Mahya. Ramazan ayında, iki veya daha fazla minareli camilerde iki minare arasına gerili ipe belli bir düzen içinde asılan kandillerin ışığı ile yazılan ve yapılan resimlere verilen isim. Türklerin bulup geliştirdiği önemii bir İslâmî sanatın adı. Sadece Ramazan ayına mahsus olan bir faaliyet olduğundan dolayı, buna aylık manâsına gelen “mahiye” denmiş ve bu isim zamanla “mahya” halini almıştır.
Bu mahyaları kurmak için evvelâ büyükçe bir kâğıt üstüne iki minâre arasındaki mesâfeye göre bir ölçek dâhilinde paralel bir çizgi çizilip, bunun alt tarafına yazı yazılır. Sonra bu yazının harfleri üzerine uygun ve eşit aralıklarla noktalar konur. Bu noktalar kandillerin asılacakları yerlerdir. Bundan sonra belirtilen noktalardan yukarıki paralel çizgiye birer dik hat çekilir. Îtibâr edilen ölçeğe göre bu çizgilerin boyları ölçülür. Her biri için, o boyda bir ip hazırlanır. Sonra bu iplerin bir ucuna bir makara ve diğer ucuna bir kandil kutusu bağlanır.
İpler bu sûretle hazırlandıktan sonra resimde her kandil ipinin yazıdaki vaziyetine göre birbiri arasındaki mesâfesi ölçülerek, o mesâfelere eşit uzunlukta iplerle makaralar birbirine bağlanır. Artık mahya hazırlanmış demektir. Bunu iki minâre arasına asmak için önce karşılıklı iki minâre şerefesi arasında kalın bir ip gerilir. Diğer bir ipin bir ucu da yazının ilk kandili makarasına bağlandıktan sonra, karşı şerefeye bağlı bir makaradan geçirilerek mahyacının bulunduğu şerefeye uzatılır ki, bu da gerilmiş olan diğer ipin alt tarafında bolca olarak durur. Gündüzleri iki minâre arasında biri paralel ve gergin, diğeri altta kavisli ve bol olarak görülen ipler bunlardır. Her akşam değiştirilen yazılara âit ipler, gündüzden takımıyle alınarak şerefeye çıkarılır. Sırasiyle mahya ipinin makaralarına takılacak o yazıya mahsus olan ara ipleri de bağlanır. Gece mahya kurulacağı zaman (ki umûmiyetle akşam namazından sonradır) şerefenin kenarında duran bu ipler, sırasiyle birer birer alınarak uçlarına birer kandil takılıp yakılır ve aşağıya salıverilir. Kandiller yandıkça karşıya giden ve oradaki makaradan geçip gelen ip çekilmek sûretiyle makaralar tahrik edilerek öbür minâreye doğru gönderilir. Bu sûretle önce yazının baş harfleri ve sonra ortadaki ve sondakiler teşekkül ederek, yazı meydana gelir.
Mahyalar Ramazan ayının ilk on beş gününe kadar genellikle “Safa geldin ey Ramazan”, “Hoş geldin ya şehr-i Ramazan” “Allah, Muhammed”, “Bismillahirrahmanirrahim”, “Bu da geçer yâhu” “Allah’ın dediği olur”, “Dünyâ âhiretin tarlasıdır”, “Elvedâ yâ şehr-i Ramazan” gibi dinî ve ahlakî ibareler yazılırdı. Ramazanın on beşinden sonra ise gemi, kayık, top, başta lâle olmak üzere çeşitli çiçekler, ağaç gibi resimler çizmek âdetti.
Mahya iplerini düzenlemek, kandilleri yazılmak istenen yazıyı veya resmi en güzel şekilde yerleştirmek, bilgi, tecrübe ve beceri isteyen bir iş olduğundan, eskiden büyük camilerin özel mahyacıları olurdu. Bunlar adeta her gece yeni bir mahya kurarak birbirleriyle yarışır, bu arada resme ve yazıya geçmediği için, bugün örnekleri elimizde olmayan bu Türk-İslâm sanatını geliştirirlerdi.
Mahyacılığın başlangıç tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bazılarına göre ilk defa 1617 tarihinde Sultanahmed camii minareleri arasında Kefevî tarafından kurulmuştur. Bazılarına göre ise ilk mahya III. Ahmed zamanında, Damad İbrahim Paşa’nın emri ile Ayasofya camii minareleri arasına kurulmuş ve yine aynı sadrazamın emri ile İstanbul’un bütün büyük camilerinde kurulmasına başlanmıştır. Bu devirden itibaren mahya sadece İstanbul camilerinde değil Bursa, Edirne başta olmak üzere İmparatorluğun büyük şehirlerinde de tatbik edilmeye başlandı.
Türk zevk ve imanının yarattığı bu İslâmî sanatın zaman içinde üstadları yetişti. Bunlar arasında II.Mahmud zamanında yaşamış Süleymaniye camii mahyacısı Abdüllâtif Efendi’nin müstesna bir yeri vardır. Aynı zamanda gümüş divit de yapan bu sanatkâr mahya sanatını ıslah etmiş ve kaidelerini koymuştur. Bu sanatkârın mahyacılığa getirdiği en önemli yenilik, gezdirme mahya kurmuş olmasıdır. Bu tip mahyalarda, gecenin karanlığı içinde ışıkla çizilmiş sandal, gemi, kayık, vs. resimler devamlı hareket hâlinde görünürler.
1910’lu yıllarda İstanbul camilerinin elektrikle donatılmasına kadar mahyalar, kandillerle kurulurdu. Kandillerde zeytinyağı, fitil tükeninceye kadar yanar, sonra sönerdi. Bu tarihten sonra mahyalar ampullerle yapılmaya başlanmış ve bu halis Türk sanatı, bir sanat olma özelliğini kaybetmiş, teknik bir mahiyet almıştır.
Mahyacılık bugün de Ramazan ayı müddetince minareler arasına dinî ve ahlâkî yazılar yazılmak suretiyle devam etmektedir.