Lügat manâsı itibariyle tefsîr eden kapalılığı gideren, yorumlayan gibi anlamlara gelen bu kelime İslâm terminolojisinde “Allah kelâmı oian Kur’ân-ı Kerim’i insanların anlayabileceği şekilde yorumlayan, tefsîr eden, tevcih ve tercihlerle murâd-ı ilâhîyi açığa çıkarıp açıklamaya çalışan kimseye verilen isimdir.
Kur’ân-ı Kerim’i ilk tefsîr eden, ilk müfessir şüphesiz ki Hz.Peygamber’dir. O, Kur’ân’ın insanlara kapalı ve anlaşılmaz gibi görünen yerlerini bizzat kendisi açıklamış ve Kur’ân’ın uygulanış şeklini de hayatında göstermiştir, Hz. Peygamber’in ashabı Kur’ân tefsirini kendisinden aimışlar ve daha sonraki nesillere aktarmışlardır. Hz.Peygamber’in ashabı arasında Kur’ân tefsirinde meşhur olmuş bazı sahâbiler vardı. Abdullah b. Abbâs, Abdullah, b. Mes’ud, Übeyy b. Ka’b ye Hz. Ali b.Ebu Talib bunlar arasında sayılabilir. Sahabe devrinden sonra tefsîr daha da yaygınlaşmış, Kur’ân’ın açıklanmaya muhtaç yerleri özellikle Arab olmayanların İslâm’a girmeleri ile daha da artmıştır ki, bundan sonra bir de tercüme mes’elesi ortaya çıkmıştır.
Sahabe devrindeki müfessirler gittikleri yerlerde Kur’ân’ı, etraflarına toplananlara açıklıyor, tefsîr ediyorlardı. İşte bunlarla bazı şehirlerde tefsîr ekolleri doğdu. Buralarda yetişen tâbiûn âlimleri arasında meşhur müfessirlerden Said b. Cübeyr (ölm. 714), Mücâhid b. Cebr (ölm. 721), İkrime (ölm.722), Tâvus b. Keysân (ölm.724-25), Atâ b. Rebâh (ölm.732), Mesruk (ölm.682), el-Hasenu’l-Basrî (ölm.728-29) ve Katâbe b. Diâme (ölm. 735)’yi sayabiliriz.
Tâbiûn devrinden sonra meşhur müfessirler arasında el-Ferrâ (ölm. 822-23), ve İbn Cerir et-Taberi (ölm.922) gelmektedir. İbn Cerir’e kadar yapılan tefsirler daha ziyade rivayet tefsirleridir. İbn Cerir’den itibaren gelen müfessirler Kur’ân’ı dirayet yoluyla, yani kendi fikir, açıklama ve görüşlerini de katarak tefsîr etmeye başladılar. Böylece son derece hacimli, büyük tefsirler ortaya çıktı. Bu müfessirler içinde en büyüğü elbette ki Fahreddin er-Râzî (1209-10)’dir. er-Râzî’nin Tefsîr-i Râzi ya da Tefsîr-i Kebîr diye adlandırılan otuz cildlik büyük bir tefsiri vardır. Türk müfessirlerinin en meşhuru ise Zemahşerî (ölm.1144)’dir. Keşşâf adındaki tefsiri asırlardan beri yazıldığı günkü orijinalitesini korumaktadır. Son devir müfessirleri -ki aslında bunlar daha önceki devirlerde yazılan tefsirlerden nakiller yapmaktan öte pek fazla bir şey yapmış sayılmazlar- arasında Elmalılı Hamdi Yazır ve tefsiri Hak Dini Kur’ân Dili kayda değer.
Allah kelâmı olan Kur’ân’ın açıklanması, küçümsenecek bir olay değildir. Her önüne gelenin elbette Kur’ân’ı tefsîr edeceğim iddiasında bulunması mümkün değildir, üsul-i Tefsir bilginleri bir müfessirin bilmesi gereken ilimleri şöyle sıralarlar:
Lügat, Tefsîr, Nahv (Gramer), İştikâk (Sarf), Meânî, Beyân, Bedî, Kıraat, Kelâm, Hadis, Fıkıh, Usul-ı Fıkıh, Esbâb-f Nüzul, Nâsih ve Mensuh, Ahlâk, Psikoloji, İctimâiyyât (Sosyoloji), Astronomi, Coğrafya, Tarih, Siyer vs…
İşte bütün bu ilimleri kendinde toplayan kişi Kur’ân tefsirine cesaret edebiiir ve biz ancak o kişiye müfessir diyebiliriz.
Ancak bugün bir şahsın Kur’ân-ı Kerîm’i tefsire kalkışması daha da zorlaşmıştır. Sadece yukarıda sayılan ilimleri bilmek Kur’ân-ı Kerîmi tefsîr etmeye kafi gelmez. Hatta artık tefsîr, -ki bu her zaman geçerlidir- bir topluluk; yani mevcud bütün ilimlerin-müsbet olsun gayr-ı müsbet olsun- en önde gelen uzmanlarından müteşekkil bir topluluk tarafından gerçekleştirilebilir. Çünkü “yaş kuru..” her şeyi muhteviyatında bulunduran, alabildiğine şümullü, nâ-mütenâhi manâ ve kasdları, her asra ve zamana, her mahal ve mekana göre düsturları ve gayeleri ihtiva eden “Kitâb-ı Mubin”i hakkıyla tefsîr edebilmek mümkün değildir. Bu, binbir görünümlü bir şeyi, bir tarafından bakıp onu tarif etmeye benzer. Her asırda, beşeri ilimlerin ulaştığı mesafeleri de nazara alarak Kur’ân-ı Kerimi yeniden tefsîr etmek, Cenâb-ı Hakk’ın muradını anlamak ve anlatmaya çalışmak, bu işe ehil olanlara düşen bir görevdir. Ancak bu görevi artık bir Çünkü bir şahsın tefsîr yapabilmek için gereken hususî bilgilerle birlikte bütün ilimleri bilmesi mümkün değildir. Halbuki bilmesi gerekir çünkü zaman ihtiyarladıkça, ilimler inkişaf ettikçe Kur’ân-ı Kerim’in kasd ve gayeleri de o derece anlaşılıyor. Yani Kur’ân gençieşiyor. Ancak demek değildir ki Kur’ân-ı Kerîm artık tefsir edilemez veya anlaşılamaz; çünkü o anlaşılmak ve yaşanmak içindir. Şu kadarı var ki herkes ilminin ihatası nisbetinde anlayıp anlatabilir.