Herhangi bir şeyin meydana gelişini, gerçek sebebinin dışında daha güzel bir sebebe bağlamaya hüsn-i tâlil sanatı denir.
Şair, birşeyin meydana gelişini, kendi hayalinin icadettiği bir güzel sebebe bağlar. Böylece o şey, kendini yaratan gerçek sebepten ayrılmış olur. Hüsn-i tâlil‘de ince bir tecahül-i ârif vardır. Fakat tecahül-i ârif‘in zihnin, hüsn-i tâlil‘in ise bir psikolojik davranışın ifadesi olduğunu unutmamak gerektir. Fuzûlî’nin Peygamber için söylediği:
Mâh-i nendir yoksa sen kıldıkça seyr-i âsüman
Kaldırıp parmak getirmiş âsüman inan sana
beytinde, Gökteki hilâl yeni doğmuş bir ay mıdır, yoksa sen mi’raca çıkarken gök mü parmağını kaldırarak sana iman etmiştir, anlamı vardır. (imana gelmek, başparmağı kaldırarak kelimeyi şahadet getirmekle olur). Fuzûlî, ay‘ı göğün parmağı olarak kabul ediyor ve onun yeni doğmuş şeklini, göğün parmağını kaldırarak paygambere iman edişi şeklinde güzel bir sebebe bağlıyor. Abdülhak Hâmit de :
Nedir tehacümü halkın kıyamet olmıya bu,
Gelen o serv-i dil-ârâ mıdır nedir bilmem?
derken, halkın bir tarafa doğru mahşerî kalabalık halinde hücum edişini, o endamı gönül süsüliyenin gelişi sebebine bağlamaktadır.
Hüsn-i tâlilde, tecahül-i ârif sanatının şüphe ve soru şeklinin bulunduğunu unutmamak gerekir.