Mevlânâ ve Tebrizli Şems, halkla olurlar, sosyal sıralamada yeri ne olursa olsun, kişiyi her şeyden üstün görür, sokaktaki halkı sultanlara vezirlere tercih ederlerdi
Mevlânâ’nın şahsına ve öğretisine duyulan sevgi ve saygının asırlardır sürmesinin temelinde bu incelik yatmaktadır. Fakat Mevlânâ’dan sonra gelenler, başta oğlu Bahaeddin Veled ve torunu Ârif Çelebi olmak üzere Mevleviliği temsil eden şeyh efendiler, tarikat kurulup Mevlevihanelerin çevreden bağımsız birer merkez haline gelmesiyle birlikte, halkla ilişkilerini kesmişler, sadece sultanlara, emirlere ve vezirlere gitmişler, onlarla olan yakınlıklarım güçlendirmeyi hedef edinmişlerdir.
Mevleviliğin halktan kopuk oluşunda, elbette, bu tarikatın kişiden belli bir düzeyde istediği sanat ve inanç estetiğinin de rolü vardır. Belki de diğer sebep de halkın, Mevlevihanenin kuruluşu günlerindeki bazı olayları unutmayışı, bunları nesilden nesile aktarışıdır. Mevlânâ daha sağken, 13. asır sonlarında, istilacı Moğollara karşı ailenin gösterdiği siyasi esnekliği halk olumsuz yorumlamıştır. Moğol komutanlarına ve valilerine gösterilen yakınlık, hak verir biçimdeki yaklaşım ve samimiyeti halk affetmemiştir. Hele Sultan Veled ve oğlu Ârif Çelebi’nin Moğol emirleri ile olan ilişkisi daha belirli, yakınlıkları daha dikkat çekici idi. Konyalılar bunu izah edememişlerdir. Bu, belki de halkın anlayamayacağı bir uzak görüşlülüktü. Anadolu’nun milli ve manevi birliğini korumak içindi veya Mevleviliğin ilerde hangi sınıflara, hangi güçlere dayanacağını gösteren işaretlerdi. Halkla tekke arasındaki yabancılaşma o günlerde başlamıştır.
Mevlânâ’nın babası Muhammed Bahaeddin’in, vatanı Belh’ten ayrılarak tüm ailesi ile birlikte, onca muhacirliği göze alarak ülkeler geçip Konya’ya yerleşmesindeki ana neden Harzem Sultan ve vezirleriyle oları anlaşmazlığı idi. Sonra Moğollar gelmiş, adeta bu ailenin hıncını alırcasına Harzem Devleti’ni yıkmış, şehirleri yerle bir etmiş, sultanları ve beyleri ortadan kaldırmıştı. Fakat, her şeye rağmen, Selçuklu hâkimiyetindeki Konya’da halkın, istilacı Mogollara, Mevlânâ ve çocuklarının gösterdiği özel yakınlığı anlamasına veya bunu doğal karşılamasına imkân yoktu.
Mevlânâ’nın, Selçuklu Devleti’nin büyük veziri Muiniddin Pervane’nin bir sorusu üzerine “Cengiz Han ve ordusu bizim askerimizdir” dediği rivayet edilir. Oğlu Sultan Veled ise, Anadolu’daki Moğol valisine “Beyimiz bizi unutma” nakaratlı kaside yazmış, halka zulmettikleri tarih kitaplarında kayıtlı bazı Moğol komutanlarının sevgi ve yakınlığını kazanmıştı. Halk bu davranışlardan şüphesiz incinmiştir. Bunun getirdiği kopukluk ve zıtlaşma mevleviliğin giderek bir “Aristokrasi tarikatı” olmasıyla da sosyal çerçevede yerine oturmuştu.
Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi, Karamanlıların,-“Biz komşuyuz ve sizi seviyoruz. Siz ise yabancı olan Moğolları istiyorsunuz” şeklindeki yakınmalarına şu cevabı vermiştir: “Biz dervişleriz. Birim nazarımız tanrı’nın iradesine bağlıdır. O kinli ister ve memleketi kime verirse biz de onun tarafında olur, onu isteriz.” Ulu Ârif Çelebi’nin 27 göbek sonraki torunu Abdülhalim Çelebi de, 1908’lerde, tarikatları, sarayın iltifatı ve sultanların muhabbeti ile asırlarca en yüksek itibarı görerek yaşadığı halde, kudret İttihatçıların eline geçince, Talat Paşa’nın isteği üzerine, padişahın hal edilmesi gerektiğini bir telgrafla’ Hareket Ordusu Komutanı’na ve İttihat-Terakki’nin merkezine bildirmiştir. Telgrafta, “Kuvvet ve adaletiniz bütün ciban-ı medeniyeti duçar-ı hayret eyledi” diye yazmıştır.
Aynı Abdülhalim Çelebi 11 yıl sonra, 1919’da, İttihatçıların tarih sahnesinden çekildiği, Vahdettin’in padişah olduğu ve İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edildiği günlerde, azledildiği çelebilik makamına kendisini tayin ettirebilmek için bu kez de İngiliz İşgal Komutanlığına bir mektup yazmıştır. Daha önceki telgrafını baskı altında yazdığını, çelebiliğin kendi hakkı olduğunu belirtmiş, postta oturan Veled Çelebi için ağır ithamlarda bulunmuş, İngiliz komutanlardan, “Dünyada bilumum hakkın yegâne müdafii olan devlet-i muazzama-i âdileleri canib-i ulyasından delâlet buyurulmasını istirham” etmiştir.
Mevlevilik en güçlü dönemlerinde, çelebi efendilerin padişahlara kılıç kuşandırdığı rivayet edilen günlerde bile, halkın politik ve ekonomik sorunlarına ilgi duymamıştır. Hiçbir siyasi eylemin içinde olmamıştır. Başka tarikatlar, halka olan yakınlıkları ve sosyal çevrenin baskılan elverdiğince siyasi eylemlere dönüşen çıkışlar yapmışlar, halk adına devlet yönetimine katılmaya veya karşı çıkmaya çıkmışlardır. Bunun bazen ne derecede etkinlik kazandığı, demokrasiye geçişten sonraki siyasi hayatımızda örnekleri ile ortadadır. Fakat halkla doğrudan ilişkisi bulunmayan ve her zaman “iktidarla barışık” Mevleviliğin böyle niyetleri hiç olmamıştır.
İlgili Konular
Mevlevi Müziği
Mevlevi Tekkesi
Mevlevilikte Sema
Günümüzde Mevlevilik
Mevlevi Ayini
Mevlevi Tarikatı Silsilesi
Nasıl Mevlevi Olunur