Halid Lem’i Atlı. Şarkı bestecisi (D. İstanbul 1869 – Ö. 25 Kasım 1945).
Daha Fatih Askeri Rüştiyesi’ndeyken, sesinin güzelliğini farkeden yakınları tarafından müzikle ilgilenmesi için gerekli şartlar hazırlanmış, Hafız Yusuf Efendi’den eser meşketmesi sağlanmıştı. Henüz 14 yaşındayken bestelediği şarkılarla Hacı Arif Bey ve Mahmut Celâleddin Paşa’nın da ilgisini çeken Lem’i Atlı bir yandan şarkı repertuvarını genişletiyor, bir yandan da besteciliğin temel kurallarını öğreniyordu. Fakat müzik belleğinin çok güçlü olması, kulağının sağlamlığı yüzünden notalamayı öğrenmek gereğini pek duymamıştı. Şarkılarını başka bestecilere notalattığı için sayısı hayli kabarık olan eserlerinden ancak 200 kadarı kalmıştır.
Ömrü boyunca duygularına hiç bir zaman karşı koymayan, tek amacı bu duyguları dile getirmek olan Lem’i Atlı yaradılışında bir insanın kimi zaman mutlu, çoğu zaman da mutsuz sevgiler ve çalkantılar içinde sürüklenmesi doğaldı. Nitekim üç evlilik denemesinde de başarıya ulaşamaması, girdiği her memuriyetten (sonuncusu Takvimi Vakayi’deki -Resmi Gazete- yazarlığıdır) kısa sürede ayrılması, ömrünün son yıllarını yoksulluk içinde geçirmesi hep bu yüzdendir. Lem’i Atlı her şeyden önce hüzünlü bestelerin yazarıdır. Hemen bütün şarkılarının güftesi de, bestesi de hayatta aradığını bulamamış, bulduğuna doyamamış, üzgün, kırgın bir insanın karamsar dünya görüşünü yansıtır. Nitekim birçok bestecinin oyun havaları, köçekçeler, şen şakrak parçalar yazmak için kullandığı dokuz sekiz’lik aksak usul, Atlı’nın elinde tam karşıt duyguları yansıtan bir araca dönüşmüş, uşşak makamındaki Siyah ebrulerin duruben çatma gibi bir şarkıyı verebilmiştir. Milli edebiyat döneminin bütün romantizmini, aşırı duygusallığını, aynı dönemde yetişmiş olan Lem’i Atlı’nın eserlerinde bulabiliriz. Fakat sanatçı, duygularına kapılmakla birlikte yeniyi aramaktan hiç bir zaman geri kalmamış, her şarkısında kullandığı makamın o güne kadar denenmemiş olanaklannı araştırmış, yeni hareketleri, aralıkları, geckileri, dinleyiciyi tedirgin etmeyecek bir rahatlıkla yerli yerine koymayı bilmiştir. Bu bakımdan, ilk bakışta klasik şarkı geleneğine bağlı görünen bu besteler daha sonraki yıllarda değerlendirilecek birçok yeniliği de taşır.
Lem’i Atlı’yı diğer şarkı bestecilerinden ayıran bir özellik de, söz ile müziği, birbiriyle kaynaşacak, birbirini tamamlayacak bir uyum anlayışı içinde ele almasıdır. Böyle bir uyumu sağlayabilmesini sanatçı her şeyden önce ele aldığı makamı bütün olanaklarını değerlendirecek biçimde işlemesine borçludur. Gerçekten de rast makamındaki Bu zevk-u safa sahn-ı çemenzare de kalmaz şarkısını titizlikle gözden geçirmek, rast makamının bütün inceliklerini öğrenmek için yeterlidir.
Lem’i Atlı’nın başka bir özelliği de eserlerinde çok tiz seslere yer vermesidir. Örneğin, kürdilihicazkâr makamındaki Bir kendi gibi zalimi sevmiş yanıyormuş şarkısında ikinci oktavdaki re’ye (tiz neva), hicaz makamındaki Hastayım yalnızım seni yanımda sanıp da bahtiyar ölmek isterim şarkısında da ikinci oktavdaki mi’ye (tiz hüseyni) kadar çıkar. Lem’i Atlı, Zekâi Dede ile sona eren Dede’ler dönemiyle Hacı Arif ve Şevki Bey’den sonra Sadettin Kaynak, Selâhattin Pınar, Yesari Asım Arsoy üçlüsünün başlattığı, günlük konuları işleyen fantezi donemi arasında kalan boşluğu doldurur. Örneğin ferahfeza makamındaki Dinlendi başım dün gece bir parça dizinde şarkısı fantezi tür ündendir. Şarkının yazıldığı tip dörtlük semai usulü, bilindiği gibi batı müziğinin vals temposundan başka bir şey değildir.
Radyo yayınları, plaklar, filimlerde tek sesli Türk müziğinin kullanılması, Lem’i Atlı’nın halk tarafından tanınmasına ve sevilmesine yol açmıştır. Sahnelerde de solo şarkı söyleme geleneğinin başladığı sıralarda sanatçılar halkın en çok anlayabildiği besteci olan Lem’i Bey’e programlarında geniş yer veriyorlardı.