Mâl (ar.i.ç.emvâl)
Lügatler mâl kelimesinin karşılığını şöyle vermektedirler: Mâl bilinen bir şeydir. Malı çok olan kimseye (Raculün mâlun) denir. Mâl, insanın sahip olduğu her şeydir. Ancak Arabların köyde oturanları ekseriya hayvanlara mal derler, şehirliler ise çoğunlukla altın ve gümüşe mâl demektedirler.
İslâm hukukçuları, mâlın hukukî manâsını tesbitte görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Hanefî fakihleri mâlı, “İnsanın mâlik olduğu ve kendisinden âdete uygun olarak faydalandığı her şey” diye tarif etmişlerdir. Buna göre bir şeyde iki özellik ağır basmadıkça o ona mâl denmemektedir: “Sahip olma” ve “Kendisinden faydalanma”.
İmam Şafiî ise mâlı şöyle tarif eder: “Mâl ismi, ancak alınıp satılan, bir kıymeti olan ve telef edenin o kıymeti tazmin etme yükümlülüğü bulunan şeylere, insanın atmayıp muhafaza ettiği küçük madenî para ve benzeri şeylere verilir,”
O halde arazi, emtia, hayvan, para ve benzeri şeylerden mâlik olduğumuz her şey mâl olduğu gibi, fiilen henüz mâlik olmadığımız, fakat mâl olabilecek şeyler de mâldır. Denizdeki balık, havadaki kuş ve vahşi hayvanlar bu cümledendir. Buradan anlıyoruz ki, güneşin ışığı, ısısı ve tazyik edilip tüpler içine doldurulmayan hava gibi fiilen bir yerde toplanamayan şeyler mal sayılmamaktadır.
Evlerde oturulması (sükna) ve otomobillere binilmesi gibi menfaatlar, Hanefılere göre mâl olarak kabul edilmemiştir. Fakat diğer üç mezhep fakihleri menfaatları “Mâl” olarak kabul etmişlerdir, Fakihlerin çoğunluğu menfaatları da mâl kabul eden bu sonuncu görüşü benimsememişlerdir.
Mâlların bir çok çeşitleri olup, İslâm Hukukunda hususî hükümleri icap ettiren ayırıcı vasıfları ve özellikleri vardır. Mâlın akar, menkul, gayr-ı menkul olanları bulunduğu gibi, misli ve kıyemî olanları, mütekavvim ve gayr-i mütekavvim olanları, bâtınî ve zahirî olanları da vardır.