenin kızları, yüzlerine vuran ay ışığı içinde birer murassa hayal olmuşlardı. Denizin bulanık suları boşalmış ve onun yerine şimdi denizin kumları üzerinde ışıktan bir mayi sallanıp şarkı söylüyordu.
Dünyanın güzelliğinden korkmıya başlamıştık. Zira aydan akan büyünün saadetiyle ruhlarımız çatlıyacak kadar dolmuştur.
Ay! Ay! Yalancı ay! Zekâdan harabolanları dinlendiren hayal gibi güneşten bunalanları da teselli eeden sensin!..
Ahmet Haşim
Yazarın, bu yazıdaki gözlemini şöylece sıralanabilir :
A) Güneş ışığında :
- Deniz sularının kirli olduğu ve dibindeki pabuç eskisi, paslı teneke gibi çirkin şeylerin sırıttığı
- Yaprakları tozla kaplanmış ağaçların, uyuz bir manzara gös-dikleri
- Fakir aile kızlarının çirkin göründükleri
B) Ay ışığında :
- Gündüzki pis görünüşlü denizin yerine ışıktan bir suyun sallanıp garkı söylediği,
- Uyuz ağaçların yerinde zengin bir ormanın meydana geldiği,
- Fakir aile kızlarının süslü birer hayale döndükleri
İşte yazarın “Ay” konusu üzerindeki herkesinkinden farklı olan bu görüşü, onun, iyi bir gözlemci olmasından doğuyor.
Çoğumuz mehtabı köyde, şehirde, kırda, su kenarında, bağda, bahçede gördük ve görüyoruz. Güneşi de öyle. Fakat hiç birimiz Ahmet Haşim gibi görmüyoruz. Görsek bile Ahmet Haşim’inkine benzemez. Bizimkinin orijinalitesi de başka olur.
Şu duruma göre ister bir görüntünün tasviri, ister bir düşüncenin tahlili olsun, güçlü bir gözleme bağlanması şarttır.
İki çeşit gözlem vardır :
- Dış gözlem
- İç gözlem
Dış gözlem, tabiatta meydana gelen çeşitli olaylarla bunların yapıcısı olan canlı ve cansız varlıkların aralarındaki ilişkileri ve nedenleri anlamak için yaptığmız dikkatli ve özentili bakıştır.
İç gözlem, dış gözlem yardımiyle tabiattan ve kitaplardan aldığımız bilgileri, daha önceden edinilmiş bilgilerle birleştirerek yeniden imal ettiğimiz düşünce ve duygularımızın tuttuğu yönü bulmak çabasıdır.
İşte bu gözlemleri iyi becerdiğimiz takdirde yazı yazmakta güçlük çekmiyeceğiz. Yazacağımız yazı da ilgi çekici olacaktır.