Tezat sanatı, birbirine zıt olan kelimelerin, bir mısra veya cümlede yanyana sıralanması demek değildir. Tezat, ya bir şeydeki birbirine zıt düşen nitelikleri meydana çıkarmak, ya da birbirine zıt olan iki şey arasında bir benzerlik kurmak demektir. Abdülhak Hâmit Tarhan Makber’inde :
Tâbût o hatib-i sunim ü ebkem!
derken tabut‘un hem birşeyler söyliyen, hem de susan bir varlık olduğunu anlatıyor.
Ne efsunkâr imişsin âh ey didar-i hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten.
diyen Namık Kemal de tezat sanatının güzel bir örneğini vermiştir. Ne büyüleyici kudretin varmış ey güzel yüzlü hürriyet! Gerçekte esaretten kurtulduk, fakat bu sefer de senin esirin olduk, demek suretiyle hürriyetin bizi bir yandan kurtarırken öte yandan kendine esir ettiği tezadını ortaya koyuyor.
Birbirine zıt iki şey arasında bir benzerlik ve ilişki bulmak bakımından da Hâmit’in mezar taşına kazılan şu kendi beytini okuyalım:
Bu taş cebinime benzer ki aynı makberdir,
Dış sükûn ile zahir, derûnu mahşerdir.
Abdülhak Hâmit bu beytinde, mezar taşı ile kafasını birleştirerek, kafa nasıl dıştan sakin görünür, fakat içindeki fikirler bir mahşer kalabalığım andırırsa; bu taş da dıştan sessiz ve sakin görünmektedir ama içinde yarının mahşeri saklıdır, diyor. Böylece kafanın içindeki fikir mahşeriyle uhrevî mahşer arasında bir benzerlik ve katışma gösteriyor. Abdülhak Hâmit, edebiyatımızda tezat şairi olarak ayrıca şöhret bulmuştur.